Nevruz

Karanlık… Benzin kokusu… Çıtırtıyla beliren kibrit alevi… Aydınlanan odunlar… Genç bir kız kibriti fırlattı. Alevler odunları sardı. Ateşin çevresinde kadını erkeği neşeli kalabalık… Sırası gelen yükselen alevlerin üzerinden atlıyor tekrar denemek isteyenler sıranın arkasına geçiyordu. Ateşten uzak, dallarını göğe doğru uzatmış ağacın hemen yanında toplanmış bir grup yaşlı adam… Semaverde demlenmiş çaylarını yudumlarken sohbet ediyorlardı. Gruba hışımla yaklaşan delikanlı… Gözlerinde öfke… Durdu. Hesap sorar tonla “Baba, Burcuyu üniversiteye göndermeyecekmişsin! Annem söyledi.” Yaşlı adamların havada donup kalan elleri… Yarısı boş, yeni tazelenmiş, bitmek üzere olan bardaklardan yükselen duman… Sırtı dönük bir adam yavaşça arkasına döndü. Yüzünde şaşkınlık ifadesi “Hakan oğlum evde konuşuruz.” Hakan hesaplaşmada kararlı “Söyle baba Nevruzda ne oluyordu!” Bütün gözler adamın üzerinde… Yavaşça kımıldayan dudaklar “Geceyle gündüz,” diye devam ederken Hakan sözünü kesti “eşit değil mi, eşit oluyordu. Bak Burcuya.” Burcu ateşin üzerinden çekinmeden atlıyor, hemen sıranın arkasına geçiyordu. Hakan devam etti “erkekler nasıl atlıyorsa o da atlıyor değil mi!” Adamın nutku tutuldu. Hakan boğazı düğüm düğüm “Peki neden ateşten atlıyoruz! Dur söyleme,” deyip üzerine basa basa her kelimede işaret parmağını bir babasına doğrultup bir havaya kaldırarak “çünkü ateşin kötülükleri, hastalıkları kovduğuna ve yok ettiğine inanıyoruz.” Duraksadı. “Sen Burcunun, sen Burcunun,” devam edemedi. Adam oğlunun yüzünde kendisine yakıştırdığı bütün güzelliklerin darmadağın olduğunu gördü. Hakan arkasını dönüp ateşe doğru yürürken adamın gözleri yaşardı. Yüzüne doğru yükselen elinin tersi… Gözyaşlarını silerken bir mendil parçası uzatıldı. “Teşekkür ederim,” deyip mendille devam etti. Beyaz duvarlar… Masasında oturan doktor önlüklü genç bir kadın… Misafir sandalyelerinde yaşlı çift… Kapı açıldı. İçeriye elinde bir buket çiçekle Hakan girdi. Kadın ayağa kalktı. Sevgi dolu sesle “Abi hoş geldin.”

Yorumlar