Mumya tecavüzcüsü

Alıntı;

“Yaşamak için azıcık bir yiyecekle, birkaç kıyafetle ve küçük bir odayla yetinebilirim ama ben, ünlü, mevki, itibar, güç sahibi, Tanrı'ya en yakın kişi olmak istiyorum. Arkadaşlarımın benim hakkımda iyi şeyler düşünmelerini istiyorum. Bu istekler her insanın hedeflerini, yaptıklarını rayından çıkarıyor.”

Kurmaca;

Kasaba belediye binasında ödül töreni başlamıştı. Belediye başkanı “Okulumuz dans öğretmenlerinden Aira Clacson ve Bena Morgen ulusal dans yarışmasında kasabamızı öğrencileriyle temsil etmişler, Aira Clacson’un öğrencileri yarışmada dördüncü olma başarısını göstermişlerdir. Kasabamızın anahtarını değerli öğretmen ve öğrencilerine vermekten onur duyarım,” diye sözlerini bitirdiğinde kocaman anahtarı flaşlar patlarken aldım. Bena “Öğrencilerim gösterdiklerimi yapamayacak kadar aptallardı,” deme talihsizliğinde bulununca öğrencilerinden birini velisi olan gazeteci dayanamayarak “Çocuklara kabahat bulmayın koreografiniz saçmaydı,” diye yüzüne vurdu. Objektifler rezalete dönünce arkadaşım topluluğun arasından sıyrılıp salondan çıktı. Elimde kocaman anahtarla peşinden koştum. Otoparkta arabanın yanında bekliyordu. “Afiyet olsun. Kahve almışsın,” deyip bindim. “Çok gerginim,” derken kahveyi arka koltuğa koyup emniyet kemerini bağlamıştı. Konuyu “Bena, koleksiyonuma aldığım yeni peçeteyi görmek ister misini? Torpido gözünde,” diyerek değiştirmek istedim. “Bakarım ama önce şu mesajı okumalıyım,” deyip telefona gömüldü. Dişlerini sıkarak “Aptallıkta sınır tanımıyor. Ayrıldığımızı anlamadı gitti,” diye veryansın etti. “Sıkmaktan telefonu kıracaksın. Seni uyarmıştım. O adam tuhaf dedim. Ama sen, seni kıskandığımı sanıp teklifini kabul etmiştin,” derken kıs kıs gülüyordum. “Akıl hastanesinde hastalara bakarken kafayı yemiş platonik âşık,” deyip telefonu çantasına koydu. “Kahve bardağımı versene,” derken peçeteyi aldığını görmemiştim. “Al bakalım,” demiştim ki ellerimiz çarpıştı kahve peçeteye döküldü. Aklım çıktı. “Bilerek yaptın değil mi?” diye sorduğumda “Ne alakası var?” deyip kıs kıs güldü.        

Yatak odasında temiz iç çamaşırı aramadığım yer kalmamıştı. Sevgili eşime sıkıntıyla “Cherish, iç çamaşırlarım nerde?” diye sorunca ukalalıkla “James, çamaşır sepetinden alabilirsin,” deyip müzik sesini yükseltti. Banyoya gidip fazla kokmayanlardan bir çift aldım. Kan beynime sıçradı. Salona üstüne basa basa “Çamaşırhanede çalışıyorsun ama evde temiz çamaşır yok,” diyerek girdim. Uzandığı kanepeden   “Çok konuşma da hemstırların çişli talaşlarını temizle,” deyiverdi. Koltuklara fırlattığım üniforma alt üstlerini bir yandan topluyor bir yandan da “Sen uyurken nöbet tutacağım. İş görsen; hayvanları temizlesen, kirlileri yıkasan nasıl olur!” diye söyleniyordum. Doğrulup bilmişlikle “James Monroe, müzede gece bekçisi oldun kaldın. Senin yüzünden çamaşırhanede ömrümü çürütüyorum. Yükseleceğinde yok,” diyerek tek tek saydırdı. Baktım sağanak duracak değil, apar topar elime gelenleri üzerime geçirip evden kaçtım.          

Soyunma odasında ihtiyar güvelik şefiyle karşılaştım. Servisi benimkinden önce gelmiş üniformasını giymişti. Odadan çıkarken selam verip “James, fareler nasıl?” diye sordu. Gülümsedim. “İhtiyar, halsiz gibisin,” deyince dertlenerek “Sabah kalp doktorundaydım. ‘Ya müze ya mezar,’ dedi. Çocuklar da emekli olmamda ısrar ediyor. Bakalım,” deyip yanımdan ayrıldı. Güvenlik müdürü müzeden ayrılmadan görüşebilirdim. Hızla soyundum giyindim. Asansörle üst kata çıktım. Utanmasam koşacaktım. Kapısının altından sızan ışığı görünce yavaşlayıp nefesimi düzenledim içeri girdim. Başını kaldırmadı. Gözleri masasına yaydığı puzzle parçalarındaydı. Umursamayarak “Ne istiyorsun James?” diye sorunca aldırmadan, kendime güvenle “Bay Fisher, gece bekçiliğinden şikâyetçi değilim ama boşalması muhtemel güvenlik şefi pozisyonuna aday olduğumu bilmenizi isterim,” dedim. Eline bir parça alıp “Bak bakalım James nerenin?” diye uzattı. Masaya yanaşıp parçayı aldım. Evirdim çevirdim. Bütünü görmek isterken dengemi kaybedip masanın üzerine kapaklandım. Müdür elimdeki parçayı öfkeyle alıp “Çık git James,” deyip kapıyı gösterdi.      

Gece boyu Bena’yla laflamış, uyumamıştık. Elinde kâğıt, kalem mutfağa girdi. “Aira, o kadar konuştuk yarım kalmasın. Yarışma formunun çıktısını aldım,” derken masaya bıraktı. Portakal suyu doldurup mısır gevreğini kaşıkladı. Formu okurken heyecanlandım. Hayallerim alevlenmişti. Kapının açıldığını duymamış, babamın “Günaydın,” deyip mutfağa girmesiyle ürkmüştüm. “Yerde peçetelerini buldum Aira. Makyajını silmişsin,” deyince yerimden zıpladım. Avucuma rujlu peçeteleri bir bir bıraktı. Yüzüm yanıyordu. Ateş bastı. Gözlerimi Bena’na dikince kopacak fırtınayı anlamış olsa gerek ağzı gevrek dolu “Bay Gizmo gelin kahvaltı yapalım,” deyip konuyu saptırdı. Babam şaşkınlıkla “Tokum,” deyip önümdeki kâğıda eğildi. Satırları atlamadan dikkatle okudu. Sitemle “Aira, dansçı olmaktan vazgeçtiğini sanıyordum,” deyip yüzünü ekşitti. Kahve doldurmaya kalkıp “Gecen müzede nasıl geçti?” diye sorarak havayı yumuşatmaya çalıştım. Süt tozunu alıp “Güvenlik odasında bizim müdürün kameralarını takip ediyorduk. Gece bekçisi James masadaki puzzle resmi bozunca müdürün hışmına uğradı. Adam nasıl çıkacağını şaşırdı. Sonra öğrendik ki güvenlik şefi olmayı istemiş,”diyerek tezgâha getirdi. Kaşla göz arasında ortalıktan kaybolan Bena giyinmiş yanımıza geldi. “Sonra tartışırsınız,” deyip elimden tutup çıkardı.       

Ulusal müzenin genel müdür odasının güvenlik kameralarını yeniliyorduk. Eski kameraları sökmüş yenilerini takarken genel müdür ve güvenlik müdürümüz odaya geldiler. Kameranın vidalarını sıkıyordum. Bir an dengemi kaybettim “Jace, merdiveni tutsana!” diye aşağıdaki arkadaşı ikaz ettim. Zoruna gitmiş olmalı surat yaptı. Genel müdür yerine otururken “Gizmo sorun yok değil mi?” diye sorarak ilgisini gösterdi. Oturunca önünde duran gümüş bir yüzüğü aldı. Çekmecesinden eğe çıkardı. Yüzüğü “Fisher, Mısır’da tarih okuyor, okul sonrası kuyumcu yanında çalışıyordum,” derken ince ince eğeliyordu. Güvenlik müdürümüz olup biteni hayranlıkla takip ederken odaya bir genç girdi. “Anubis amca,” deyip genel müdürle candan kucaklaştılar. “Jace, elektrik ver bakalım,” diye arkadaşa seslendim. Düğmeye basınca kameranın yeşil ışığı yandı. Son ayarlarını yaparken güvenlik müdürümüz  “Bay Anubis hangi konuda size yardımcı olmamı istiyorsunuz?” diye sordu. Gümüş yüzüğü yeğenine “Beğendin mi?” diye fırlatan genel müdür  “Fisher, Khalfani Mısır’dan geldi. Üniversiteyi yeni bitirdi. Güvenlik şefin yakında emekli olacak. Yeğenimi düşünürsün,” diyerek gencin dosyasını uzattı. “Bu arada senin Mumya müzesi müdürü olma talep dilekçen geçen hafta önüme geldi. Değerlendiriyorum,” diye ekledi. Fisher gülümseyerek pazarlığı anladığını “Genç arkadaşımızın öz geçmişi şefliğe uygun gözüküyor,” diyerek belli etti. Genç yüzüğü “Amca güzel işlemişsin,” deyip parmağına taktı. Güvenlik müdürümüz dosyayla kalktı, yürürken genel müdür arkasından “Fisher, unutmadan müzelerin sergi perdeleri kirlenmiş yıkanmaları gerekiyor,” diye seslendi. Fisher taşı gediğine “Bay Anubis, Mumya müze müdürü olarak o işe de elim uzanır,” diye koyup çıktı. Ayarları tamamlamış kabloları toplamıştık. “Kameralarla işimiz bitti,” diyerek ayrıldık. Kısa bir yürüyüş sonrası kamera odasına geldik. James ve Fisher konuşuyorlardı. Biraz oyalandım. Samimiyetle tokalaştılar. James görev yerine giderken durdurup “Müdüre bel bağlamamanı tavsiye ederim. Senin şeflik olmayabilir,” deyince alaya alarak “Yemeği pişirdim,” deyip bastı gitti.  

Ayaklarım eve gitmek istememiş ama çaresiz zili çalmıştım. Eşim güler yüzle “Aşkım hoş geldin,” diye karşıladı. Çamaşırhaneye gitmeden “Güvenlik şefimize kahvaltısını hazırladım,” diyerek koluma girip mutfağa götürdü. Ceketimi çıkarttı. Enerji doluydu. “Khalfani adında bir genci güvenlik şefi yaptılar,” dediğimde olduğu yerde durdu. Yumurta haşladığı kaba elini sokup çıkardığı yumurtaları bana fırlatırken “Onlarca perdeyi boşuna mı yıkadım. Makine bulacağım diye ciğeri beş para etmez vardiya amirine dökmediğim dil kalmadı,” dedi. Hızını alamayıp meyve suyu sürahisini kafamdan aşağıya boşalttı. Ağzımı açamadım. Açsam ne diyecektim. Salona koştu. Geri döndüğünde hemstır kafesini getirmişti. “Küçük pisliklerin bokunu püsürünü de temizlemiştim. Kahvaltını onlar yap,” diyerek kafesi masaya fırlattı. Yiyecekler dağıldı. Hemstırlar ziyafete koyuldular. Ağlayarak “Hayatımı mahvettin James,” deyip hızla çıktı. Peşinden yürüdüm. Yatak odasında eşyalarını bavula tıkıştırıyordu. Evlilik fotoğrafları eline geldikçe duvarlarda paraladı. “Cherish, konuşabiliriz,” dediysem de durmayıp bavulunu öfkeyle aldı. Karnıma yumruk atıp evi terk etti.        

D sergi salonundan görüntü alamıyorduk. “Jace, gidip bir bak,” dediğimde ağzını yayarak “Gizmo, benden eskisin diye işleri bana yaptırıyorsun,” deyince gece yarısı ağzımın tadının kaçmasını istemedim. Susup bakım çantasını aldım. İş başa düştü. Islık çalarak koridorlardan geçtim. D sergi salonunun konuk ışıkları yakılmıştı. Kapıdan başımı uzattım. Etrafa bakındım. Mısır firavunlarından birinin mumya vitrininin ayakucunda James kıpırdamadan dikiliyordu.  Kameranın ışığı yanmıyordu. “James,” diye seslendim. Tepki vermedi. Terk edildikten sonra tuhaflaşmıştı. Yanına sokulup kolunu dürttüm. “Mumya, Khalfani’nin iki bin yıl önceki atalarından biriymiş,” deyip el fenerinin ışığını açtı. “Kolay gelsin,” diyerek salondan çıktı. Kameranın fişini çıkartıp takınca çalıştı. Büyük bir sorun çıkmadığına sevinmiştim. Kamera odasına döndüm. “Ne öğrendim,” diye içeri girdiğimde Jace porno filmi nasıl kapatacağını şaşırdı. Utanmadan  “İnsan kapı çalar,” diye üsteleyince laptopa yumruk atıp yere düşürdüm. Pişkinlikle “Kızarsın tabi Gizmo bunlar için yaşın geçmiş değil mi!” diyerek laptopu aldı. Orasını burasını kontrol etti. Çalıştı. Derin nefes alıp kendime geldim. “Khalfani’nin büyük büyük dedesi D sergi salonunda mumyalanmış yatıyor,” deyince patavatsız herif bastı kahkahayı. “Demek ki çiçeği burnunda güvenlik şefimiz günde on sefer ondan sebep mumyanın başına gelip duruyordu,” dedi. Neyse ki geceyi kazasız belasız bitirdik. Vardiya değişimi geldi. Kapımız çalındı. Karşımızda güvenlik şefini görünce şaşırdık. “D sergi salonundaki mumyada yüzeysel bozukluklar gördüm. Biriniz gelsin beraber bakalım,” dedi. Jace sırıtarak peşinden gitti. Merakla kayıtlara baktım. Az kalsın dilimi yutacaktım. James cam vitrini açarak mumyaya tecavüz ediyordu. Kaydı durdurup odadan çıktım. James’i görürüm diye umutlandım. Soyunma odasının kapısında dikiliyordu. İşaretle çağırdım. Kolundan çekip odaya soktum. Kaydı açtım. Yüzü kızardı. “James ne yaptın arkadaşım,” dediğimde ellerimi avucuna alıp “Lütfen,” dedi. Acımayla “Bir daha böyle bir saçmalık yapmayacaksın. Söz verirsen pisliği örterim,” diyerek bir fırsat sundum. Gülümsemeyle odadan çıktı.   

Talihsiz olayı arkamda bırakmanın huzuruyla işe gidip geliyordum. Müzenin girişinde ambulans ve polis ekip arabası park etmişti. Merakla merdivenlerden çıkarken James üzerinde deli gömleği iki polisle aşağı iniyordu. Göz göze gelince ökeyle “Yalancı,” diye bağırdı. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Kaydı sildim diye hatırlıyordum. Durmadan kamera odasına koştum. Kapıda nefeslenirken Jace ile Khalfani’nin sesini duydum. Aradan baktım. Monitörün başında keyifle sohbet ediyorlardı. Ayaklandılar. Yeni geliyormuş gibi içeri girdim. Güvenlik şefi düşmanlıkla “Gizmo, bir hafta ücretsiz izinlisin. Bir daha gizlin saklın olmasın,” derken çıktı. Jace böbürlenip “Laptop öyle yumruklanmaz böyle yumruklanır. James mahkeme sürecinin başlaması için psikolojik durum tespitine psikiyatri kliniğine sevk edildi,” diyerek intikamını aldı.      

Dans stüdyosundan moralim bozuk çıktık. Rakibimi yakından tanımak istemiştim. Bena “Ben sana izlemeye gelmeyelim demiştim. Sen kaşındın,” deyip bilmişlik taslamayı ihmal etmedi. Hırsla “Acıktım. Hamburgerciye gidelim,” dedim. Karşı kaldırımdaki mekâna yolu kontrol etmeden korna çalan arabaların arasından geçerek girdik. Sipariş kuyruğunda beklerken başımı yarış belasına sokan muhteşem arkadaşım “Kızın ayağı kırılsa yarıştan çekilse sen birinci olsan nasıl olur?” diye sormaz mı az kalsın boğazını sıkacaktım. Kasiyere siparişimizi verip boş bir masa bulduk. Telefonunu çıkarıp bir numarayı aradı. “Chanter, sana bir şans vermeye karar verdim. Önce benim için küçük bir şey yapacaksın. Ayağının kırılmasını istediğim biri var. Hayır, ezmeyeceksin ufaktan arabanla dokunacaksın. Paramı istiyorsun? Önce yap sonra bir şeyler ayarlarız ,” diye aklına gelen şeytanlığı tek tek anlattı. Kafam karışmıştı. Onu dinlerken susturamadım. Sinsice gülümsedi. “Aira, platonik âşığım yaramıza ilaç oldu. Zahmet olmazsa,” deyip tezgâhta duran menüleri işaret etti.

Psikiyatri kliniğinde ilgilendiğim kovuşa mumya tecavüzcüsünü vermişlerdi. Yemeğini “Adım Chanter, bir şey istersen seslenmen yeter,” diyerek servis ettim. Bir şeyler geveliyordu. Kulak kabarttım. Durmadan “Gizmo neden beni sattın,” diye fısıldıyordu. Akşam yemeği sonrası kovuş katında nöbete durdum. Aldığım tek iyi haber Bena’dan aldığımdı. Sonunda aşkımı anlamıştı. Benden istediğini yapacaktım ama yerime bakacak kimse yoktu. Bir gece nöbet tutmasam kat boş kalacaktı. Bundan da dünyanın sonu gelmezdi. Bena’nın parayı yatırmasıyla her an harekete geçebilirdim.     

Ücretsiz yıllık izinde dinlenilmediğini anlamıştım. Zamanı nasıl geçireceğimi şaşırdım. Kızlar pasta yapmamı istediler. Ufak bir alışverişe çıktım. Hava almak iyi geldi. James’in öfke dolu gözleri aklımdan çıkmamış, kafam sürekli meşguldü. Fark etmeden alışverişi tamamlamışım. Eve döndüm. Kızların keyfini kaçırmak istemedim. Seslenmeden mutfağa geçtim. Malzemeleri tezgâha yaydım.

Sıra sende;

Yumurtaları kıracaktım ki Aira’nın odasından bir tartışma yükseldi. Meraklandım. Parmak ucunda kapıya yanaştım. Kulağımı dayadım. Bena soğukkanlılıkla “Kızım, ufak bir kırıktan bir şey olmaz. Yarışı başka türlü kazanamazsın. Ömrünü okulda çocuklara dans öğreterek mi geçirmek istiyorsun?  Onay’a bas parayı hesaba yatır. Bitirelim şu işi,” dediğinde Aira’nın içine düşeceği bataklığı hissettim. Vakit kaybetmeden odaya daldım.

Aira’ya “…” deyip laptopa olanca kuvvetimle yumruğu savurdum. Masadaki peçete koleksiyonu bir tarafa laptop diğer tarafa uçtu. Bena telaşla “…”derken laptopu toparlamaya çalışıyordu. Aira… “…” diyerek…        

Varoluşun tekrarı yok. Hazır ol! “Alıntıdan” esinlen, “Kurmacaya” devam et!

Yorumlar