Kandil

Orta yaşlı bir adam salonda televizyon seyrediyordu. Ekranda duayı dinleyen cami cemaati… Canı gönülden yakaran imam… Adam avuçlarını yukarı kaldırdı. Tavana doğru bakan yüz, gözlerde derin keder… “Allah’ım yalnızlığıma son ver. Bu hayat beni boğuyor,” derken televizyondan gelen ‘amin’ sesleri… Adam avuçlarını yüzüne sürerek duasını bitirdi. Yanındaki tabaktan kandil simidi aldı. Bir parça ısırdı. Çiğnerken çay bardağını ağzına götürdü. Kenara değen dudak ucu… İçine çektiği nefesle simit kırıntısı soluk borusuna kaçtı. Panikle yerinden fırladı. Halıya dökülen çay… Göğsüne vursa da olacak gibi değildi. Kapı dışarı fırladı. Apartman sahanlığı… Karşı kapıyı yumrukladı. Aralanan kapı… Telaşla bir kadın dışarı çıktı. Adam yığılmak üzereyken arkasına geçti. Yumruğunu kaburganın altına yerleştirip diğer eliyle tuttu, kendisine ve yukarı doğru birkaç defa çekti. Yere düşen simit parçası… Kadın eğilip aldı, peçete parçasına sarıp tabağın kenarına koydu. Hemen karşı koltukta yaşlı bir kadın… Sevgi dolu bir ses ve gülümsemeyle “Güzel torunum ne iyi ettin de ziyaretime geldin kandil günü. Allah senden razı olsun, ne muradın varsa versin.”

Yorumlar