Kaçıranlar

Dar uzun pasaj… Karşılıklı dükkânlar kimi boş, kimi dolu… Terzi, manifaturacı, ütücü… Kapısında üç beş taburesiyle çay ocağı… İçeri girseniz başınız tavana değdi değecek. Küçük bir masada karşılıklı oturmuş iki adam hararetle tartışıyordu. Uzun olanı “zaten,” dedi “geri kalmışlığımızın sebebi sizin kaderci anlayışınız.” Diğeri altta kalacak gibi değil “unutmadık devrimi kabul etmeyen köylülere yaptıklarınızı,” deyince sesler yükseldi gözler kızardı. Çaycı, hemen arkasında hararetlenenleri hafif bir tebessümle dinlerken bir yandan bardakları kuruluyordu. Raflara yan yana dizilen bardaklar… Saatine baktı. “Beyler erken kapatıyoruz. Çaylar ikramım,” deyince adamlar bir anlığına bir birlerine baka kaldılar. Sanki sahnede iki çocuk ezberlerini unutmuştu. Hemen toparlanıp sessizce çıktılar. Çaycı bir çırpıda etrafa çeki düzen verip kapıyı çekti, anahtarı kilide sokup çevirdi. Kapıyı açtı. Karşısında gülümseyen bir kadın… “Erken geldin,” deyip çaycıya sarıldı. Çaycı arkasında gizlediği elini ön tarafa doğru uzattı. Bir dal gül… Kadının sevinçle büyüyen gözleri… Burun ucuna değen yapraklar… Göğsü şişiren derin bir nefes… Çaycı kolunu kadının omzuna atmış kadın kolunu çaycının beline dolamış sarmaş dolaş salona girdiler. Pencere önünde donuk bakışlarla dışarıyı seyreden bir kadın… Arkasında bir uğultu “sevgililer günü de neymiş dinimizde yok öyle şeyler,”… Pencerenin diğer tarafında başka bir kadının donuk bakışları, arkasında bir uğultu “sömürü çarkının dişlisi sevgililer günü.”

Yorumlar