Sanat
galerisinin toplantı salonunda basın açıklaması hazırlıklarının sonuna
gelinmişti. Görevliler sandalyeleri diziyordu. Son sandalye de yerine konunca
hâkim tavırlarından görevlilerin başı olduğu anlaşılan adam, genç kıza kapıyı
işaret etti. Buzlu camların arkasında bekleyen kalabalığın siluetleri hareket
ediyordu. Kız koşturup kapıyı açtı. Uğultu salonu doldurdu. Fotoğraf
makineleri, kameralar, mikrofonlar… Sarı basın kartlarıyla salon papatya
tarlasına dönmüştü. Yerden bir karış yüksekliğindeki sahneye görevliler masa
taşıdı. Üzerine laptopla yazıcı yerleştirildi. Sahneye orta yaşlı adam çıkıp
meraklı gözlerle kendisini takip eden basın mensuplarını süzdü. Emin adımlarla
ortaya yürüyüp durdu. “'Christie's Prints and Multiples’ sanat galerisi olarak
sizleri şaşırtmaya devam ediyoruz. Geçen hafta galerimizde, yapay zekâ tarafından
üretilen ilginç bir tablo vardı. Resmi sitemizde değeri 7-10 bin dolar arasında
gösterilen 'Edmond Belamy'nin Portresi' rekor bir teklif aldı. Satışını
gerçekleştirdik. Obvious’un geliştirdiği algoritmaya 14. Yüzyıldan 20. Yüzyıla
kadar çizilmiş 15 binden fazla eser yüklemiştik. Algoritma eserleri inceleyerek
kendi resimlerini çizdi. Bugün sizlerin huzurunda nefeslerinizi tutarak
izleyeceğiniz bir çalışma yapacağız.”
Gökdelenlerin
arasında trafik sıkışmıştı. Öfkeyle kornalara basılıyor cadde boyu uzanan
kafelerde sesler çınlıyordu. Saçı sakalı birbirine karışmış adam direksiyonu
sım sıkı tutmuş akışı takip ediyordu. Dur kalktan sinirleri bozulunca kornayı
yumruklayıp kollarını iki yana saldı. Derin bir soluk verdi. “Yetişemeyeceğim.”
Telefonu çaldı. Ekranda ‘baş belası’ yazıyordu. Hoparlörü açtı. Kızgın kadının
sesi duyuldu. “Richard, telefonu meşgule alarak hayattan kaçamazsın. Eric’i
salona bıraktım,” deyince adam şaşırdı. “Ne salonu!” Kadının ses tonundan şok
olduğu anlaşılıyordu. “Nasıl ne salonu Richard. Oğlanın resim yarışması var.
Unuttun değil mi! Seni bekliyor.” Richard gözlerini sıkarak kapadı.
Fısıldayarak “Kahretsin!” Kadın olup biteni anlamıştı. “Duydum seni.” Yalvarır
bakışlarla “Mary, galeride basın toplantısı yapılıyor. Çalışmanın sonunda
sahneye çıkıp açıklama yapmam lazım.” “Sana ihtiyacı var.” “ Tanrı’nın ne
söyleyeceğini öğreneceğiz.”
Orta
yaşlı adam sahnenin yanında dikilen görevlilere ‘getirin’ anlamında başını
salladı. Görevliler dikkatle rulo parşömenleri sahneye çıkarıp masaya
bıraktılar. Adam birini alıp kaldırdı. “Kutsal kitapların ulaşabildiğimiz en
eski el yazmalarını algoritmaya yükledik.”
Mary
çile dolu sesle “İnanamıyorum; yıllarca sözlerime kulak vermedin şimdi kalkmış
Tanrı’nın sözlerini önemsiyorsun.” Richard, bir açılan bir tıkanan trafikte
ilerlemeye çalışıyor bir yandan da direksiyon başında çırpınıyordu. “El
yazmalarını algoritmaya girene kadar canım çıktı. Orada olmalıyım. Lütfen
Eric’in yanına sen git,” derken telefon yüzüne kapandı.
Galeride
nefesler tutulmuş çıt çıkmıyordu. Laptop başındaki adam enter tuşuna basıp
sandalyesine yaslanınca basın mensupları ayaklandı.
Richard
nefes nefese hızlı adımlarla koridoru geçerken karşısında ki buzlu camların
arkasında siluetler sağa sola koşturuyordu.
Basın
mensupları sahneyi kuşatmışlardı.
Richard
kapıyı ittirip içeri girdi. Onlarca çocuk masalarda yarışmanın başlamasını
bekliyor, öğretmenler son dakika aksaklıklarını gidermek için bir o yana bir bu
yana gidip geliyordu.
Yazıcı
kâğıdı çekti. Tıkırtılar duyuldu.
Richard
oğlunu fark etti. Ona doğru yürürken el sallıyordu. “Ericcc!” Çocuk başını
kaldırıp sesin geldiği yöne baktı. Gülümseyerek ayağa kalktı. Richard Eric’in masasına
yanaştı. Sarıldılar. Boyalar dağıtılmış salonun ortasındaki masada kâğıtlar
dağıtılıyordu. “Baba kâğıt getirir misin?”
Yazıcının
tepsisine kâğıt düştü.
Richard
masaya yöneldi.
Adam
kâğıdı aldı. Sanki küçük dilini yutmuştu. Gözlerini kırpmadan bekleyenlere
döndürdü. Havada gezdirdi. Fısıldaşmalar, şaşkın bakışlar, kıpırdanmalar. “Kâğıt
boş mu?” “Hiç bir şey yazmıyor!”…
Yorumlar
Yorum Gönder