Minare
gölgesi apartman üzerine düşmüştü. Orta katın balkon kapısında tül uçuşuyordu.
İki kadın balkona çıktı. Arkadaki bir sürahi limonatayla bardakları sehpaya
bıraktı. Öndeki, sandalyeye oturup dirseğini korkuluğa, çenesini avuç içine
yasladı. “Ah Şükriye ah. İçim fena daralıyor.” Şükriye ayakta bardakları
dolduruyordu. “Açıl da rahatla Melek!” Oturup bardağı uzattı. Melek bardağı
alıp bacağının üzerine koydu. “Evde herkesin elinde telefon kendi dünyalarına
çekiliyorlar.” Pantolon cebinden telefonu çıkarıp ekranı Şükriye’ye döndürdü.
Ekranda Melek önde arkasında ailesi selfi pozu vardı. “Zoraki gülümsemişiz. Ne
yapacağım! Şaştım kaldım.” Şükriye limonatasını içecekken vazgeçti. “Melekciğim
sadece senin ev mi böyle sanıyorsun bizi…” derken minarenin hoparlöründen ezan
sesi duyuldu. Kadınlar ezanı dinlerken sokaktan köpek uluması yükseldi. Melek
kızdı. Aşağıya doğru “Hoşt hoşt! Uluma kesildi. Ezan bitince Melek
limonatasından bir yudum aldı. Yüzü buruştu. “Tadı ekşi.” Şükriye şaşırdı.
Bardağından tattı. “Şeker koymuşum ama karıştırmamışım.” Melek sevinçle
“Buldummm!”
Melek
salata kâsesini sofranın ortasına yerleştirip geri çekildi. Alıcı gözüyle
baktı. “Tamamdır!” Kapıya doğru seslendi. “Sofra hazırrr!” Önde çocuklar arkada
eşi tam içeri girerlerken yollarını kesti. “Hop, hop! Önce akşam yürüyüşü,
sonra yemek.” Suratlar asıldı. Başlar eğildi. Çaresizlik içinde mutfaktan
çıkıldı.
Yorumlar
Yorum Gönder