Ağaçların arasına
kurulmuş masalarda genci, yaşlısı, kadını, erkeği çaylarını yudumluyordu. Çay
bahçesini ortadan ikiye bölen taş yoldan orta yaşlı bir adam yürüyerek geçip
bahçenin arka bitişiğinde restore edilmiş kişisel eğitim merkezi binasına
girdi. Bir üst kata çıkan merdiven basamaklarına yavaş yavaş bastı. Her adımda
gıcırdayan tahtların sesine kulak veriyordu. Tavana kadar uzanan ahşap kapılar
antre boyunca sıralanmıştı. Adam antrenin sonundaki kapıya doğru adımlarını
sıklaştırdı. Kapı önünde durup üst başını düzeltti. Yavaşça kolu indirip içeri
girdi. Dostça gülümseyerek kursiyerleri başıyla selamladı. Masasına yönelmişti,
burnuna haftalarca yıkanmamış insanlarda hatta sokakta yaşayanlarda olan ter
kokusundan geldi. Gözleri kısıldı. Kesik kesik birkaç defa nefes alıp kokunun
geldiği yöne baktı. Pencere kenarında ki sıra grubunda sadece bir adam
oturuyordu. Diğerleri orta gruba da oturmayıp duvar dibine sığınmışlardı.
Öğretmen pencereyi açtı. Sınıfa döndü. “Arkadaşlar; diksiyon kursumuzun ilk
dersine hoş geldiniz. Sırayla tahtaya çıkıp kendinizi tanıtmanızı ve kursa
gelme sebebinizi paylaşmanızı rica ediyorum.” Sandalyesine oturdu. Genç bir
kadın kalkmaya niyet etmişti ki pencere kenarındaki adam yakar topta, toptan
kaçan çocuklardaki çeviklikle davrandı. Tahtanın önünde öğretmenle göz göze
geldiler. Öğretmen eliyle sınıfı işaret edip onayladı. “Merhaba,” dedikten
sonra söyledikleri anlaşılmıyordu. Sakız çiğnerken konuşmaya çalışan çocukların
ağızlarında cümleler nasıl kayboluyorsa adamınkiler de kayboluyordu.
Konuşmasının bir yerinde “Dilenciyim,” dediği duyuldu.
Yorumlar
Yorum Gönder