Bakımsız bahçenin ortasında, metruk bir ev ihtişamıyla yıllara meydan
okumaktaydı. Yığma tuğlaların arasında kalaslar çürümüş, pencere çerçeveleri
bel vermişti. Mahalle çocukları camları kırarak eğlenmişti. Yeşillenen
kiremitlerde kumrular yemleniyordu. Bahçe duvarının üzerinden kaldırıma incir
ağacının dalları uzanmış meyveler neredeyse parke taşlarına değmekteydi. İki
yaşlı kadın biri diğerinin koluna girmiş kendi aralarında konuşarak sallana
sallana kaldırımda yürüyordu. Kısa boylu olanın yüzü asılmış dert yanıyordu.
“Ah ah! Bizim damat uzun sefere çıktı. Bir ay yok. Bebek de olmayınca kız
yerinde durmuyor, bir orada bir burada.” Diğeri düşünmeden konuşmak istememiş laflarını
tartıyordu. Söze girecekken metruk evin kapısı açıldı. Sarhoş bir adam belirdi.
Üstü başı dağılmış ayakta zor duruyordu. İki büklüm olup kustu. Kapı kanadından
destek alarak doğruldu. Sağa sola bakıyordu. Kadınlar göz göze gelmemek için
başlarını eğip hızlandılar. Dalların altından geçerken “Kulak ver Hasibe.
Damatla konuş. Açılmasın uzak denizlere.” “Parası güzel.” “Güzel de, bak şu
eve! Sahipleri yurt dışına yerleşti. Satmadılar da... Anladın mı dediğimi?”
“Anladım, anlamaz olur muyum!”
Yorumlar
Yorum Gönder