Garson
masada tek başına oturan kadına doğru yürüyüp yanında durdu. Menüyü önünden
aldı. Kadın saatine bakıyordu. Yüzünden düşen bin parçaydı. Garsonu fark
etmedi. “Ne alırsınız?” sorusuyla kendine geldi. Yanakları kızardı. Kısık sesle
“Arkadaşımı bekliyorum. Geldiğinde siparişimizi veririz.” Garson gülümsedi.
Gerisin geri dönmüştü ki kadın seslendi. “Bir bardak vişne suyu alabilirim.”
Çantasından telefonunu çıkardı. Kızgındı. Rehberden Yavuz’u buldu. Yeşil buton
üzerinde parmağı gidip gelirken telefon çaldı. İrkildi. ‘Selin’ Aramayı kabul
etti. Yüzü gerildi. Konuşması hızlandı. “Bildiğin Yavuz işte. Hangi buluşmamıza
zamanında geldi ki. Evet, evet aynen öyle. Yarım saattir bekliyorum.
”Telefondayken restoran kapısından Yavuz’un girdiğini fark etti. “Geldi, geldi.
Kapatıyorum. Seni ararım.” Yavuz masalara dikkatle göz gezdirdi. Kadını
gördüğünde el sallayıp aralardan geçerek masaya ulaştı. Kadın yerinden
kalkmadı. Yavuz elini uzattı. Kadın göz teması kurmadan usulen sıktı. “Her şey
yolunda mı Buse?” derken montunu çıkarıp sandalyenin arkasına asarak oturdu.
Buse’nin suratı sirke satmaktaydı. “Hı,hı” Yavuz heyecanla ceketinin iç
cebinden üzeri fiyonklu rulo kağıdı çıkarıp Buse’ye uzattı. Buse’nin yüzü
güldü. “Unutmamışsın.” Sevinçle ruloyu açtı. Okurken garson vişne suyuyla
menüleri masaya bıraktı. Siparişi beklemeye koyuldu. Yavuz menüyü taradı.
“Haşlama istiyorum.” Garson adisyona not alıp kadına baktı. Buse’nin gözleri
bir sağa bir sola mekik dokuyor, elleri titriyordu. Dudakları büzüldü. Gözleri
kısıldı. Sanki Yavuz’a yıldırımlar gönderiyordu. Öfkeyle ayağa kalktı. “Yalancı
pislik. Bu ne şimdi!” Şiiri her mısranın üzerine basa basa okumaya koyuldu.
“Bunca
zaman çok yoruldum ama,
Hiç
geç kalmadım ben sana.
Düşe
kalka yaşadığım bu hayatta,
Hiç
geç kalmadım ben sana.
Bir
kelebek gibi kah orada kah burada,
İnceden
inceye her şeyi düşündüğüm anlarda,
En
dertli zamanlarımda,
Hiç
geç kalmadım ben sana.”
Kâğıdı
buruşturup Yavuz’un suratına fırlattı. Yavuz ağzını açacak oldu, eline
geçirdiği vişne suyunu başından aşağı boca etti. Çantasını, şalını alıp
arkasına bakmadan dışarıya yöneldi. Yavuz masada dona kaldı.
Buse
gözyaşlarını siliyor kısa ve hızlı adımlarla yürüyordu. Rüzgâr soğuk
esmekteydi. Ancak Buse’nin şalı kolundaydı. Yanından bir araba geçti. Hız
kesti. Durup geri geri gelmeye başladı. Arka arkaya kornaya basıldı. Buse
yavaşladı. Arabanın dörtlüleri yandı. Önüne çekildi. Şoför camı açıldı. Genç
bir erkek başını uzattı. “Buse, iyi misin?” Buse şoförü tanıdı. “Mert merhaba.
İyiyim.” “Atla arabaya, seni gideceğin yere bırakayım.” Buse isteksiz davrandı.
Mert ağladığını fark edince arabadan indi. Çenesini tutup kaldırdı. “Güçlü
olmaya çalışıyorsun ama… Hadi gel biraz laflarız. Rahatlarsın.” Buse teklifi
kabul edip arabaya bindi.
Güneş
ışıkları açılmamış perdelerin arasından salona sızmaktaydı. Genç bir adam
gözlerini ovarak yarı karanlık, yarı aydınlık salona girdi. Esneye esneye
bilgisayar masasına oturdu. Laptopu açtı. Fanın gürültüsü salonu doldurdu.
Masaüstü ekrana geldi. Boş bir çalışma sayfası açıp ellerini klavyeye bıraktı.
Ekrana baka kaldı. Parmakları oynamıyordu. Canı sıkıldı. “Şiir yazmak kim ben kim!”
Kafiyeli birkaç cümleyi alt alta yazdı. İçinden okudu. “İdare eder.” Gözleri
ekranla masa üstünde dağılmış fiyonklar, sağa sola fırlatılmış gömlek,
pantolonlar arasında gezerken ilham perisini çağırmış olmalı kendini yazmaya
iyice kaptırmış buldu.
“Yavuzzz!
Kahvaltıyı hazırlamamışsın!” Mutfaktan yükselen erkek sesi ilham perisini
kaçırttı. “Mert, öğlen Buseyle buluşacağım. Tanışmamızın yıl dönümü. Şiir
yazmamı istedi.” Mert elinde kahve fincanı salona gelip Yavuz’a yanaştı. Göz
ucuyla şiiri okudu. Sesi alay doluydu. “İlkokula giden çocuklar daha güzelini
yazar. Şiir sitesine gir, eli ayağı düzgün bir şiir bul. Hatta sen kalk
kahvaltıyı hazırla, ben bulayım. Buse’ye ayıp olmasın. Bu zamanda onun gibi
kaliteli bir kız herkese nasip olmaz.” Yavuz kararsız kalmıştı. “Benden şiir
yazmamı istedi. Anlamasın.” Mert güven veren bir tonla “Nereden anlayacak! Yüz
binlerce şiir var. Popüler olmayanlardan birini bulurum.” Yavuz rahatladı.
Mutfağa yürürken. Durdu. Parmaklarını sayarken sıralıyordu. “Yazıya, kelimelere
takıntısını anlamıyorum. Özel günlerin hiçbirini unutmadım. Hediyeleri seçerken
sevdiği şeylere dikkat ettim. İş dışındaki zamanımın tamamını ilişkimize
ayırdım. Neyse…”
Mutfaktan
tıkırtılar gelmekteydi.
Yorumlar
Yorum Gönder