Kara
bulutlar şehrin üzerini örtmüştü. Bulutların içinde şimşekler kol gezmekteydi.
Gök gürledi. Yağmur taneleri hızlana hızlana düşmekte kaportaları dövmekteydi.
Arabaların silecekleri açılmış şoförler neredeyse ön cama burunlarını
yapıştırmıştı.
Orta
yaşlı, hafif göbekli, giyim kuşamından şirket çalışanı olduğu anlaşılan adam
camdaki buharı sildi. Kaldırımı seçebiliyordu. Sinyal verip sağa yanaştı.
Şemsiyesini alıp kaldırıma adımını attı. Evin kapısı yakındı, şemsiyeni açmadı.
Zili arka arkaya çaldı. Çatıdan damlayan su sırtından süzülüp aşağıya kadar
indi. Kapı aralanınca açılmasını beklemeden sıkışa sıkışa girdi. Kadın şaşırdı.
Ceketini asıp salona geçti. Kravatını çözüp soyundu. Don atlet kalmıştı. Genç
kız salon kapısında belirdi. “Babaaa!” Elinde ki kâğıdı televizyon sehpasına
aceleyle bıraktı. Kaçarcasına çıkıp mutfağa devam etti. Adam eşine seslendi.
“Canım eşofmanla havlu getirir misin?” Beklerken kâğıdı aldı. Mırıldanıyordu.
“Hafta sonu Bursa gezisi varmış. Bir gece konaklamalı.” Yüzündeki ifadeden
değerlendirme yaptığı okunmaktaydı. Kâğıdı bırakıp kuş kafesine yanaştı.
Parmağını tellerin arasına soktu. Sultan papağı sululuğu sevmezdi. Isırmak için
gagasını her uzatışında adam parmağını çekiyor, eğleniyordu. Papağan iyice
öfkelendi. Başının üstündeki tüyler sanki kral tacı, dikilmişti. Adamın keyfi
yerindeydi. Hamleleri arttırdı. Mutfaktan kızı seslendi. “Baba, unutmadan yarın
akşam arkadaşın doğum günü var. Davet etti. On ikiyi geçirmem.” Adam durdu.
Önüne, ayaklarına baktı. Derin bir nefes alırken başını kaldırmıştı ki
parmağının ucu sivri gaganın arasında kaldı. “Allah belanı versinnn!” Adam
parmağını salladıkça papağan da sallanmaktaydı. Bırakmaya niyeti yoktu. Kan
tırnak üstünden sızınca adamın gözleri dört açıldı. Kıyameti kopardı. Kadın bir elinde eşofman diğerinde havlu
salona telaşla girdi. Ellerindekileri fırlatıp kafesi tuttu. Kapağı açıp
papağının başını severek parmağı kurtardı. Acıdan adamın suratı buruşmuştu.
Deliği sıkıp mutfağa yürüdü. Kız masada kollarını kovuşturmuş oturuyordu. Adam
açtı ağzını yumdu gözünü. Kızın boğazı düğüm düğüm olmuştu. Nefesi daraldı.
Adam notlarından girip giyim kuşamından oradan harcamalarına çıktı. Gözleri kan
çanağı “Doğum günü münü yok sana” diye noktayı koydu. Kız ayağa kalktı. Islak
gözlerle adama baktı. Elini kaldırdı. Konuşacakken durup ağzını kapatarak koşup
mutfaktan çıktı. Adamın dikkati yanan parmak ucuna kaydı. Musluğu açıp suya
tuttu. Kanama durmuştu. Yaşadıklarının yorgunluğu üzerinde salona geçti. Kadın
yere saçılmış yemleri süpürüyordu. Çıt çıkmadı. Adam gezi kâğıdıyla kalemi aldı.
İmzalayıp uzattı. Kadın şok geçirdi. “İzin verdiğine inanamıyorum!” Adam
kanepeye oturdu. Derin bir nefes aldı. Verirken yanaklarını şişirdi. Kadın
adamın balon yüzünü görünce güldü. “Doğum günü?” Adam dilini ağzının içinde
dudaklarının arkasında döndürüp başıyla onayladı. Kadın sevinçle salondan
çıkarken elektrik kesildi. El yordamıyla mutfağa geçip mum aramaya koyuldu.
Sağa sola dönerken ayağını dolap kenarına çarptı. Sekerek arayışına devam etti.
Mum bulamayınca salona döndü. Telefonunu alıp flaşını açtı. Birkaç adım atmıştı
ki elektrik geldi. Etraf aydınlandı. “Çok şükür. İyi ki elektrik var.” Kızın
odasına yöneldi. Bir dakika dolmadan sevinç çığlığı koridorda yankılandı. Adam
rahatlamıştı. Kadın geri döndü. “Neden izin verdin?”
Yorumlar
Yorum Gönder