Acil servis girişine
ambulans yanaştı. Paramedikler sedyeyi indirip içeri sürdü. Sedyedeki genç kız
baygındı. Müşahede odasına götürüldü. Hemşire tansiyonuna bakarken
doktor göz bebeklerini kontrol etti. “Solunum cihazına bağlayın,” diyerek
odadan çıktı. Doktorun arkasından kapı kapanırken içeri paniklemiş bir adam
girdi. Üstü başı dağılmıştı. Yüzünden korku okunuyordu. “Serapp!” diye
seslenerek kızın yanına geldi. Kızdan karşılık alamayınca korkusu dehşete
dönüştü. Gözleri doldu. Hemşireyi tutup sarstı. “Kurtulacak mı!” Hemşirenin eli
ayağı titredi. Doktor “Sakin olun lütfen. Babası mısınız?” diye sorarak adamı
hemşireden uzaklaştırıp yatağa yakın koltuğa oturttu. Adam başını salladı.
Doktor “Damar yolunu açıp, serumu bağlayın,” diye talimat verdi. “İçiniz rahat
olsun kızınız iyi olacak.”
Lise bahçesinde bir grup
genç çember olmuş “Ördek Serap, ördek
Serap,” diye tempo tutuyor, kahkaha atıyorlardı. Serap ortalarında kalmış “Beni
rahat bırakın,” dedikçe ses bozukluğu, etrafındakileri daha fazla
küstahlaştırıyordu. Serap kulaklarını tıkayıp aralarından çıkmak istediğinde
bir el uzanıp kolundan yakalıyor, çember dışına çıkmasına izin vermiyordu.
Eğlence çığırından çıkmış, Serap sağa sola ittirilirken kalabalığı bir kız
arkadaşı yarıp yardıma yetişti. Çekip çıkardı. Serap göz yaşları içinde “Sizden
nefret ediyorum,” deyip koşarak okula girdi. Arkadaşı peşine düştü. Boş
sınıflara girip çıksa da Serabı bulamadı. Umudunu kaybettiği sırada aklına spor
salonu geldi. Koridora fırladı. İki kat aşağıdaki salona göz açıp kapayıncaya
kadar indi. “Serapp!” Ses yoktu. Soyunma odasına girdiğinde Serabı yerde yatar
buldu. Avucunda bir kutu hap vardı.
Serap kıpırdamadan
uyuyor, adam baş ucunda oturuyordu. Gözleri serum şişesine sabitlenmişti. Odanın
diğer ucundaki hasta yakını kadın laf attı. “Kızınız neden intihar etti?” Adam
dirseklerini yatağa dayayıp başını ellerinin arasına aldı. “Ses telleri
gelişmedi. Konuştuğunda sesi ördek vaklaması gibi çıkıyor. Arkadaşları alay
etmiş.” Kadın çocuğunun koltuk altına ateş ölçeri yerleştirirken “Ne iş
yapıyordunuz?” diye sordu. Adam doğrulup şakaklarını ovmaya koyuldu.
“Konservatuarda seçmeli tarih derslerine giriyorum.” Kadın yatak başucundaki
mini dolaba uzanıp meyve suyu çıkardı. Bardaklara doldururken “Çaresi yok mu?”
diye ekledi. Adam kadının yanından geçip odadan çıktı. Kadın elinde bardak
arkasından bakarken Serap başını kaldırdı. “Babaa!”
Bar ışıkları su
birikintilerinden yansıyordu. Canlı müzik grubu sahnede yerini aldı. Gitarist
kablo bağlantılarını yaparken mikrofonun başında keyifsiz dikilen soliste laf
attı. “Aylin, mikrofonu açmayı unutmazsın değil mi?” Aylin gitaristin yanına
gelip bağdaş kurdu. Dertliydi. “Tarihle aram kötü Kerem. Vizem berbat. Final
geldi. Konular bir türlü kafama girmiyor.” Kerem hoparlörü kontrol etmeye
koyuldu. “Seni anlamıyorum. Opera bölümündesin. Rock grubunda ne işin var.
Sesine yazık. Tarih kafama girmiyor diyorsun, burada girecek hali yok ya,” diye
söylenirken Aylin ayağa kalkıp mikrofonu açtı. İnce tondan başlayıp “Yeterr!”
diye kalın tona çıktı. Kerem kulaklarını tıkadı. Yüzüne alaycı bir bakış
kondurdu. “Sen tarihten kaldığında bölüm birincisi Buse olacak. O zaman
görüşeceğiz.” Aylin somurtup Kerem’i kolundan cımırdı. “Etini kopartırım
senin!” Kerem kolunu ovarken Aylin’e masada kendilerine doğru dikkatle bakan
adamı çaktırmadan işaret etti. “Tanıyor musun?” Aylin şaşırdı. “Tarih profesörü
Metin.” Profesör viski bardağını hafifçe kaldırıp selamladı. Aylin çapkın bir
bakış attı. “Final biletim ayağıma kadar geldi.”
Salon şamdanlarla
aydınlanıyordu. Tarihi eser parçaları camekânlar içinde muhafaza edilmiş,
duvarlar kitaplıkla döşenmişti. Aylin kitaplara dokunarak yavaş adımlar
atıyordu. “Dışarıdan bakıldığında edebiyata meraklı olduğunuz tahmin edilemez.”
Keyifle eserlerin arasında gezip tablonun önünde durdu. Dikkatle ayrıntıları
inceledi. Metin bir kadeh şarapla arkasından yanaştı. “Tabloda bir ayin
resmedilmiş. Eski Mısırda, ilahi söyleyen rahiplere seslerinin güzelleşmesi
için güzel sesli köleler pişirilip yedirilirmiş. Böylece ilahiler firavunu mest
edermiş.” Aylin kadehini alıp bir yudum içti. Kazana doğru başını uzattı.
Neredeyse burnu değecekti. Parmağıyla dokundu. “Kabartması gerçekçi olmuş,”
deyip Metin’e döndü. Gömlek yakasını tutup kendine çekti. “Siz bana yardım
edin, bende size.” Konuşmasına daha fazla devam edemedi. Başı dönüyordu. Metin
kadehi elinden aldı. “Bana yardım edeceğinden eminim.”
Mutfağın ışığı açıldı.
Metin kucağında Aylin’le içeri girdi. Zorlanmadan taşıyıp masaya yatırdı. Aylin
kendinde değildi. Hızla ayak ve ellerinden masaya bağlayıp ağzını bantladı.
Aylin’i süzüp saçlarını okşadı. “Yamyam ayininde arya söylemeye kalkarsan,”
mutfak dolabına yürüyüp çekmeceden “Orkestran tamtam,” et bıçağını alıp beline
soktu. Aylin kendine geldi. Olup biteni dehşet dolu gözlerle izliyordu. Metin
alt kapağı açtı. “Sahnen kazan,” düdüklü tencereyi çıkarıp yarısına kadar su
doldurdu. “Ödülün odun,“ tencereyi ocağa koyup altını yaktı. Masaya döndü.
Elini beline attı. “Alkışların da pişene kadar olur,” deyip bıçağı havaya
kaldırdı. Aylin gözlerini sıktı. Vücudu kasılmıştı. Kapı açıldı. “Baba?”
İnce Ruh...
Yamyam ayininde
Arya söylemeye kalkarsan
Orkestran tamtam
Sahnen kazan
Ödülün odun
Alkışların da pişene
kadar olur...
Şiir; Çetin Elveren SAYŞAD
( Sakarya yazarlar şairler derneği ) yönetim kurulu başkanı
Yorumlar
Yorum Gönder