Ölümsüzlük İksiri

ALINTI; 

Mutluluk sahip olmakla değil, olmakla gelir.

KURMACA;

Eşim sağken ne yaptıysa beni kiliseye getirememişti. “Bir gün sende geleceksin,” demişti. Eşimin tabutu başında eli elimdeyken “Aşkım geldim,” dedim. “Dokunma ona,” diye bağıran kızım Florence öfkeliydi. Oğlum omuzumdan tutup çekti. “Müzene git,” deyip suratıma yumruğu patlattı. Kızım “Ne anneme nede bize zaman ayırdın,” derken sinir krizine girmişti. Eşimin kardeşi “George aramızda yerin yok,” deyip kızım ve oğlum Richard’ı sıraya oturttu.

İlk defa Uşak dışına çıktım. New York Metropolitan Müzesine davet edilmiştim. Havalimanından bindiğim taksiyle yaklaşık yarım saattir yolculuk etmekteydim. Bagajda çok değerli parçalar vardı. Karun Hazinesini sergileneceği yeni müzesine getirdim. Şoför tuhaf aksanıyla “Metropolitan,” dedi. İnip, bagajdan bavulu çıkardı. Ücreti verdim ama para üstüm ortalıkta yoktu. Basıp gitti. Bavul ağırdı. İki elimle zor kaldırmıştım. İki üç adımda bir durmak zorundaydım. George’ye geleceğim saati haber vermiştim. Müzeden müzik sesi yükselmekteydi. Kapıda Metropolitan Müze müdürü göründü. Elinde bir kadeh şampanya vardı. “Hoş geldin Kürşat,” deyip yanıma geldi. Zil zurna sarhoştu. Yanılmıyorsam eşi dün ölmüştü. Kadehi atıp bavulu kulpundan kavradı. Müze salonuna girdiğimizde kalabalığa “Karun Hazineleri geldi,” diye ilan etti. Korkudan ölecektim. Türkiye’den kaçırdığım eserlerle ilgili hiç konuşmamıştım. Şimdiyse patavatsız adamın dili durmamıştı. Hızla odasına girdik. Kendisine viski koydu. “Kısacık hayatta yüzlerce eseri toplamak mümkün değil,” deyip bavulu açtı. İçkiyi bir dikişte midesine indirdi. İnceleyerek parçaları tek tek çıkarttı. Yorgunluktan ağzım kurumuştu. Şeftali suyu aldım. Ölümsüzlük iksiri yapmaya yarayan formülü arayan adamı merak ve hayretle izlemekteydim. “Efsane gerçekmiş ahşap kutu burada,” diyerek bavuldan kutuyu aldı. Halıya bağdaş kurdu. Gözünü kırpmadan evirdi çevirdi.

Uzun bir mahkeme süreci sonlanmış müvekkilim George Hidder’i tazminatla hapisten kurtarmıştım. Adliyedeki odamdan dışarı bakıp “Claus, dışarıda gazeteci ordusu toplanmış. Bizi kurtar,” derken hapisten kurtulduğuna sanki sevinmemişti. Evrak çantamı toparladım. Bana döndü çek koçanını çıkardı. “iyi iş çıkardın,” deyip imzaladı. Yaprağı alıp ceketimin iç cebine keyifle yerleştirdim. Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Metropolitan Müze depolarında saklanan Karun Hazinelerini geri almak için 1987’de dava açmış ve yaklaşık 40 milyon dolarlık masrafa yol açan hukuki süreçler sonunda bu sene 1993'de Türkiye davayı kazanmıştı. George Hidder gneş gözlüklerini taktı. Arkama geçti. Adliyenin devasa kapılarını ittirip açtım. Gazeteciler etrafımızı sardı. Sorular yağmur olup yağmaktaydı. “Müvekkilim cevap vermeyecektir,” deyip soruları atlattım. Arabaya zor girdik. “Mutlu musunuz?” diye sorduğumda “Değilim, ahşap kutuyu anahtarı olmadığı için açamadım. Kutu da Türkiye’ye gitti,” dedi.

Eskiden New York’taki müşterime telgraf çekerdim. Zaman değişmişti. E posta yazmaktaydım. Kazı ekibi sorumlumuz Recai bölgedeki çalışmalarda kayıtlarda belirtilmemiş eserler bulmuştu. İçlerinde çeşitli anahtarlar vardı. Anahtarlardan biri Karun Hazinesindeki ahşap kutuya uymuştu. Yazdıklarım George’nin ilgisini çekecekti. Emekliliğime çoktan hak kazanmıştım. Ama evlenecek üç çocuğum olunca ölene kadar çalışma zorunluluğu hissettim. Sonunda büyük bir pasta önümdeydi. E postayı gönderdim.

Tarih sohbetim sona ermişti. Emeklilik sonrası öğretmenlik güzel bir hobi oldu. Odamda koleksiyon parçalarımı temizlemekteydim. Okulu sevmiştim. Nede olsa kurduğum vakıf giderleri karşılıyordu. Küçük öğrenciler çocuklarımı hatırlatırlardı. Tabletimde e posta ışığı yanıp söndü. Göz attım. Uşak Arkeoloji Müdürü Kürşat beni unutmamış. Yaşlı kurt halen çalışmaktaydı. Gözlerime inanamadım. Anahtarı bulmuştu.

Kazı ekibi, makinaları az kalsın yakacaktı. Taşerona bağlı olunca maaşlar gecikmişti. Kadroda çıkmamıştı. İşçilerden Bedir konteynırıma geldi. “Recai abi son çıkan eserleri ne yapalım?” diye sordu. “Kürşat Bey henüz bir emir vermedi. Onları ayırın. Diğerlerini listeleyip Kültür Bakanlığına faks geçin,” dedim. Öğlen yemeğinde boğazıma sarılan adam maaşı alınca kuzu olmuştu. Aniden kapı açıldı. Adam girdi. “Kazı alanında birkaç günlük işimiz kaldı. İş bitince yeni bir alana gönderilecek miyiz? Arkadaşlar merak ediyor,” diye sorunca yuvarlak cevaplar verdim. Gitti. Bende bilmiyordum. Kış kıyamette parasız pulsuz nasıl olurdu? Mesaj geldi. Kızım atmış, ne zaman geleceğimi merak etmişti. Arabanın anahtarlarını aldım. Çıktım. Yağmur çiselemekteydi. Kızın iğneleri bitmiş kafam dağınıktı. Devlet ilaçları karşılamıyordu. Birkaç güne kadar işsizlikte kapımdaydı.    

Recai ve ekibini kazı alanı yemekhanesinde topladım. Merakla yeni kazı yerinin neresi olacağını öğrenmeyi beklemekteydiler. “Arkadaşlar üzülerek söylüyorum ki kültür bakanlığı yaz başına kadar kazı çalışmalarını durdu,” dediğimde suratlar asıldı. Kendi aralarında söylenirlerken “Bir yol var. Listelemediğiniz eserlere talip bir koleksiyoncuyla iletişime geçtim. Güzel para teklif etti. Ne dersiniz eserleri ona verelim mi?” diye sordum. Bedir “Verelim Kürşat Bey,” deyince arkadaşları destekledi. Ekip sorumlusu sessizdi. “Recai, kızının iğnelerinden haberim var. Dert etme. Hastane ve ilaç hazır,” deyip bekledim. Ne yapacaktı? Konuşmadı ama başını öne eğdi. İş tamamdı.

Çocuğu yatırmış mutfağa geçmiştik. Figen “Nasıl kabul edersin Recai? Eser kaçakçılığına alet olacaksın ve buna kılıf olarak Melis’in hastalığını bahane edeceksin,” diye söylendi. “Gözümüzün önünde kızımız ölsün mü? Onunla daha fazla vakit geçirebiliriz,” deyip kendimi savundum. Figen “Kızımızla geçirilecek fazla zamana sahip olmayı bende isterim. Ama Melis’in yüzüne nasıl bakacağız? Biz ne olacağız biliyorsun değil mi? Hırsız,” derken gözleri doldu. “Sen bilirsin,” deyip çıktı.  

Asayiş ekipleri kazı alanını basmış eserlerle birlikte ekibi yakalamıştı. Bedir’i otogara getirip memleketine gönderdim. Cebine üç beş kuruş para koydum. Ekiptekiler adımı vermemişlerdi. Recai’nin neden polisle işbirliği yaptığını anlamak mümkün değildi. Taşeronu arayıp işinden kovdurdum. Bir daha sözleşme yapılmayacağından emin oldum. En zor kısma gelmiştim. George’yi aradım. “Teslimat iptal oldu,” deyince tek kelime etmedi. Telefonu suratıma kapadı.

Kadın ve kızı salondaki sandalyelere bağladım. Ağızlarını koli bandıyla kapattım. Kürşat polisle iş birliği yapan adamın adını adresini verdi. Ölümsüzlüğü elimden alanın yanına yaptığını kar bırakmayacaktım.
Recai eşini defalarca aradı. Cevap alamadı. Eli kulağında yakında gelir diye aklımdan geçirirken kapı açıldı. Silahımı anne ve kızına doğrulttum. “Figen, Melis,” diye seslendi. Işığı açınca taş kesildi.

SIRA SENDE;

“Recai benden ölümsüzlüğü aldın,” dediğimde “Onları bırak,” diye dil döktü. Horozu çektim. Nişan aldım.      “…” deyip…    


Varoluşun tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için ALINTIDAN esinlenerek kurmacaya DEVAM ET!

Yorumlar