Ölümün payı

Gece mahalleyi örtmüş, sokaklar ıssız evler karanlıktı. Çocuk parkının yanındaki inşaat sahasından yükselen köpek havlaması huzuru bozdu. Beş katlı apartmanın en üst dairesinin balkon ışığı yandı. Üzeri atletli altı çizgili pijamalı bir adam balkona çıktı. Ne olduğunu anlamak için inşaat sahasına dikkat kesildi. Köpek birkaç kez daha havladı. Sonrasında kısa bir inilti duyuldu. Adamın arkasında gecelikli bir kadın belirdi. “Necdet yat artık. Gece gece ne işin var balkonda?” “Fatma, iş makinelerinin yanında bir kıpırtı var. Defineciler gelmiş olmasın. Polisi arayacağım,” diye panikle içeri girdi.

Tünel bir kişinin sürünebileceği kadar yüksekti. Sızan sularla zemin çamur olmuştu. Yükselen uğultular yaklaşanların habercisiydi. Önde sürünen “Faruk, benim fener zayıfladı,” diye elini arkasına uzattı. Faruk arka cebine soktuğu feneri güçlükle çıkarıp verdi. Arkadaşı heyecanla feneri ileri tuttu. Işık, temel kazısı yapılan alanı aydınlatıyordu. “Geldik. Çabuk olalım.” İkili tünelden çıkıp alana girdiler. Hemen karşılarında etrafı özel malzemelerle doldurulmuş mezar bölümü duruyordu. İş makinelerinin arasından geçerek hızla mezara yöneldiler. Faruk sırt çantasından çıkardığı levyeyi “Burak, al şunu. İşi çabuk bitirelim,” diye verdi. Burak levyeyi tabutun kapağına sokup kanırtırken etrafa göz atıyordu. Aniden havlayan köpek yürekleri hoplattı. Burak “Faruk, bön bön bakacağına köpeği sustur,” diye kızdı. Faruk yerden taş aldı. Sesin geldiği yere doğru birkaç adım atıp savurdu. Burak tabutu açmış cesedi inceliyordu. “Hava ve toprakla irtibatı kesilmiş. Askeri üniforma 1800’lü yılların çizgisini taşıyor. Sanki baloya gidecek gibi giyinmiş.” Çizmeleri çıkartırken ayağı kopardı. Neşeyle kahkaha atınca Faruk sinirlendi. “Hem köpeği sustur diyorsun hem gürültü yapıyorsun. Kapa çeneni! Mahalleliyi başımıza toplayacaksın,” diyerek Burak’ın yanına geldi. Gördükleri karşısında şaşkınlıkla “Sakalları, paltosu, çizmeleri aynen duruyor. Nerdeyse hiç bozulmamış,” diye mırıldandı. Burak cepleri karıştırıyordu. “Tabutta tabutmuş. İki metreden de uzun olabilir. Üşenmeyip üzerine haçta yapmışlar.” Faruk’un dikkatini üniforma çekmişti. “Apoletinde üç yıldız ve yirmi rakamı var.” Cesedi kuru kafadan başlayıp çizmelere kadar süzdü. “Cepheden cepheye koşan, siperlere hücum eden asker tabutta hareketsiz uzanıyor.”  Burak altın keselerini çantaya koyarken Faruk’un başka sulara daldığını fark etti. “Rus-Osmanlı Savaşında vebadan ölmüş. Rusya tarihinde "Kafkasya'nın fatihi" olarak tanınırmış. Tümgeneral Vasiliy Geyman. Sanırım üç yıldız rütbesi, yirmi ise çalıştığı alayın ismi,” diye sözünü bitirdiğinde arkadaşının ensesine tokadı yapıştırdı. “Dünyadan Faruk’a.” Faruk ensesini ovarken merakla “Bunları nasıl biliyorsun?” diye sordu. “İddia kuponu hazırlarken gazete de okurum.” Burak cepleri boşalttıktan sonra kerpetenle altın dişleri sökmeye koyuldu. “Payımla öyle bir kupon yapacağım ki Dursun zibidisi bir daha kralım diye kahveye giremeyecek. Âlem kral kimmiş görsün.” Söylediklerine karşılık alamayınca arkasına baktı. Faruk tünele yürüyordu. Burak afalladı. “Aptal olma. Gidersen payın bana kalır,” diye seslendi. Faruk durmadı. “Ben payımı aldım.”

Yorumlar