![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7eakM2Va67Q9WCymttJcP5n88mDYO48S1M5Pavng8j7qyejGwxJCut7A0F0xF0jrYaZ4tuEmI0I5xsK7d4qApgzBx8esYbiH5wtC3wYAZy6LrDzKS1OMKZSKZmKZk_5SXw1x7o15Y07c/s400/7743.jpg)
Gece
mahalleyi örtmüş, sokaklar ıssız evler karanlıktı. Çocuk parkının yanındaki
inşaat sahasından yükselen köpek havlaması huzuru bozdu. Beş katlı apartmanın
en üst dairesinin balkon ışığı yandı. Üzeri atletli altı çizgili pijamalı bir
adam balkona çıktı. Ne olduğunu anlamak için inşaat sahasına dikkat kesildi.
Köpek birkaç kez daha havladı. Sonrasında kısa bir inilti duyuldu. Adamın arkasında gecelikli bir kadın belirdi. “Necdet yat artık. Gece
gece ne işin var balkonda?” “Fatma, iş makinelerinin yanında bir kıpırtı var.
Defineciler gelmiş olmasın. Polisi arayacağım,” diye panikle içeri girdi.
Tünel bir kişinin
sürünebileceği kadar yüksekti. Sızan sularla zemin çamur olmuştu. Yükselen
uğultular yaklaşanların habercisiydi. Önde sürünen “Faruk, benim fener
zayıfladı,” diye elini arkasına uzattı. Faruk arka cebine soktuğu feneri
güçlükle çıkarıp verdi. Arkadaşı heyecanla feneri ileri tuttu. Işık, temel
kazısı yapılan alanı aydınlatıyordu. “Geldik. Çabuk olalım.” İkili tünelden
çıkıp alana girdiler. Hemen karşılarında etrafı özel malzemelerle doldurulmuş
mezar bölümü duruyordu. İş makinelerinin arasından geçerek hızla mezara
yöneldiler. Faruk sırt çantasından çıkardığı levyeyi “Burak, al şunu. İşi çabuk
bitirelim,” diye verdi. Burak levyeyi tabutun kapağına sokup kanırtırken etrafa
göz atıyordu. Aniden havlayan köpek yürekleri hoplattı. Burak “Faruk, bön bön
bakacağına köpeği sustur,” diye kızdı. Faruk yerden taş aldı. Sesin geldiği
yere doğru birkaç adım atıp savurdu. Burak tabutu açmış cesedi inceliyordu.
“Hava ve toprakla irtibatı kesilmiş. Askeri üniforma 1800’lü yılların çizgisini
taşıyor. Sanki baloya gidecek gibi giyinmiş.” Çizmeleri çıkartırken ayağı
kopardı. Neşeyle kahkaha atınca Faruk sinirlendi. “Hem köpeği sustur diyorsun
hem gürültü yapıyorsun. Kapa çeneni! Mahalleliyi başımıza toplayacaksın,”
diyerek Burak’ın yanına geldi. Gördükleri karşısında şaşkınlıkla “Sakalları,
paltosu, çizmeleri aynen duruyor. Nerdeyse hiç bozulmamış,” diye mırıldandı.
Burak cepleri karıştırıyordu. “Tabutta tabutmuş. İki metreden de uzun olabilir.
Üşenmeyip üzerine haçta yapmışlar.” Faruk’un dikkatini üniforma çekmişti.
“Apoletinde üç yıldız ve yirmi rakamı var.” Cesedi kuru kafadan başlayıp
çizmelere kadar süzdü. “Cepheden cepheye koşan, siperlere hücum eden asker
tabutta hareketsiz uzanıyor.” Burak
altın keselerini çantaya koyarken Faruk’un başka sulara daldığını fark etti.
“Rus-Osmanlı Savaşında vebadan ölmüş. Rusya tarihinde "Kafkasya'nın
fatihi" olarak tanınırmış. Tümgeneral Vasiliy Geyman. Sanırım üç yıldız
rütbesi, yirmi ise çalıştığı alayın ismi,” diye sözünü bitirdiğinde arkadaşının
ensesine tokadı yapıştırdı. “Dünyadan Faruk’a.” Faruk ensesini ovarken merakla
“Bunları nasıl biliyorsun?” diye sordu. “İddia kuponu hazırlarken gazete de
okurum.” Burak cepleri boşalttıktan sonra kerpetenle altın dişleri sökmeye
koyuldu. “Payımla öyle bir kupon yapacağım ki Dursun zibidisi bir daha kralım
diye kahveye giremeyecek. Âlem kral kimmiş görsün.” Söylediklerine karşılık
alamayınca arkasına baktı. Faruk tünele yürüyordu. Burak afalladı. “Aptal olma.
Gidersen payın bana kalır,” diye seslendi. Faruk durmadı. “Ben payımı aldım.”
Yorumlar
Yorum Gönder