Heykelin kalbi

Yağmur çiseliyordu. Gri bulutlar tepenin üzerini örtmüştü. Bacası tüten malikânenin bahçesinde ıslanmış pardösülü bir adam oturmuş dalgın dalgın büyükçe bir mermer bloğuna bakıyordu. Hizmetçi elinde tepsiyle arkasından yaklaştı. Önündeki masaya bırakıp diğer tepsiyi aldı. Malikâneye koşar adım döndü. Buhar mutfağı doldurmuş göz gözü görmüyordu. Kadın tepsiyi öfkeyle çöpe döktü. “Dokunmamış.” Aşçı merhametle “Kızının acısı kalbini yakıyor anlaşılan,” diyerek fokurdayan kazana nane serpti. Kadın ıslak saçlarını havluyla kuruluyordu. “Günlerdir taş parçasına bakıp duruyor. Düşünecek ne var! Derdin varsa anlatacaksın,” diye söylendi.

Müze görevlileri eserlere dokunulmaması için ziyaretçileri uyarıyordu. Evli bir çift düğün kıyafetleri üzerlerinde düşünen adam heykelini arkalarına almış selfie çekiyorlardı. Gelin flaşı ayarlarken damat heykelin dizine dirseğini yasladı. Gelin “Çek dirseğini lütfen. Asker arkadaşın mı sandın!” diye sitem edince damat toparlandı. “Heykeli kim yapmıştı?” diye sorup anlarmış gibi incelemeye koyuldu. Gelin sert bir vurguyla “Rodin,” deyince damat daha fazla kendini tutamayıp gülme krizine girdi. Nefes nefeseydi. “Düşünecek ne var! Derdin varsa anlatacaksın.”

Yorumlar