İhtiyar adam soba kovasını kaldırmakta
zorlanıyordu. Kadın salon kapısı önünden geçerken elinde çay tepsisi olup
biteni fark etti. İçeri heyecanla girdi. “Bey, beraber kaldıralım. Fıtık
olursun,” deyip tepsiyi fiskosa bıraktı. Birlikte kaldırmayı denerlerken genç
kız neşeyle “Neredesiniz ihtiyarlar takımı,” diye seslenerek yanlarına geldi.
Çantasını sırtından atıp ellerinden kovayı aldı. Dikkatle soba kapağını açıp
tek seferde yerleştirdi. Kapağı kapamadan çıraları kömürlerin üzerine dizdi.
“Baba, kömürcü aşağıda, kamyonun yanında haberin var değil mi? Sen burada
oyalanıyorsun.” Babası beklemelerini istediğini hatırladı. “3 aylığım
cebimdeyken biraz peşinatla kömür alayım dedim.” Üzerine montunu geçirip aşağı
inerken annesi mutfağa adımladı. “Elif, yardım et kızım. Baban gelene kadar
sofrayı kuralım.” Peşinden mutfağa girip bir tane elma aldı. Elmayı dişlerken
“Meyvemiz bol. Portakal, mandalina ne ararsan var. Gel vatandaş gell...” diye
nara attı.
Yemek sonrası soba başında annesi
meyve soyuyordu. Elif kabukları alıp soba kapağına yaymıştı. “Mis gibi
kokacak.” Babası odaya yayılan kavrulmuş kabuk kokusunu derin derin içine
çekti. Eşinin uzattığı meyve tabağından bir dilim portakal aldı. “Bir de
kestane olsaydı. Aklımdaydı kızım ama unutmuşum.” Elif ders kitaplarını
çıkartırken babası kanepeye kıvrıldı. Annesi başının altına yastık koyup
battaniye örttü. Elif kitaplarını toparladı. “Siz yatın. Odama geçerim.” Annesi
ısrarla “Işık açık uyuruz,” dese de dinletemedi. Babası üzgün “Hasta olacak,”
diye dertlendi. Annesi ışığı söndürdü. “Sadece odası soğuk değil. Lavaboda buz
gibi.”
Okul çıkışı hava yeni yeni
kararıyordu. Servisler sokak aralarından ana caddeye çıkarken Elif ve
arkadaşları çarşıya doğru yöneldiler. Sohbet; dedikodular, sınavda çıkabilecek
sorular arasında gidip gelirken Elif kısık kısık öksürdü.“Üşütmüşsün,” diyen
arkadaşına diğeri “Nasıl üşütmesin yattığı oda da soba yok,” diye cevap verdi.
Elif mahcup bir tavırla “Sorun değil,” diyerek arkadaşlarının kollarına girdi.
“Pazara uğrayalım mı, kestane alacağım. Kebap var bu akşam.” Arkadaşı “Yeme de
yanında yat valla,” derken üst geçide yürüdüler.
Pazaryerinde tezgâhlar, fiyatlar yarı
yarıya düşünce kuşatılmıştı. Aralardan geçip kestaneciye ulaştılar. Farklı
çuvallardaki kestaneleri anlarmış gibi incelerlerken şakalaşıyorlardı. Satıcı
durumdan sıkılıp “Kardeşim, şunu tavsiye ederim,” diye öndeki çuvalı işaret
etti. Elif utanarak “Yarım kilo,” diyebildi. Satıcının yüzünden miktarı
beğenmediğini anlayınca para üstünü istemeye çekindi. “Artanıyla da fındık verir
misiniz?” Arkadaşı “Kızımm! Para üstünü neden istemedin?” diye sordu. “Annem
sever.” Poşeti alıp çantasına sokuşturdu.
Alışveriş sonrası birlikte fazla
yürümeden ayrıldılar. Elif sokakları
hızlı adımlarla aştı. Yarın ki sınava çalışmaya başlamadan önce aldıklarını
kavurmayı planlıyordu. Şöyle mi, böyle mi yapsam derken eve geldiğini fark
etmedi. Zili çaldı. Açan olmayınca sırt çantasını indirdi. Anahtarlarını
aramaya koyuldu. Kurcalamadık köşe bırakmadı. “Nerdesiniz!” diye söylenecekken
kapı açıldı. Annesi kocaman bir gülümsemeyle “Babanın sürprizi var,” diye
müjdeyi verdi. Salona yöneldiler. Çantası bir elinde poşet diğerinde, içeri
girerken çıkartıyordu ki babası doğalgaz peteğini sevinçle gösterdi. Elif dona
kaldı. Annesi merakla “Kızım, çantanda ne var? Yapıştın.” diye sıkıştırınca
çaktırmadan poşeti bırakıp elini yavaşça çıkardı. “Anahtarlar.”
Yorumlar
Yorum Gönder