Sardunya kimlik dairesi,
mesainin ilk saatlerinde tenhaydı. Güvenlik görevlisi kapıda poğaça yiyordu.
“Günaydın,” diye selamlandı. Dolu ağızla cevap vereyim derken kaçtı boğazına
kırıntılar. Ancak “Size de,” diyebildi. Adam birkaç adım atmıştı ki durup döndü
geri. “Kargoyla kapak siparişim gelecek, aklında olsun,” diye tembihledi.
Kimseye günaydın demeden yerine geçti. Yığılmıştı evrakları. Arşive öğleden
sonra uğrarım diye planlarken, ihtiyar bir kadın yanında genç bir adamla
masasına yanaştı. Adam nazik bir ses tonuyla “Memur bey, kızım oldu. Kimlik
çıkartacağız,” diye sebebini açıklayıp bıraktı doğum kâğıdını. Memur dikkatle
inceledi. “Cevat Kukla,” deyip göz teması kurdu. “Kızının adını ne koyacaksın?”
Heyecanlandı adam. “Sevim.” Memur arkasına yaslanıp kâğıdı havaya attı.
“Olmaz,” derken suratı sirke satıyordu. Sinirlendi ihtiyar kadın. “Torunuma
neden Sevim adını koyamazmışız?” Memur bilmiş bir tavırla “Sevim koyamazsınız
demedim. Bu soyadıyla olmaz. Anacığım, torununuz el âlemin esiri, oyuncağı mı
olsun? Yukarıda değişim dairesi var. Soyadını değiştirip öyle gelin!” diye
olurunu söyledi.
Geniş bir salonun
ortasında telden yapılmış bir küre dönüyordu. Cevat ve annesi telaşla uzun bir
koridordan koşarak kan ter içinde değişim dairesine geldiler. Asık suratlı bir
kadın çekti kürenin kolunu. Sürpriz yumurta dolana dolana kanaldan yuvarlanırken
gözle takip döndürdü başları. Yumurta alttaki kutuya düşünce Cevat “Memur
hanım, soyadımı değiştirmek istiyorum,” diye söze girdi. Kadın yumurtayı alıp
uzattı. Olup bitenden bir şey anlamadılar. Cevat yumurtayı alacak olduğunda
kadın gülerek çekti geri. “750 lira.” İhtiyar kadının sabrı taştı. “Doğru
dürüst bir ad bulana kadar üst kattaki tavşana tanesi 500 liradan isim kâğıdı
çektirdiğimiz yetmedi mi!” Cevat’ın sinirden eli ayağı boşaldı. “Tutturana
kadar 4500 lira uçtu gitti efendim.” Kadın yüksek sesle “Vatandaş, prosedür
denen bir şey var. Ne diyorsa o!” diye cırladı. Cevat’ın annesi çantasından
limon kolonyası çıkarıp eline yüzüne sürdü. Derin derin soluklanıp boynuna
astığı keseyi çıkardı.
Bıyıklarını
kaşıdı. Başını sağa sola sallarken cık cıklıyordu. Nüfus kâğıdını sertçe masaya
vurup ileri ittirdi. “Cevat Kepçe. Olmamış. Kızın bu soyadıyla ancak aşçı olur.
Nerede doktor, nerede avukat!” Kadın gözyaşlarına boğuldu. “Memur oğlum, bittik
tükendik. Vallahi de billahi de ‘haydi torun okula’ diye diye dershaneye
gönderir, okuturum.” Memur taviz vermeden “Yumurtanın çikolatasını yerken sorun
yok ama,” diye üsteleyince Cevat yakasına yapıştı. “Memur bey o da bayattı.
Yiyemedik.” Memur, çevik hareketlerle elinden kurtulup sırtını döndü. “Neyse
ne! Gidin değiştirin soyadını.” Annesi elini tutup “Kefen paramı verdik oğlum,”
diye yalvarırken kargo görevlisi masaya yaklaştı. “Kolay gelsin. İcabettin Aynalı
çorap oğullarına bakmıştım.” Cevat kendini tutamayıp bastı kahkahayı. Memur
bozuldu. “Beğenemedin mi vatandaş. Kendine gel!” deyince anne oğul esas duruşa
geçti. Memurun gözleri kısa bir süreliğine daldı. Hatırladı çocukluğunu.
“Rahat! O tavşan yok mu o tavşan,” deyip onay kâğıdını imzalarken Cevat bilmiş
bir tavırla “Adınız değil,“ dedi.
Yorumlar
Yorum Gönder