![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixUhYHmToX0v2qGmqCBVt68_liv6HS3NM3i9OoN93mWTJ8MLK-8JsQADNqZamugrJLgfi6x_xm8bXv6XhecSIWPzfL43aHbOnXRRPuiTu1kUyCZ-HGpY8SuRbphWCXov3U0Da_a8v3dCI/s400/13.jpg)
Burçin, toprak zemine adım attığında
gürültüyle hareket eden minibüsün yükselttiği toz bulutu içinde kaldı.
Öksürürken “Burçin Hanım,” diye çağrıldığını duydu. “Bu tarafa yürüyün,” diye
komut veren sesi takip ederek buluttan çıktı. On, onbeş metre önünde dört yol
ağzında bekleyen aracı gördü. Kapıda takım elbiseli bir adam dikiliyordu.
Adımlarını hızlandırarak ona doğru yöneldi. Emin olmak için “Şahin Yıldırım?”
diye sordu. Adam elini uzatıp “Hoş geldiniz,” diyerek araca buyur etti. Şahin
aracı dikkatle kullansa da sarsılmaları engelleyemiyor, Burçin’in başı önüne
düşüyor gözleri kapanıyordu. Şahin uyuya kalmasın diye konu açtı. “Kazı,
Kastamonu Müze Müdürlüğünce yürütülüyor. Tarihi mezar odası kaçak kazı
esnasında iş makineleriyle tahrip edilmişti. Vakfınız definecileri ihbar etmese
büyük bir insanlık mirası yok olup gidecekti.”
Meyve ağaçlarının süslediği bahçede
bülbüller şakıyor, derenin şırıltısı kulakları dolduruyordu. Mermer sütunların
yükseldiği terasta çıplak vücudunu ince tüllerin örttüğü bir kadın sedire sele
serpe uzanmış cariyelerine masaj yaptırıyordu. Kadınlardan biri “Hanımım kuş
sütü,” deyip şişeden eline sıvıyı dökmüştü ki bahçe merdivenlerinde çıkan
öfkeli bir adam yanlarına geldi. Parşömenleri kadının yağlı sırtına fırlattı.
“Cambria, bu ne rezalet!” Cambria doğrulurken havluyu göğüslerine bastırdı.
Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. “Farnekes, sevgili iç güveysi kocacığım.
Sakin olun! Yoksa o dilinizi söktürürüm. Hizmetçiler siz çıkın!” Parşömenleri
ilk defa görüyormuşçasına inceledi. “Ne var bunda. Altınlar benim değil mi!
İstediğim şekilde harcarım.” Farnekes kuşağındaki hançere elini atmıştı ki
vazgeçti. Mermer sehpada duran gül suyu şişesini alıp eline döktü. Boynuna, yüzüne
sürdü. Derin nefesler alıp toparlandı. “Cambria, halı kervanlarını çöllerden
ben geçirdim. Kalkmış servetimizi hayır işlerine yatırmaya çalışıyorsun.”
Cambria vücudunu saran ince tülü savurup saten elbisesini giydi. Eşinin
serzenişlerini duymazdan geldi. “Farnekes, kervanlarına dokunacaklar abimin
onlara ne yapabileceğini düşünüp geri durdular. O altınlar anlayacağın bana
ait.”
Araç yavaşlarken tekerleği derin bir
çukura girdi. Şahin arka arkaya verdiği gazla aracı kurtardı. “Burçin Hanım, rahatsız
oldunuz ama sonunda kazı sahasına geldik.” Burçin zoraki gülümsedi. Kliması
olmayan aracın içi yanıyordu. Vakit kaybetmeden kendilerini dışarı attılar.
Şahin Burçin’in önünden yürürken heyecanla faaliyetler hakkında bilgi
veriyordu. “Kazılarda, 22 metre çapında, 5 metre yüksekliğinde mezar odası
bulundu. Çalışmalarımız sonucunda büyük bir mezar anıtı ortaya çıkartıldı.
Antik çağlarda bölgenin ismi Paflagonya olarak biliniyordu. İlk defa Paflagonya
dönemine ait güzel bir mezar yapısıyla karşılaştık. Bizim açımızdan bu, önemli
bir yapı. Çünkü bölgenin arkeolojisiyle ilgili bilgiler çok kısıtlı. Yaklaşık 2
bin 200 yıllık böyle bir anıt mezarla karşılaşmak bizi şaşırttı. Bu bölge için
sürpriz oldu." Kazı sahasının girişinde kalabalık bir ekip tarafından karşılandılar.
Ağzı burnu kan içindeydi. Göğsüne
aldığı tekmelerle nefesi tıkanmak üzereydi. Kendini yerde zor çekiyor
sürünüyordu. Kapıyı aralayabildi. “Korumalarr!” Zırhlı askerler hızla imdada
yetişti. Koluna girip kaldırdılar. Ayaküstü duramıyordu. “Hazinenin
anahtarlarını çaldı. Çakal dölü Farnekes yatacak yerin yok. Cehennemdeki ateşini hazırlaa! ”
Burçin el kamerasıyla çekim yapıyor
mezar odasının açılışını sabırsızlıkla bekliyordu. Şahin çalışanlarla ayaküstü
konuştu. Ufak bir tepeyi aştıklarında mezar odası ihtişamıyla misafirlerini
karşıladı. Adımlarını hızlandırdılar. Şahin odayı kırk yıllık dostuymuş gibi
tanıyordu. Belli etmese de kadından hoşlanmıştı. Dili çözüldü. "Taşlar
numaralandırılmış, hangi taşın nerede kullanılacağına dair işaretler var.
Taşların tutturulması amacıyla demir kenetler kullanılmış, depremde ya da doğal
afetlerde zarar görmemesi için kurşun akıtılmış. Her taşın boyutları
birbirinden farklı. Ağırlıkları da buna göre değişmekte. Vinçle yaptığımız
kontrollerde 800 kilogramdan 8,5 tona kadar ulaşan ağırlıkta taşlar var. Bu da
buradaki görkemli işçiliğin göstergesi."
At arabası dur durak bilmeden
ilerliyordu. Ufak tepeyi aştığında atlarının yuları çekildi. Kiloca ağır olan,
sürücüye “Sofokles arabayı odaya iyice yanaştır ki yükümüzü rahat rahat
indirelim,” diye talimat verdi. İtaatkârdı. “Efendi Farnekes, siz istirahat
edin.” Farnekes hizmetçisini dinlemedi.
Dayanamayıp çuvalı omuzladı. Beli iki büklüm olsa da vazgeçmedi. Hırslıydı.
“Sana yedirmeyeceğim Cambria.” Sonunda bir iki derken bir düzine çuvalı oda
duvarına sıraladılar.
Vinç yaklaşırken Burçin ve Şahin odanın
çevresini geziyor, gözlerini taşlardaki işlemelerden alamıyorlardı. Kameranın
ışığı duvarlarda gezinirken baş döndüren ayrıntıları görünür kılıyordu. Şahin
elini kabartmanın üzerine koydu. “Genel anlamıyla arazi çalışmaları tamamlandı.
Restorasyon çalışmaları yürütülecek. Çevre düzenlemesi, tanıtıcı levhalar ve
sergileme ile ilgili projeler için çalışmalar devam ediyor.”
Sofokless ve Farnekes çuvalları odaya
taşımaktan yorgun düşmüşlerdi. Son çuvalın dibine oturmuş dinleniyorlardı. “İşi
bitirelim,” diyen Farnekes kalktı. Sofokles peşi sıra doğrulurken oturmasını
işaret etti. Oda karanlıktı. Arabadaki son meşaleyi de alıp tutuşturdu. Çuvalı sırtladı.
Meşale elinde girişin ağzında durdu. “Sofokles sende gel,” diye çağırdı. İçeri
girdiklerinde Farnekes “Girişi kayayla kapat. Ne olur olmaz,” diye uyardı.
Güçlü kollarıyla zorlanmadan kayayı hareket ettirip kapattı. Basık koridorda başlarını eğerek yürüdüler.
Nefes nefese çuvalları yığdıkları odanın en geniş alanına ulaştılar. Farnekes
meşalenin ışığını altınlarını koyacağı küplere tuttu. “Tanrılar bile beni
bulamayacaklar.” Sofokles küplerin ağzını açarken başına aldığı sert darbeyle
yere düştü. Arkası kesilmedi. Son nefesini verdiğinde vücudundaki kan nerdeyse
toprak zemini yumuşatmıştı. Farnekes cesedi ayağıyla ittirdi. Hareket yoktu. “İki
kişinin bildiği sır olmaz değil mi!” Altınları küplere doldurdu. Neşeyle girişe
yöneldi. Melodi mırıldanırken ufak bir sarsıntı oldu. Arkasından daha kuvvetlisi
geldi. Dengesini kaybetti ama toparlandı. Endişelendi. Hızlandı. Kayanın
çevresinde ki boşluklardan akşam güneşinin ışıkları süzülüyordu. Sanki güneş
tutulmuştu. Kayaya yüklendi ama kıpırdamadı. Parmaklarını boşluklardan soktu
bir daha denedi. Çaresizdi.
Kaya zincirlerle vince bağlanmıştı. Yukarı
doğru çekildi. Şahin ve ekibi açılışı sevinçle kutlarken Burçin çantasından
çıkardığı bir dosyayı uzattı. Şahin şaşırdı. Dosyaya göz attı. “Kültür ve
Turizm Bakanlığıyla yapılmış bir antlaşma. Oda da bulunacak eserlerin
sergilenme hakkı Cambria vakfına verilmiş.” Burçin önden içeri girdi. Şahin
ekip liderinden el fenerini alıp arkasından yetişti. Fenerin ışığı basık
koridorun taş duvarlarını aydınlatıyordu. Konuşmadan biraz merak biraz kaygıyla
başlarını eğerek yürüdüler. Nefes nefese küplerin sıralandığı odanın en geniş
alanına ulaştılar. Bir iskelet boylu boyuna küplerin üzerinde uzanıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder