Yatacak yerin yok

Kastamonu şehir terminalinin ilçe peronları boştu. Biri genç diğeri yaşlı iki kadın öğlen güneşinin sıcağından durağa sığınmış oturuyordu. Yaşlı olan çantasından çıkardığı x ten bir parça koparıp ikram edince genç kadın gülümseyerek kabul etti. Kastamonu şivesiyle “Memleket neresi?” diye sordu. Ağzındakini yutup “Yunanistan,” diye cevapladı. Yaşlı kadın şaşırdı. “Türkçen çok güzelmiş kızım adın ne?” “Burçin. Annem Türk.”  “Bende Hanife. Neden buralara kadar geldin?” “Kayı köyüne gidiyorum. Paflagonya dönemine ait mezar odası bulundu. Arkeoloji faaliyetleriyle ilgili belgeleme yapacağım.” “Paflagonya neymiş bilmem ben. Ama soylu bir kişinin mezar odası bulunduğunu duymuşluğum var.” Minibüsün perona yanaşmasıyla ayaklandılar. Muavin bir ayağı yerde diğeri merdivende “Daday yolcusu kalmasın,” diye avaz avaza bağırdı. Hanife öfkelendi. “Deli oğlan gözün mü görmüyor? İki kişiyiz altı üstü. Kulağımı deldin.” Minibüs beklemeden kalktı. Koridorun ortasında cam kenarına Burçin oturdu. Hanife diğer cam kenarına geçip merakla seslendi. “Mesleğin neydi senin? Kusura bakma Burçin kızım bu tarafta çok güzel bir deremiz var. Onu seyretmek istedim.” “Cambria vakfında çalışıyorum. Kurumsal ilişkiler sorumlusuyum.” Muavin ücretleri toplarken Burçin ineceği köyü söyledi. Hoş sohbet devam eden yolculuk yaklaşık yarım saat sonra minibüsün durmasıyla sona erdi.

Burçin, toprak zemine adım attığında gürültüyle hareket eden minibüsün yükselttiği toz bulutu içinde kaldı. Öksürürken “Burçin Hanım,” diye çağrıldığını duydu. “Bu tarafa yürüyün,” diye komut veren sesi takip ederek buluttan çıktı. On, onbeş metre önünde dört yol ağzında bekleyen aracı gördü. Kapıda takım elbiseli bir adam dikiliyordu. Adımlarını hızlandırarak ona doğru yöneldi. Emin olmak için “Şahin Yıldırım?” diye sordu. Adam elini uzatıp “Hoş geldiniz,” diyerek araca buyur etti. Şahin aracı dikkatle kullansa da sarsılmaları engelleyemiyor, Burçin’in başı önüne düşüyor gözleri kapanıyordu. Şahin uyuya kalmasın diye konu açtı. “Kazı, Kastamonu Müze Müdürlüğünce yürütülüyor. Tarihi mezar odası kaçak kazı esnasında iş makineleriyle tahrip edilmişti. Vakfınız definecileri ihbar etmese büyük bir insanlık mirası yok olup gidecekti.”

Meyve ağaçlarının süslediği bahçede bülbüller şakıyor, derenin şırıltısı kulakları dolduruyordu. Mermer sütunların yükseldiği terasta çıplak vücudunu ince tüllerin örttüğü bir kadın sedire sele serpe uzanmış cariyelerine masaj yaptırıyordu. Kadınlardan biri “Hanımım kuş sütü,” deyip şişeden eline sıvıyı dökmüştü ki bahçe merdivenlerinde çıkan öfkeli bir adam yanlarına geldi. Parşömenleri kadının yağlı sırtına fırlattı. “Cambria, bu ne rezalet!” Cambria doğrulurken havluyu göğüslerine bastırdı. Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. “Farnekes, sevgili iç güveysi kocacığım. Sakin olun! Yoksa o dilinizi söktürürüm. Hizmetçiler siz çıkın!” Parşömenleri ilk defa görüyormuşçasına inceledi. “Ne var bunda. Altınlar benim değil mi! İstediğim şekilde harcarım.” Farnekes kuşağındaki hançere elini atmıştı ki vazgeçti. Mermer sehpada duran gül suyu şişesini alıp eline döktü. Boynuna, yüzüne sürdü. Derin nefesler alıp toparlandı. “Cambria, halı kervanlarını çöllerden ben geçirdim. Kalkmış servetimizi hayır işlerine yatırmaya çalışıyorsun.” Cambria vücudunu saran ince tülü savurup saten elbisesini giydi. Eşinin serzenişlerini duymazdan geldi. “Farnekes, kervanlarına dokunacaklar abimin onlara ne yapabileceğini düşünüp geri durdular. O altınlar anlayacağın bana ait.” 
 
Araç yavaşlarken tekerleği derin bir çukura girdi. Şahin arka arkaya verdiği gazla aracı kurtardı. “Burçin Hanım, rahatsız oldunuz ama sonunda kazı sahasına geldik.” Burçin zoraki gülümsedi. Kliması olmayan aracın içi yanıyordu. Vakit kaybetmeden kendilerini dışarı attılar. Şahin Burçin’in önünden yürürken heyecanla faaliyetler hakkında bilgi veriyordu. “Kazılarda, 22 metre çapında, 5 metre yüksekliğinde mezar odası bulundu. Çalışmalarımız sonucunda büyük bir mezar anıtı ortaya çıkartıldı. Antik çağlarda bölgenin ismi Paflagonya olarak biliniyordu. İlk defa Paflagonya dönemine ait güzel bir mezar yapısıyla karşılaştık. Bizim açımızdan bu, önemli bir yapı. Çünkü bölgenin arkeolojisiyle ilgili bilgiler çok kısıtlı. Yaklaşık 2 bin 200 yıllık böyle bir anıt mezarla karşılaşmak bizi şaşırttı. Bu bölge için sürpriz oldu." Kazı sahasının girişinde kalabalık bir ekip tarafından karşılandılar.

Ağzı burnu kan içindeydi. Göğsüne aldığı tekmelerle nefesi tıkanmak üzereydi. Kendini yerde zor çekiyor sürünüyordu. Kapıyı aralayabildi. “Korumalarr!” Zırhlı askerler hızla imdada yetişti. Koluna girip kaldırdılar. Ayaküstü duramıyordu. “Hazinenin anahtarlarını çaldı. Çakal dölü Farnekes yatacak yerin yok.  Cehennemdeki ateşini hazırlaa! ”

Burçin el kamerasıyla çekim yapıyor mezar odasının açılışını sabırsızlıkla bekliyordu. Şahin çalışanlarla ayaküstü konuştu. Ufak bir tepeyi aştıklarında mezar odası ihtişamıyla misafirlerini karşıladı. Adımlarını hızlandırdılar. Şahin odayı kırk yıllık dostuymuş gibi tanıyordu. Belli etmese de kadından hoşlanmıştı. Dili çözüldü. "Taşlar numaralandırılmış, hangi taşın nerede kullanılacağına dair işaretler var. Taşların tutturulması amacıyla demir kenetler kullanılmış, depremde ya da doğal afetlerde zarar görmemesi için kurşun akıtılmış. Her taşın boyutları birbirinden farklı. Ağırlıkları da buna göre değişmekte. Vinçle yaptığımız kontrollerde 800 kilogramdan 8,5 tona kadar ulaşan ağırlıkta taşlar var. Bu da buradaki görkemli işçiliğin göstergesi."

At arabası dur durak bilmeden ilerliyordu. Ufak tepeyi aştığında atlarının yuları çekildi. Kiloca ağır olan, sürücüye “Sofokles arabayı odaya iyice yanaştır ki yükümüzü rahat rahat indirelim,” diye talimat verdi. İtaatkârdı. “Efendi Farnekes, siz istirahat edin.”  Farnekes hizmetçisini dinlemedi. Dayanamayıp çuvalı omuzladı. Beli iki büklüm olsa da vazgeçmedi. Hırslıydı. “Sana yedirmeyeceğim Cambria.” Sonunda bir iki derken bir düzine çuvalı oda duvarına sıraladılar.

Vinç yaklaşırken Burçin ve Şahin odanın çevresini geziyor, gözlerini taşlardaki işlemelerden alamıyorlardı. Kameranın ışığı duvarlarda gezinirken baş döndüren ayrıntıları görünür kılıyordu. Şahin elini kabartmanın üzerine koydu. “Genel anlamıyla arazi çalışmaları tamamlandı. Restorasyon çalışmaları yürütülecek. Çevre düzenlemesi, tanıtıcı levhalar ve sergileme ile ilgili projeler için çalışmalar devam ediyor.”

Sofokless ve Farnekes çuvalları odaya taşımaktan yorgun düşmüşlerdi. Son çuvalın dibine oturmuş dinleniyorlardı. “İşi bitirelim,” diyen Farnekes kalktı. Sofokles peşi sıra doğrulurken oturmasını işaret etti. Oda karanlıktı. Arabadaki son meşaleyi de alıp tutuşturdu. Çuvalı sırtladı. Meşale elinde girişin ağzında durdu. “Sofokles sende gel,” diye çağırdı. İçeri girdiklerinde Farnekes “Girişi kayayla kapat. Ne olur olmaz,” diye uyardı. Güçlü kollarıyla zorlanmadan kayayı hareket ettirip kapattı.  Basık koridorda başlarını eğerek yürüdüler. Nefes nefese çuvalları yığdıkları odanın en geniş alanına ulaştılar. Farnekes meşalenin ışığını altınlarını koyacağı küplere tuttu. “Tanrılar bile beni bulamayacaklar.” Sofokles küplerin ağzını açarken başına aldığı sert darbeyle yere düştü. Arkası kesilmedi. Son nefesini verdiğinde vücudundaki kan nerdeyse toprak zemini yumuşatmıştı. Farnekes cesedi ayağıyla ittirdi. Hareket yoktu. “İki kişinin bildiği sır olmaz değil mi!” Altınları küplere doldurdu. Neşeyle girişe yöneldi. Melodi mırıldanırken ufak bir sarsıntı oldu. Arkasından daha kuvvetlisi geldi. Dengesini kaybetti ama toparlandı. Endişelendi. Hızlandı. Kayanın çevresinde ki boşluklardan akşam güneşinin ışıkları süzülüyordu. Sanki güneş tutulmuştu. Kayaya yüklendi ama kıpırdamadı. Parmaklarını boşluklardan soktu bir daha denedi. Çaresizdi.   

Kaya zincirlerle vince bağlanmıştı. Yukarı doğru çekildi. Şahin ve ekibi açılışı sevinçle kutlarken Burçin çantasından çıkardığı bir dosyayı uzattı. Şahin şaşırdı. Dosyaya göz attı. “Kültür ve Turizm Bakanlığıyla yapılmış bir antlaşma. Oda da bulunacak eserlerin sergilenme hakkı Cambria vakfına verilmiş.” Burçin önden içeri girdi. Şahin ekip liderinden el fenerini alıp arkasından yetişti. Fenerin ışığı basık koridorun taş duvarlarını aydınlatıyordu. Konuşmadan biraz merak biraz kaygıyla başlarını eğerek yürüdüler. Nefes nefese küplerin sıralandığı odanın en geniş alanına ulaştılar. Bir iskelet boylu boyuna küplerin üzerinde uzanıyordu.

Farnekes kralları kıskandıracak bir ihtişamla küplerin üzerine uzanmıştı. Elindeki meşalenin alevi son kez parlayıp söndü. Karanlıkta “Benden alamayacaksın,” diye bağırdı. Deli deli gülüşleri duvarlarda yankılanıyordu.

Yorumlar