Ana içeriğe atla
Gece serinliği sokağa
sinmiş, etrafta kimseler yoktu. Apartmanlar ışıl ışıl, köpekler havlıyordu.
Müstakil bahçeli bir evin balkonu aydınlandı. Bir kadın sofra bezini silkeleyip
içeri girdi. Bulaşık makinesine kirlileri dizerken “Mahmut, karına söyle
makineyi çalıştırsın,” diye bağırdı. Arka odadan melodili bir ses duyuldu. “Füsun
mutfağa bakar mısın!” Bir siluet hızla mutfağın önünden geçip kapıyı açıp
çıktı. Patırtıya kulak kabartan kadın “Bak sen şu geline! Duymazdan geldi,”
deyip hırsla yatak odasına adımladı. Öfkeyle içeri girdi. Deterjan tabletini
fırlattı. “Çekti gitti seninki.” Oğlu giyiniyordu. Keyfi yerindeydi. “Anne oldu
mu şimdi. Don atlet baskın yaptın.” Kadın suratını astı. “Nereye böyle akşam
akşam?” Gömleğini pantolonun içine sokup fermuarı çekti. “Füsun’un okul
arkadaşı Elif yemeğe davet etti.” Annesini öpüp odadan çıktı. Kadın yanağını
sildi. “Pis yalaka seni. Kuyruk olmuşsun kuyruk.” Mutfağa uğrayıp bir dilim
ekmeği tencerede gezdirdi. Damlatmadan ayakkabılarını giydi. Otomat çalıştı. Bahçeyi
koşar adım geçti. Kapıyı açtığında köpek üzerine yürüdü. Ekmeği önüne fırlatıp
sokak lambasının aydınlattığı arabasına koştu. Kadının morali bozuk şoför
koltuğunda oturuyordu. “Annen elimde kalacak haberin olsun,” deyip yana geçti. Adam
kravatını düzeltip motoru çalıştırdı. Sinyal verip yola çıktı. “Hakan annesini
kaybettikten sonra yurt dışına iş gezisine çıkmıştı. Döndü mü?” Kadın kolları
bağlı gergindi. “Meksika’dan döndü.” Canı sıkıldı. “Ne zaman Eliflere gitsek
gördüğünü istiyorsun. Akşam yemeği pahalıya geliyor.” Trafik akıyordu. Işıklarda
simit su satanlar, kaldırımlarda midyecilerin başında sarhoşlar gecenin vazgeçilmez sakinleriydiler. Adam yavaşlamış sapacağı sokağı anlamaya çalışıyordu.
Kadın yüzüne bakmadan “Sağdan ikinciye dön,” dedi. Evin önüne park edip yukarı
çıktılar. Zili çalmadan kapı açılınca şaşırdılar. Bol makyajlı yapmacık gülüşlü
kadın kapıda karşıladı. “Füsun, Mahmut hoş geldiniz.” Paltolarını alıp içeri
buyur etti. Salonda sofra özenle hazırlanmıştı. “Mahmut geç karşıma,” deyip
sandalyeyi ittirdi. Otururken sofraya göz attı. Yemekler yabancıydı. Merakla “Hakan
Meksika lezzetleri mi?” diye sordu. Adam çeşitleri ballandıra ballandıra
tanıttı. Füsun eşinin yanına oturdu. Elif büyük bir keyifle “Size özel bir
çorba yaptım,” diyerek servis etti. Mahmut çorbayı ilk kaşıklayandı. Gözleri
parladı. “Enfes olmuş.” Füsun kaşığını gezdiriyordu. Tabak ilgisini çekti. “Porselen
değişikmiş. Beğendim.” Çorba Mahmut’un nefes borusuna kaçınca öksürdü. Füsun “Helal
helal,” deyip sırtına vurdu. Elif oturmuş, ekmek doğruyordu. “Hakan Meksika’da
annesinin kemiklerinden yaptırdı.” Mahmut ikinci kaşığı yutacakken yanakları
balon gibi şişti. Olanca kuvvetiyle püskürttü. Füsun kaşığı çorbaya düşürdü.
Hakan hiç bir şey olmamış gibi peçeteyle yüzünü sildi. “Meksika’da bir adam
tanıdım. Justin Crowe; dedesinin ölümünden sonra insan kemiklerini kullanarak
yemek takımları yapmaya başlamış bir sanatçı. Dedesinin varlığını daha
yakınında hissetmek istemiş.” Elif çorbaları kaldırırken “Yakınlarını kaybeden
insanlar, böyle bir yöntemle karşılaşınca oldukça olumlu tepkiler vermiş. Sadece
tepki değil kimisi yakınlarının kemiklerinden özel parçalar isterken kimisi bir
fotoğraftan daha fazlasını veren bu yöntemi geliştirdiği için Justin’e teşekkür
etmiş.” Mahmut bastı kahkahayı. Kendine hâkim olamıyordu. “Yemek beleşe geldi.”
Füsun ağzını tutup masadan kalktı lavaboya zor yetişti. Döndüğünde suratı
sararmış, paltosu elindeydi. “Kalk Mahmut kalk kafayı yiyeceğim.” Elif
umursamadı. “Canım abartmıyor musunuz?” Apart topar kendilerini dışarı attılar.
Mahmut gülmekten arka arkaya arabayı istop ettirdi. Füsun toparlandı. Kolonya
dökündü. Avucundan derin bir nefes çekti. Şeytani bir gülümsemeyle “Bende o
takımdan yaptıracağım. Nede olsa malzememiz var,” dedi. Mahmut birden durdu. “Tövbe
de!”
Yorumlar
Yorum Gönder