Hokus pokus!

Sihirbazlık kulübü çocuklarla dolmuştu. Yıldız desenli kumaşla örtülmüş masanın arkasında duran ihtiyar sihirbazı merakla takip ediyorlar, sihirbaz üzerine çevrilmiş dikkatli gözleri yaptığı numaralarla aldatıyordu. Çocukları en çok şaşırtan yanan kâğıtların içinden güvercin çıkartmaya sıra gelince alkış koptu. Şapkasını masasına koyarken komik mimiklerle çocukları güldürdü. Şapkadan bir tutam renkli kâğıt kırpıntısı aldı. Masadan kaldırdığı çanağa serpip çakmakla tutuşturdu. Kapağı kapadı. “Hokus pokus!” diye sihirli sözleri söyleyince çocukların gözü dört açıldı nefesler tutuldu. Kapağı açınca beyaz bir güvercin kanat çırparak çocukların üzerinden uçup yere düştü. Çocuklar heyecanla alkışladılar. Sihirbaz tebrikleri selamlayarak kabul etti. “Çantalarınızdan malzemelerinizi çıkarın bakalım. Sıra sizde,” deyip numarayı öğretmeye geçti. Sekiz on yaşlarında bir kız çocuğu suratı asık kâğıt kırpıntılarını önüne koydu. Yanındaki “Daisy, neyin var?” diye halini hatırını sordu. “Abbigaile, keşke matematiği hokus pokusla anlasaydım,” diye dert yandı. Abbigaile arkadaşının eline kırpıntıları tutuşturdu. Kocaman bir gülümsemeyle “Bize gel sana hokus pokus yaparım,” diye davet etti.  

Karanlık odada küçük bir lambanın ışığıyla aydınlanan masada bir adam, büyütecin altında dikkatle ince kemik parçalarını birbirine ekliyordu. “Dodomuz bitti bitecek,” deyip kadife kumaş üzerindeki gaga parçasını baş iskeletindeki kancaya özenle taktı. Sandalyesine keyifle yaslanmıştı ki kapı aniden açıldı. İçeri “Ben geldim,” diye giren kız çocuğu lambayı yaktı. Adamın gözleri kamaştı. Kız adama doğru koşarken sırt çantasını omuzlarından attı. “Babaa,” diye sarılıp “Çok sevinçliyim. Güvercin çıkarmayı öğrendik,” diyerek kucağına oturdu. Gagaya dokundu. Baş ileri geri oynayınca kıkırdadı. “Bitirmişsin. Ne kuşuydu bu?” Adam kucağından indirip cila şişesini açtı. “Dünya genelindeki müzelerde yalnızca 12 dodo iskeleti bulunuyor. Nesli tükenmiş güvercin cinsinden, uçamayan bir kuş türü. En  son 16. yüzyılda Hint Okyanusu'nun Mauritius Adası'nda Portekizli denizciler  tarafından görülmüştü. Hindiden büyük, ortalama 23 kilogram ağırlığındaki kuşun 1681 yılında  nesli tükendi.” Kız “Yeterr baba! Çok sıkıcısın,” diye çıkışınca adam pis pis sırıttı. Odanın köşesinde ki kanarya öterek sohbete katıldığında ilgiyi üzerine topladı. Kız “Aşkım, unutmadık seni,” diyerek kafese yöneldi. Öpücükler vererek kanaryayı Dodo’nun yanına getirdi. Baba kız keyifle kanaryanın şakımasını dinliyorlardı. Kız “Bunu yapan gerçek bir sihirbaz olmalı” deyince babası gülümseyerek başıyla onayladı. “Abbigaile, Dodo iskeleti babamdan bana kaldı. Ben de sana bırakacağım.” Arkadan “Barton, çocuğu meşgul etmesen diyorum. Sabaha doktorla randevumuz var,” diye sitem eden bir kadın yaklaştı. Abbiagaile “Geldim anne,” diye somurttu. Barton fırçaya damlattığı cilayı ayaktan başlayarak başa doğru iskelete sürüyordu. Kadın fazla geçmeden adamın yanına gelip bir sandalye çekti. Gergindi.  Barton gözünü iskeletten ayırmadan sakin bir ses tonuyla “Cally, rahatlamalısın. Testlerden iyi sonuç çıkacağını düşünüyorum. Tedaviye cevap verecektir,” diye sakinleştirmeye çalıştı. Kadın fırçayı alıp kenara bıraktı. Ellerinde tutup masadan “Gözlerin kızarmış. İşe geç kalacaksın. Yatalım,” diyerek kaldırdı.

Gökdelenler iş hayatının kovanı olmuş kumaş elbiseliler arı gibi çalışıyorlardı. Ofisteki atmosfer vergi memurlarının ani baskınıyla gerilmişti. Muhasebe müdürünün odasının kapısı aralıktı. Dosya yığılmış masada müdür çaresiz kıvranıyordu. Barton ceketini ilikleyip kapıyı tıklayarak içeri girdi. “Ara toplam hesap dosyasını getirdim,” diyerek uzattı. Müdür kravatını gevşetti. Koltuğunda geriye yaslanıp başını iki elinin arasına aldı. Kendi etrafında döndü. “Barton, fena girdi! Üç milyon dolar ceza. Kanunlara baktım. Yırtmanın bir yolu yok.” Barton evrakları bırakıp müdürünün yanına adımladı. Bilgisayara eğilip internette bir hukuk sitesi açtı. “Forum sayfasını okuyun,” deyip geri çekildi. Adamın ağzı kulaklarına vardı. “Barton bunu nasıl buldun? Sen bir dâhisin,” diye övüp yerinden fırladı. Barton’un kafasını yakalayıp alnından öptü. Çıktı alıp yan odadaki şirket sahibine gitti. Barton odada bir başına kalmış ne yapacağına düşünürken sekreter kapıdan “Sizi bekliyorlar,” diye haber verdi. Ayak parmaklarının buz kestiği hissetti. Ne diyeceğini aklından geçirirken kendini fildişleriyle süslenmiş tahta benzeyen koltuğunda oturan adamın “Sizinle tanışmadık. Adım Early,” diye uzattığı elini sıkarken buldu. Müdür kendine gelmişti. “Şirketi cezadan kurtaran kahramanımız Barton,” diye taktim etti. Early çalışanlarını misafirlerine gösterdiği özenle ağırladı.        

İki kız ağaç gölgesi altına serdikleri piknik örtüsünde kurabiye atıştırırken ders çalışıyorlardı. Ağaç dalında asılı kafeste kanarya şarkılarıyla eşlik ediyordu. Daisy ayağa kalkıp parmak uçlarında yükseldi. Kanaryaya kurabiye parçası uzatınca Abbigaile ayaklanıp tellere sıkıştırılmış parçayı aldı. “Ona şekerli yiyecekler vermiyoruz,” diye uyardı. Kadın elinde tepsi bahçeye uzanan merdivenlerden inerek “Kızlar limonatalar geldi,” diye müjdeyi verdi. Çocuklar kadının etrafını çevirdi. Büyük limonata bardaklarını aldılar. “Afiyet olsun. İyi çalışın,” diye nasihat verip mutfağa döndü. Pencereden çocukların eğlenmesini üzüntüyle izliyordu. İç geçirdi. Arka cebine sokuşturduğu raporu çıkardı. Göz gezdirirken yüreği sıkıştı. “Callyy!” diye seslenen kocasını duyunca şaşırdı. Kapıya yöneldi. Barton ayakkabılarını çıkarırken gözleri ışık saçıyordu. Cally “İşten mi kovuldun!” diye endişesini dile getirdi. Barton rahattı. “Ne kovulması maaşım arttı. İzin verdiler. Anlatırım,” diye sevincini paylaştı. Cally sessizce önden mutfağa yürüyünce Barton “Neyin var?” diye kaygıyla sordu. Raporu verdi. “Kızın tahlilleri pozitif çıktı. İlik nakli yapılması gerekiyor. İsviçre’deki tıp merkezinde tedavi mümkün ama faturası 400 bin. Tedavi uzun süreceği için İsviçre’ye taşınmamız gerekebilir,” diye karanlık tabloyu paylaştı. Barton başından kaynar sular dökülürken çocukların ders çalışmasını acıyla seyrediyordu. Burnunu çekip gözlerini sildi. “Bir yolu var.”

Kapının karşısındaki koltukta oturmuş çağrılmayı bekliyordu. Sekreterin telefonu çaldı. Kadın kısa cevaplarla kapattı. “Girebilirsiniz,” diye izni verdi. Barton birkaç derin nefes alıp söyleyeceklerini toparladı. Odaya adım attığında göğsüne çarpan golf topuyla irkildi. Kaburgaları az daha kırılacaktı. Çalışma masasının arkasında ki mini golf alanını yeni fark ediyordu. Early rahat tavırlarla “Bakacağına topu getir,” diye emretti. Eğilip topu aldı. Adama doğru yöneldi. Topu verirken “Sizden bir ricam var,” diye derdini açıyordu ki Early sus işareti yaptı. Topu dikip sert bir vuruşla pencereden dışarı yolladı. Barton odanın ortasında donup kaldı. Early boynuna doladığı havluyla yüzündeki teri sildi. “Rica duymak istemiyorum. Ortak mı kesildin başıma!” diye yolu gösterdi. Kulakları uğulduyordu. Düşünemez olmuştu. Şirketten nasıl çıktığını arabaya binip eve nasıl döndüğünü hayal meyal hatırlıyordu. Cally çocuğu almaya okula gitmişti. Bir başına evde Dodo’yla karşılıklı oturuyordu. Aklına bir fikir geldi. Laptopu açıp müzayede sitelerini ziyaret etti. Sonunda yakın zamanda yapılacak birini bulup kaydını yaptırdı.
    
İçi doldurulmuş hayvanların süslediği odada Early kutup ayısının ayakucuna bağdaş kurmuş meditasyon yapıyordu. “Babaa,” diye sızlanan Daisy adamın dikkatini dağıttı. Gözlerini açmadan fısıldayarak “Ne istiyorsun?” diye sordu. “Kuş istiyorum,” diye dileğini dillendirdi. Early parmağıyla duvarda ki kafesi gösterip “Orada var,” diye başından savmak isteyince Daisy dizine sert bir tekme atıp “Ben karga değil kanarya istiyorum. Özellikle yaşayanından,” diye diretti.

Müzayede evi meraklıların akınına uğramıştı. Koleksiyonerler eşsiz parçalar için yüksek bedeller ödemeye hazırdı. Müzayede yöneticisi kürsüye çıktı. Notlarını kontrol ederken cam kutu içinde kuş iskeleti mermer sütun üzerine konuldu. Mikrofonu alıp  “Sıradaki parçamız; Bir Dodo meraklısı tarafından 40 yıl boyunca yüzde 95'i tamamlanan Dodo iskeleti. Açılış fiyatımız elli bin dolar,” diye müzayedeyi açtı. Kulak memeleri tutuluyor, bedel artıyordu. Çekişme kızışmıştı. Early yılmak bilmiyordu. Rakibi en sonunda vaz geçti. Müzayede yöneticisi “430 bin dolara satıyorum. Var mı arttıran?” diye son bir kez sordu. Çıt çıkmayınca “Satıyorum, sattım,” diye satışı kapadı. Early koleksiyonuna kattığı eşişiz Dodo iskeletiyle sarhoş olmuştu. Yol boyunca gözlerini ayıramadı. Tek tek kemiklerin ayrıntılarını inceledi. Şoföre “Acaba tadı nasıldır?” diye sorarak soğuk bir şaka da yaptı. Araba park edilince aceleyle yeni parçayı koleksiyonuna katmak için fırladı. Paltosunu hizmetçiye vermeden eve daldı. Sağa sola bakmadan koleksiyon odasına yöneldi. Koridorda yürürken Daisy’nin odasına doğru “Sana kuş aldım,” diye seslendi. Daisy heyecanlandı. Babasının peşine takıldı. Early itinayla kafesi duvardaki yerine astı. “Hani kanaryam,” diye merakla soran Daisy iskeleti görünce öfkeden dişlerini sıktı. Early kızının yanaklarını sıkıştırırken pişkin pişkin “Yem derdi de yok,” diye iyi tarafını göstermeye çalıştı. Dizine sert bir tekme gelince “Nankör velet! İhtiyar sihirbaza söyle kanarya yapmasını öğretsin,” diye alay ederken seke seke odadan çıktı. Abbigaile gürültü patırtıyı duyunca arkadaşının yanına geldi. İskelete bakıp “Dodo,” derken kırk yıllık dostunu görmüş gibi sevindi. Daisy kaşlarını çattı. “Ne çirkin değil mi!” diye memnuniyetsizliğini saklamadı.  
   
Barton anahtarıyla kapıyı açıp eve girerken “Cally aşkım mucize oldu,” diye seslendi. Cally eşofmanlarıyla bitkin bir vaziyette yanına geldi. Barton Cally’nin eline çeki tutuşturdu. Rakamı okuyunca sevinç çığlıklarıyla birbirlerine sarıldılar. “Yol açınn” diyen Abbigaile aralarından koşarak geçti. Kanarya kafesini alıp geri çıktı.  


Early işten erken ayrılıp koleksiyonunun yeni parçasını seyretmek için eve erken döndü. “Daisyy,” diye seslendi. “Buraya gel baba,” diye koleksiyon odasına çağrılınca meraklandı. Daisy sihirbaz kıyafetlerini giymiş üzerine örtü serdiği kafesin başında duruyordu. “Muhteşem gösterime hoş geldiniz,” diye babasına yer gösterdi. Early kızıyla arasındaki buzların eridiğine sevindi. “Bir taşla iki kuş,” diye mırıldandı. Koltuğuna yerleşip ayak ayaküstüne attı. Ceketinin düğmesini açtı. Daisy ışıkları kapatıp mumları yaktı. “Hokus pokus,” diye sihirli kelimeleri söylerken sopasını kafes üzerinde gezdirdi. Hızla örtüyü çekti. Kanarya kafes içinde zıplıyor bir yandan da şakıyordu. Daisy keyifle “Gerçek sihri görünce donup kalırsın işte öyle” diye iğneyi batırdı.   

Yorumlar

  1. Müthiş bir hayal gücünüz var.Arkası arkasına gelen eylem ve diyaloglar nefes kesiyor.Bu tür yazıları kaleme almak elbette ayrı bir yetenek ve cesaret. Deneme ve fikir temelli yazılarda daha zor olduğunu düşünüyorum, roman ve hikaye yazarlığının.Sizi kutlarım.Bununla birlikte, eylem ve diyalogların arasında, kişinin hatırlamaları, duyguları, çevre ile ilgili ayrıntılar nefes aldırır okuyucuya.Aynı zamanda eylem ve diyaloglara geçişite algıyı toparlar diye düşünüyorum. Yazınız bütün olarak taktire şayan bir metafor.Tebrikler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder