![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwImpTBOBNo_nToK4nAPS3cxClnlyAL8_zq0VEs-cY5nOkOr-nirHxG2EC0h2GighweSxsBrnXTLBNrOYd5l5vAPkYEQBwwCj1jgfxM8yYvsQAmbYLXmh0GpiCfEDr1vu6IOyerfXj80I/s400/product_2471.jpg)
Karanlık odada küçük bir lambanın
ışığıyla aydınlanan masada bir adam, büyütecin altında dikkatle ince kemik
parçalarını birbirine ekliyordu. “Dodomuz bitti bitecek,” deyip kadife kumaş
üzerindeki gaga parçasını baş iskeletindeki kancaya özenle taktı. Sandalyesine
keyifle yaslanmıştı ki kapı aniden açıldı. İçeri “Ben geldim,” diye giren kız
çocuğu lambayı yaktı. Adamın gözleri kamaştı. Kız adama doğru koşarken sırt
çantasını omuzlarından attı. “Babaa,” diye sarılıp “Çok sevinçliyim. Güvercin
çıkarmayı öğrendik,” diyerek kucağına oturdu. Gagaya dokundu. Baş ileri geri
oynayınca kıkırdadı. “Bitirmişsin. Ne kuşuydu bu?” Adam kucağından indirip cila
şişesini açtı. “Dünya genelindeki müzelerde yalnızca 12 dodo iskeleti
bulunuyor. Nesli tükenmiş güvercin cinsinden, uçamayan bir kuş türü. En son 16. yüzyılda Hint Okyanusu'nun Mauritius
Adası'nda Portekizli denizciler
tarafından görülmüştü. Hindiden büyük, ortalama 23 kilogram
ağırlığındaki kuşun 1681 yılında nesli
tükendi.” Kız “Yeterr baba! Çok sıkıcısın,” diye çıkışınca adam pis pis
sırıttı. Odanın köşesinde ki kanarya öterek sohbete katıldığında ilgiyi üzerine
topladı. Kız “Aşkım, unutmadık seni,” diyerek kafese yöneldi. Öpücükler vererek
kanaryayı Dodo’nun yanına getirdi. Baba kız keyifle kanaryanın şakımasını
dinliyorlardı. Kız “Bunu yapan gerçek bir sihirbaz olmalı” deyince babası
gülümseyerek başıyla onayladı. “Abbigaile, Dodo iskeleti babamdan bana kaldı.
Ben de sana bırakacağım.” Arkadan “Barton, çocuğu meşgul etmesen diyorum.
Sabaha doktorla randevumuz var,” diye sitem eden bir kadın yaklaştı. Abbiagaile
“Geldim anne,” diye somurttu. Barton fırçaya damlattığı cilayı ayaktan
başlayarak başa doğru iskelete sürüyordu. Kadın fazla geçmeden adamın yanına
gelip bir sandalye çekti. Gergindi.
Barton gözünü iskeletten ayırmadan sakin bir ses tonuyla “Cally, rahatlamalısın.
Testlerden iyi sonuç çıkacağını düşünüyorum. Tedaviye cevap verecektir,” diye
sakinleştirmeye çalıştı. Kadın fırçayı alıp kenara bıraktı. Ellerinde tutup
masadan “Gözlerin kızarmış. İşe geç kalacaksın. Yatalım,” diyerek kaldırdı.
Gökdelenler iş hayatının kovanı olmuş
kumaş elbiseliler arı gibi çalışıyorlardı. Ofisteki atmosfer vergi memurlarının
ani baskınıyla gerilmişti. Muhasebe müdürünün odasının kapısı aralıktı. Dosya
yığılmış masada müdür çaresiz kıvranıyordu. Barton ceketini ilikleyip kapıyı
tıklayarak içeri girdi. “Ara toplam hesap dosyasını getirdim,” diyerek uzattı.
Müdür kravatını gevşetti. Koltuğunda geriye yaslanıp başını iki elinin arasına
aldı. Kendi etrafında döndü. “Barton, fena girdi! Üç milyon dolar ceza.
Kanunlara baktım. Yırtmanın bir yolu yok.” Barton evrakları bırakıp müdürünün
yanına adımladı. Bilgisayara eğilip internette bir hukuk sitesi açtı. “Forum
sayfasını okuyun,” deyip geri çekildi. Adamın ağzı kulaklarına vardı. “Barton
bunu nasıl buldun? Sen bir dâhisin,” diye övüp yerinden fırladı. Barton’un kafasını
yakalayıp alnından öptü. Çıktı alıp yan odadaki şirket sahibine gitti. Barton
odada bir başına kalmış ne yapacağına düşünürken sekreter kapıdan “Sizi
bekliyorlar,” diye haber verdi. Ayak parmaklarının buz kestiği hissetti. Ne
diyeceğini aklından geçirirken kendini fildişleriyle süslenmiş tahta benzeyen
koltuğunda oturan adamın “Sizinle tanışmadık. Adım Early,” diye uzattığı elini
sıkarken buldu. Müdür kendine gelmişti. “Şirketi cezadan kurtaran kahramanımız
Barton,” diye taktim etti. Early çalışanlarını misafirlerine gösterdiği özenle
ağırladı.
İki kız ağaç gölgesi altına serdikleri
piknik örtüsünde kurabiye atıştırırken ders çalışıyorlardı. Ağaç dalında asılı
kafeste kanarya şarkılarıyla eşlik ediyordu. Daisy ayağa kalkıp parmak
uçlarında yükseldi. Kanaryaya kurabiye parçası uzatınca Abbigaile ayaklanıp
tellere sıkıştırılmış parçayı aldı. “Ona şekerli yiyecekler vermiyoruz,” diye
uyardı. Kadın elinde tepsi bahçeye uzanan merdivenlerden inerek “Kızlar
limonatalar geldi,” diye müjdeyi verdi. Çocuklar kadının etrafını çevirdi.
Büyük limonata bardaklarını aldılar. “Afiyet olsun. İyi çalışın,” diye nasihat
verip mutfağa döndü. Pencereden çocukların eğlenmesini üzüntüyle izliyordu. İç
geçirdi. Arka cebine sokuşturduğu raporu çıkardı. Göz gezdirirken yüreği
sıkıştı. “Callyy!” diye seslenen kocasını duyunca şaşırdı. Kapıya yöneldi.
Barton ayakkabılarını çıkarırken gözleri ışık saçıyordu. Cally “İşten mi
kovuldun!” diye endişesini dile getirdi. Barton rahattı. “Ne kovulması maaşım
arttı. İzin verdiler. Anlatırım,” diye sevincini paylaştı. Cally sessizce önden
mutfağa yürüyünce Barton “Neyin var?” diye kaygıyla sordu. Raporu verdi. “Kızın
tahlilleri pozitif çıktı. İlik nakli yapılması gerekiyor. İsviçre’deki tıp
merkezinde tedavi mümkün ama faturası 400 bin. Tedavi uzun süreceği için
İsviçre’ye taşınmamız gerekebilir,” diye karanlık tabloyu paylaştı. Barton
başından kaynar sular dökülürken çocukların ders çalışmasını acıyla
seyrediyordu. Burnunu çekip gözlerini sildi. “Bir yolu var.”
Kapının karşısındaki koltukta oturmuş
çağrılmayı bekliyordu. Sekreterin telefonu çaldı. Kadın kısa cevaplarla
kapattı. “Girebilirsiniz,” diye izni verdi. Barton birkaç derin nefes alıp
söyleyeceklerini toparladı. Odaya adım attığında göğsüne çarpan golf topuyla
irkildi. Kaburgaları az daha kırılacaktı. Çalışma masasının arkasında ki mini
golf alanını yeni fark ediyordu. Early rahat tavırlarla “Bakacağına topu
getir,” diye emretti. Eğilip topu aldı. Adama doğru yöneldi. Topu verirken
“Sizden bir ricam var,” diye derdini açıyordu ki Early sus işareti yaptı. Topu
dikip sert bir vuruşla pencereden dışarı yolladı. Barton odanın ortasında donup
kaldı. Early boynuna doladığı havluyla yüzündeki teri sildi. “Rica duymak
istemiyorum. Ortak mı kesildin başıma!” diye yolu gösterdi. Kulakları uğulduyordu.
Düşünemez olmuştu. Şirketten nasıl çıktığını arabaya binip eve nasıl döndüğünü
hayal meyal hatırlıyordu. Cally çocuğu almaya okula gitmişti. Bir başına evde
Dodo’yla karşılıklı oturuyordu. Aklına bir fikir geldi. Laptopu açıp müzayede
sitelerini ziyaret etti. Sonunda yakın zamanda yapılacak birini bulup kaydını
yaptırdı.
İçi doldurulmuş hayvanların süslediği
odada Early kutup ayısının ayakucuna bağdaş kurmuş meditasyon yapıyordu.
“Babaa,” diye sızlanan Daisy adamın dikkatini dağıttı. Gözlerini açmadan
fısıldayarak “Ne istiyorsun?” diye sordu. “Kuş istiyorum,” diye dileğini
dillendirdi. Early parmağıyla duvarda ki kafesi gösterip “Orada var,” diye
başından savmak isteyince Daisy dizine sert bir tekme atıp “Ben karga değil
kanarya istiyorum. Özellikle yaşayanından,” diye diretti.
Müzayede evi meraklıların akınına
uğramıştı. Koleksiyonerler eşsiz parçalar için yüksek bedeller ödemeye hazırdı.
Müzayede yöneticisi kürsüye çıktı. Notlarını kontrol ederken cam kutu içinde
kuş iskeleti mermer sütun üzerine konuldu. Mikrofonu alıp “Sıradaki parçamız; Bir Dodo meraklısı
tarafından 40 yıl boyunca yüzde 95'i tamamlanan Dodo iskeleti. Açılış fiyatımız
elli bin dolar,” diye müzayedeyi açtı. Kulak memeleri tutuluyor, bedel
artıyordu. Çekişme kızışmıştı. Early yılmak bilmiyordu. Rakibi en sonunda vaz
geçti. Müzayede yöneticisi “430 bin dolara satıyorum. Var mı arttıran?” diye
son bir kez sordu. Çıt çıkmayınca “Satıyorum, sattım,” diye satışı kapadı.
Early koleksiyonuna kattığı eşişiz Dodo iskeletiyle sarhoş olmuştu. Yol boyunca
gözlerini ayıramadı. Tek tek kemiklerin ayrıntılarını inceledi. Şoföre “Acaba
tadı nasıldır?” diye sorarak soğuk bir şaka da yaptı. Araba park edilince
aceleyle yeni parçayı koleksiyonuna katmak için fırladı. Paltosunu hizmetçiye
vermeden eve daldı. Sağa sola bakmadan koleksiyon odasına yöneldi. Koridorda
yürürken Daisy’nin odasına doğru “Sana kuş aldım,” diye seslendi. Daisy
heyecanlandı. Babasının peşine takıldı. Early itinayla kafesi duvardaki yerine
astı. “Hani kanaryam,” diye merakla soran Daisy iskeleti görünce öfkeden
dişlerini sıktı. Early kızının yanaklarını sıkıştırırken pişkin pişkin “Yem
derdi de yok,” diye iyi tarafını göstermeye çalıştı. Dizine sert bir tekme
gelince “Nankör velet! İhtiyar sihirbaza söyle kanarya yapmasını öğretsin,” diye
alay ederken seke seke odadan çıktı. Abbigaile gürültü patırtıyı duyunca
arkadaşının yanına geldi. İskelete bakıp “Dodo,” derken kırk yıllık dostunu
görmüş gibi sevindi. Daisy kaşlarını çattı. “Ne çirkin değil mi!” diye
memnuniyetsizliğini saklamadı.
Barton anahtarıyla kapıyı açıp eve
girerken “Cally aşkım mucize oldu,” diye seslendi. Cally eşofmanlarıyla bitkin
bir vaziyette yanına geldi. Barton Cally’nin eline çeki tutuşturdu. Rakamı
okuyunca sevinç çığlıklarıyla birbirlerine sarıldılar. “Yol açınn” diyen
Abbigaile aralarından koşarak geçti. Kanarya kafesini alıp geri çıktı.
Early işten erken ayrılıp
koleksiyonunun yeni parçasını seyretmek için eve erken döndü. “Daisyy,” diye
seslendi. “Buraya gel baba,” diye koleksiyon odasına çağrılınca meraklandı.
Daisy sihirbaz kıyafetlerini giymiş üzerine örtü serdiği kafesin başında
duruyordu. “Muhteşem gösterime hoş geldiniz,” diye babasına yer gösterdi. Early
kızıyla arasındaki buzların eridiğine sevindi. “Bir taşla iki kuş,” diye
mırıldandı. Koltuğuna yerleşip ayak ayaküstüne attı. Ceketinin düğmesini açtı.
Daisy ışıkları kapatıp mumları yaktı. “Hokus pokus,” diye sihirli kelimeleri
söylerken sopasını kafes üzerinde gezdirdi. Hızla örtüyü çekti. Kanarya kafes
içinde zıplıyor bir yandan da şakıyordu. Daisy keyifle “Gerçek sihri görünce
donup kalırsın işte öyle” diye iğneyi batırdı.
Müthiş bir hayal gücünüz var.Arkası arkasına gelen eylem ve diyaloglar nefes kesiyor.Bu tür yazıları kaleme almak elbette ayrı bir yetenek ve cesaret. Deneme ve fikir temelli yazılarda daha zor olduğunu düşünüyorum, roman ve hikaye yazarlığının.Sizi kutlarım.Bununla birlikte, eylem ve diyalogların arasında, kişinin hatırlamaları, duyguları, çevre ile ilgili ayrıntılar nefes aldırır okuyucuya.Aynı zamanda eylem ve diyaloglara geçişite algıyı toparlar diye düşünüyorum. Yazınız bütün olarak taktire şayan bir metafor.Tebrikler.
YanıtlaSil