Zoraki Ölüm

Huzur evinin salonunda ihtiyarlar dans ediyordu. Eğlence grubunun kızları oturmaya fırsat bulamamışlardı. Kadınlar dans pistinin kenarında bekliyorlardı. Genç kızlara kuyruk olanları gördükçe suratları iyice buruşmuştu. Erkeklerden biri kadınların yanındaydı. Çiftlerden biri yanına yaklaştı. “Hey Joseph ben bırakacağım. Hemen kap. İhtiyar kurtlara kaptırma,” deyip düdüğü kuvvetle öttürdü. Konfetiler patlatıldı. Somurttu. “Üstüm başım battı,” diye söylendi. Bastonunda kuvvet alıp kalktı. Dans edenlere çarpa çarpa pisti geçti.

Yatakta uzanmış gözleri tavandaydı. Ufak ayak hareketleri yaparak odaya girdi. “Dostum erken kaçtın.” Sessizdi.  Soyunurken meraklanmıştı. “Ağzını bıçak açmıyor.” Yorganı başına çekti. “Ölmek istiyorum.” Şaşırdı. Başucuna oturdu. “Dans edememen ölmeni gerektirmez.” Keyifsizdi. “Sadece dans değil. Sevdiğim hiçbir şeyi yapamıyorum.” Komedindeki kağıt ilgisini çekti. Göz attı. “Ötenazi hakkını mı kullanmak istiyorsun?”

Pazar günleri ayin düzenlenirdi. En güzel takım elbisesini giydi. Odadan çıkmadan omzundan dürttü. “Uyan Joseph!” Alaycı bir tavırla “Tanrıya söyler misin tatil günleri çalışmasın,” diye tersledi. Aldırmadı. “Dans edemiyorsun anladık. Hayata küstün. Altı üstü gelip sıraya oturacaksın. Var yok meselesi yapıyorsun.”

Sağlık bakanlığı ötenazi başvuruları değerlendirme komisyonu haftalık toplantısını yapıyordu. “Luca, bakar mısın! Başvuru sahibinin adı Joseph Farquir. Soyadı benzerliği mi yoksa akrabalık var mı?”

Bahçe dökülen yapraklarla kaplanmıştı. Serin havalarda ihtiyarlar içerideki dinlenme salonlarını tercih ederlerdi. Havuz kenarındaki bankta iki kişi konuşuyordu. “Baba anlamıyorum neden ölmek istiyorsun?” Morali bozuktu. “Ötenazi başvurularını değerlendiren komisyona Hristiyan Demokrat Parti üyesi birini aldıklarına inanamıyorum.” Çileden çıktı. “O komisyonda olmasam kendini öldürecektin.” Sinirlendi. “Sen ve dini saçmalıklarından sıkıldım. Ne var biliyor musun; nefes alıp vermeyi yaşamakla karıştırıyorsun.” Eşine çocukları kafeteryaya götürmesini işaret etti. “Lütfen sakin ol. Torunlarını korkutuyorsun.”

Havalar iyice ısınmış yol boyu ağaçlar yeşillenmişti. Sola sinyal verip döndü. “Babama inanamıyorum Luca. Bu yaştan sonra Hindu olmuş.” Düşünceliydi. “Hristiyan olmak yerine neden Hindu anlamıyorum.” Keyifliydi. “Kendini öldürmesinden iyidir.” Gözü yoldaydı. “Mees, çenen düştü. Şu ilerideki sapağı kaçırırsan çok gezeriz.” Hayret içindeydi. “Huzur evi eşyalarını verdiğine göre demek Hindistan’da uzun kalacak.” Homurdandı. “Nasıl bir dini törense 3 ay sürüyor.”

“Hoş geldiniz. Babanızın odasına kadar size eşlik edeceğim,” diyen görevli önden yürüdü. Kapıyı açtı. Bavulları soktular. Luca “Gerisini biz hallederiz,” deyip görevliyi gönderdi. Diğeri yatağa uzandı. “Oda güzelmiş. Yaylar fena değil.” Derin bir nefes çekti. ”Canımı sıkma Mees! Şu eşyaları çıkar.” Kalkarken yatak altına atılmış gazetelere ayağa takıldı. “Az kalsın düşüyordum.” Eğildi. “Ne çok gazete biriktirmiş.” Bir tomarı çekip çıkardı. “Habere bak Luca; Hindistan'ın kuzeyinde düzenlenen bir dini tören sırasında çıkan izdihamda ilk belirlemelere göre 19 kişi ölmüş. Ayrıca 2013 yılında ekim ayında Madhya Pradeş eyaletinde çıkan izdihamda çoğu kadın ve çocuk 110'dan fazla kişi hayatını kaybetmiş. Ülkede dini festivallerde yeterli güvenlik önlemlerinin alınmaması nedeniyle ölümlerle sonuçlanan izdihamlar sıklıkla meydana geliyormuş.” Olduğu yere çöktü. Bakışları dondu. Diğeri endişelendi. “Luca neyin var,” diye seslendi. Cevap alamadı. Başını uzattı. Aniden gülümsedi. Gülümsemesi kahkahaya döndü.         

Yorumlar