Sentetik insan

Alıntı;
“Karanlık, evde yüzyıllardır hüküm sürmüş olabilir ama küçücük bir mum getirdiğinde 'Yüzyıllardır buradayım ve var gücümle savaşacağım,' diyemez. Ortadan kaybolur. Kendini değiştirdiğinde, o değişim içinde dünyanın bir parçasını değiştirdin. Sendeki değişim seni zenginleştiren, mutlu eden bir şeyse, başkalarının seninle birlikte çiçek açmaya direnmesi zordur. Tek bir birey, dönüşüm kelimesini bile kullanmadan bütün dünyayı dönüştürebilir.”
Kurmaca;
Hazırlamam gereken dosyalar masamda yığıldılar. Harvard üniversitesinin aydınlığını görenler işlerin nasıl döndüğü bilmezler. Profesörler kaymak yerken ben burada. Neyse ne işte. Fakülteler para taleplerini arttırdılar. Sermaye nasıl döner soran yok. Sanki yarış var. Bulaşıcı hastalıklar araştırma bölümü asistanı “Burth, başını almışsın iki elinin arasına pencereden gökyüzünü seyret, ben de para almayı umutla bekleyeyim,” diyerek dosyasını önüme fırlattı. Toparlanıp ciddiyetle “Mathson, dosyanı al yan taraftaki bekleyenler kutusuna koy,” dedim. Şımararak “Ha orada ha burada ne fark eder,” deyince sıktım dişlerimi “Koy onu oraya,” dedim. Yola geldi. Kutuya bıraktı. Dosyasını alıp göz atarken “Aksiliğin üstünde,” dedim. Araladığım kapıdan “Babama kafam takıldı. Genç bir kadın bulmuş. Evlenecekmiş. Zengin avcısı olduğu her halinden belli. Derdi miras,” diyerek girdi. Canı sıkıldı. “Bulaşıcı hastalıkların üstesinden geliyorsun ama aklın bir kadına yetmiyor,” deyip inceden dokundurdum ama olacak gibi değil. Suratı asık “Anti deprasan kullanma vaktim geldi sanırım,” deyinceiyice moralimi bozdu. Bu gidişe  “Kafayı mı yedin Mathson! Ne hapı! Hem dosyanda iki evrak yanlış doldurulmuş. İşaretledim. Tekrar hazırla. Öyle gel,” deyip eline tutuşturarak son verdim.
Balo salonunun masalarını düzenlemede sona yaklaştık. Burth yanıma gelecekti ama sanırım sözünü unuttu. Üniversitenin tarihini gösteremezsek yazık bize. Projeksiyon cihazı bozulmuş. Yenisini almamız lazım. Kıvırıp duruyor. Tutup kulağından getirme zamanı geldi anlaşılan. Odası hemen koridorun sonunda. “Frederick, bakar mısın” diye seslenen örtü sorumlumuz Claraydı. Az önce birlikteydik. Söyleyecekleri hiç bitmez. Ağzını yayarak “Örtüleri serdim,” deyince şöyle bir baktım. Gözlerime inanamadım. “Beyinsiz! Ben sana lila mı dedim? Vişneçürüğü olacaktı,” diyerek azarladım. Biraz bozuldu. “Ne fark eder sonuçta örtü değil mi?”diye geçiştirmeye çalıştı. “Seninle uğraşamayacağım,” deyip Burth’ün odasına gittim. Kapı koluna elimi uzatmıştım ki içeriden Mathson çıktı. Çarpıştık. Düşürdüğü dosyasını eğilip aldım. Teşekkür etmeden kaptı elimden. Neyse… “Burth, zahmet olmazsa kalk yerinden de salona gel,” diye üzerine yürüdüm. İsteksiz peşime takıldı. “Frederick, döner sermaye dönmez oldu. Projeksiyonu tamir ettirsek olmaz mı?” diye utanmadan sordu. “Gözlerimi sonuna kadar açınca anladı. Salonu gezerken “İyi iş çıkarmışsın,” deyip para bulacağının sinyalini verdi. Arkamdan biri “Frederick, meyve sularını getirdim. Vişneli,” diye seslendi. Vişne mi? Terslikler üst üste gelmeye devam ediyor. “Arnold, vişneli olmaz. Ben sana şeftali ve kayısılı al demedim mi?” diye azarlayınca suratını asıp “Değiştiririm,” diyerek yanımdan ayrıldı. Burth sitemle karışık “İnsanları fazla zorlamıyor musun?” diye sordu. “Senin kadar değil,” diyerek üste çıktım. Baktım terslik yapacak “Sentetik insan geni projesindeyim ama midem bulanmıyor değil. Kansere dayanıklı hücreler üretilebilir veya nakil edilebilecek organlar yapılabilir. Hatta insana süper zeki, süper becerikli ya da süper güzel özelliği verecek DNA kodlarının embriyoya yerleştirilmesiyle "süper insan" yaratılabilir. Bu güç zenginlerin elinde kalacak gibi görünüyor. Kafam karışıkken kuruluş yıl dönümü organizasyonunu da üstüme yıktılar,” diye ağlandım. Gerginliği azaldı. “Ödenek çıkınca haber veririm,” deyip salona göz gezdirerek çıktı.
Özel karışımımı bitki köklerine aşılarken dünya devi finans şirketinin kurucusu “Edgar, kanser belasından ne yap ne et kurtar beni. Servetim senindir,” diye yalvarıyordu. Can tatlı. Onca para var ama çaresi yok. İğneyi toprağa bırakıp üstü başımı temizledim. Karşısına oturdum. Bahçede rüzgâr esiyordu ama adam sıkıntıdan boncuk boncuk terlemiş. Peçete uzatırken “Eli kulağındadır. İyileşecek hastanın ayağına doktor gelecek. Sabret,” dedim. Sakinleşti. Limonatasını yudumlarken misafirim geldi. “Merhaba, ben David. Uşak bahçeye yönlendirdi. Umarım bölmemişimdir,” diyerek masaya yanaştı. “Bende seni bekliyordum. Otur bakalım,” diye sandalyeyi işaret ettim. “Finans ihtiyacımı karşılayacağınız için,” diyordu ki lafına “David, açık konuşacağım. Hayır işleri bana göre değil. Karşılıksız bir şey vermem. Parayı, bana süper insan proje bilgilerini toplar ve geliştirmede çalışırsan vereceğim. Tek başına kalırsan kariyerinde ilerleyemezsin. İlaç firmamızla hareket edersen destek görürsün,” diyerek girdim. Şaşırdı. “Ne diyeceğimi bilmiyorum. Düşünmeden konuşmak istemem,” deyince “Fazla zamanım yok. Senle veya sensiz. Kararını uzatmadan ver,” deyip önüme baktım. Bir şey söylemeden gitti.
Mikroskopu dikkatle ayarladım. DNA örneğindeki bazları sıralarken koluma David çarptı. Az kalsın mikroskop düşüyordu. Aklım çıktı. “Neyin var! Geldin geleli ortalıkta boş boş dolanıyorsun,” diye çıkıştım. “Frederick, karar vermekte zorlandığım bir konu var,” deyip masasına geçti. Canım burnumda “Balo salonu yedi bitirdi beni. Üstelik proje canımı sıkıyor. "Süper insan" yaratma fikri ayrımcılığı artırabilir. Maddi olarak herkes tarafından karşılanamayacak bu teknolojiyle toplumun bir kesimi sağlıklı ve güçlü çocuk sahibi olurken diğer kısım ikinci sınıf vatandaş muamelesi görebilir,” diyerek içinde yeni harflerin olduğu serum şişesinden birkaç damlayı mikroskoptaki örneğime ekledim. Kahve otomatından tıkırtılar geldi. Mis gibi koku odada yayılırken “Elinin kolunun bağlı olmasının zorluğunu anlıyorum,” diyen David kendisine doldurduğu fincandan höpürdeterek bir yudum aldı.
Kardeşlerimle birlikte soluğu hukuk bürosunda aldık. “Babanızın akıl sağlığının yerinde olup olmadığının araştırılması için dilekçe ve imza yetkisini elinden alma talep başvuru örneğinden birer kopya çıkardım,” diyen avukatımız evrakları incelemek üzere dağıttı. Kardeşlerim birkaç cümle okuyup imzalıyorlar bir yandan da babamıza öfke kusuyorlardı. Abim “Mathson, uzun uzun okuma,” deyip yumruğu omuzuma yapıştırdı. İmzayı attım. Böylece kimya devinin mirası Marilyn Monroe bozmasına kalmayacak, yerini bulacaktı. Bürodan çıktın sonra dağılmayıp barda soluğu aldık. Şişeler boşaldıkça bilardo masasına yenileri geliyordu. Mirası nasıl harcayacağımızla ilgili geniş bütçeli hayaller kurarken kardeşim “Babamla son kez konuşsaydık iyi olmaz mıydı?” diye sorduğunda sinirden sopamı kırdım. Abiler araya girmeseler bir birimizi yiyecektik. Ortam yeteri kadar gerilmişti. Hesabı ödeyip çıktım. Temiz havada aklım başıma geldi. Döner sermayeye uğramam gerekiyordu. Aklımdan çıkmış. Taksi çevirip üniversiteye gittim. Burth’un arabası otoparktaydı. Çalışanlar çıkıyordu ama arkadaş fazla mesaiye kalmış sanırım. Asansörü kullanmadım. Merdivenlerden çıkarken iyiden iyiye toparlandım. Odama uğrayıp dosyamı alıp yanına koşturdum. “Mathson, beş dakika daha gecikseydin rüyanda görürdün paraları,” deyip dosyamı aldı. Hızla çevirdi sayfaları ve kaşeledi. “Yüzün gülsün artık,” diyerek uzattı. Omuzlarımda ki yük iyice ağırlaşmıştı. Mutlu değildim. “Psikoloğa gitmeliyim,” dediğimde çantasını topluyordu. Arabasının anahtarlarını alırken “Hapı zor bıraktırdık sıra doktora mı geldi! Deli misin!” diyerek kolumdan tutup kaldırdı.
Ha geldi ha gelecek derken öğle paydosumdan on dakika Frederick’i beklerken uçup gitti. Yemekhanede kuyruk olmuştur. Biraz daha oyalanayım. Sıcak bastı. Klimayı açmalı. Kapıyı çalmadan içeri girdi. Gayet rahat  “Burth, ödenek çıkmış, mailini aldım,” diyerek oturdu. “Çıktı. Projeksiyon siparişi verildi. İyisin,” dedim. “Hiç iyi değilim aslında. Süper insan projesine karşı imza toplayayım dedim. Meyve suyu sorumlum burası benim çöplüğüm deyip kapıyı gösterdi. Sadece o olsa sorun yok. Masa örtücümü hatırlarsın. Aynı tavrı o da yaptı. İmzalamadılar. İnsanlar taş kafalı,” deyip klima kumandasını aldı. “Çok soğuk. Hasta edeceksin beni,” derken kapattı. Üstüne üstelik kızarak “Yemeğe geç kaldım senin yüzünden,” diye kalkışı yok mu! Bezdim Frederick bezdim.
Güneş tepeye çıktığında seranın üzerini açtım. Çiçeklerimin ışığı alması önemli. Işık olmadan karanlık gider mi? Yaptığım işi yanlış bulanlar, parası olanlara hizmet etmekle eleştirenler; ne yapacaktım az miktardaki şifayı yazı turayla mı dağıtacaktım? Dikkatle üst taraftardaki yaprakları kesip cam tüplerime koydum. Vakit kaybetmeden derin dondurucuda şoklamak püf noktası. Dondurucunun etrafı karlandı. Arkamda birinin olduğunu hissediyordum. “Kabul ediyorum. Ancak güvenlik çok sıkı. Bilgiyi nasıl sızdıracağımı bilmiyorum,” dedi. “Orası kolay,” deyip telefonumu çıkardım. “Hesap numaranı söyle,” deyince heyecanlandı. Rakamları hızla sıraladı. Neşteri eline tutuşturup “Paran hesabında,” diyerek kızıl güneş çiçeğine işaret ettim. Endişeyle “Ne yapacağım?” diye sordu. Elinin tutup üst yapraklardan kestirdim. Devam ederken “İçinde adamlarımızın olduğu anarşist bir grup var. Grup üniversiteye saldıracak. Saldırı olduğunda güvenlik zayıflayacak. Bilgiyi sızdırman için gerekli fırsatı yakalayacaksın. İçeriden bilgi çıkarmak zor ama çantanda ufak bir patlayıcıyı sokman kolay. Nasıl yardım edeceğini anladın değil mi?” diye sorduğumda başarıyla kestiği yaprakları tüplere “Dediğiniz olacak ama kendi yöntemimle yapacağım,” diyerek koydu.
Bölüm sorumluları ödeme çeklerini aldılar. Bekleyen evrak rafımda Mathson’un çeki birkaç gündür beklediği için tozlanmış duruyordu. Adamı anlamak mümkün değil. Para diye diye koşturmaktan yorgun düştü iş meyve toplamaya geldiğinde ortalıkta yok. Amirine mail yazarken “Burth, nasıl gidiyor?” diye sorup oturdu. Cevap verecektim ama kendisi çoktan dalıp gitmişti. Bedeni buradaydı aklı kim bilir nerelerde! “Mathson, uyan artık. Çekini al yoksa kaybolup gidecek,” deyip eline tutuşturdum. Miktarına bakmadan buruşturup cebine soktu. Yılgın bir halde ayağa kalkıp“Babam kardeşlerimle bir araya gelip akıl sağlığı yetersiz kağıdı almak için başvuru yaptığımızı öğrenmiş. Erken davranıp evlatlıktan attı. Mirastan olduk. Üstelik dün babamı şüpheli ölümü sonrası toprağa verdik. Asıl üzüldüğüm en son konuşan bendim. Ağzıma geleni söylemiştim,” diye sıraladı. İyice bunalmış anlaşılan çıkarken kapıya çarptı.
David laboratuvarda beklediğini mesaj atmış. Arabadan çantamı alıp yanına gittim. Fazla mesaiye kaldığımız için yalnızdık. Paketi “Frederick, emin misin? Planı iptal edebiliriz. Vaz geçmek istiyorsan zamanı şimdi. Anarşistler patlama sonrası içeri girip ne var ne yok silip süpürecekler,” deyip uzattı. İmzayla durduramadığımı ortandan kaldırma fırsatı önüme kadar gelmiş. Paketi alıp çantama koydum. David “Bodrum katında ki elektrik panosuna bırakman yeterli,” deyip çıktı.
Sıra sende;
Kalbim yerinden fırlayacak. Ağzım kurudu. Ellerim soğuk soğuk terliyor. Hızla asansöre yürüdüm. Aşağı iniyordu. Anlaşılan birileri ofis faresi olmuş. Kapının açılmasıyla ben içeri içerideki dışarı adım atınca çarpıştık. Çantamı düşürdüm. Diğeri kıç üstü oturdu. Küçük dilimi yutacaktım. “Burth, ne yapıyorsun bu saatte?” diye sordum. Projektörün dağılan parçalarını toplarken benim paketi de aldı. Paket yırtılmış. İçindeki malzeme görünüyordu. “Demek söylentiler doğruymuş,” deyip projektör parçalarını kollarımın arasına bıraktı. Paketi açıp “Bununla ne yapacaktın?” diye sordu.  “Paketi ver,” diye üzerine yürüdüm. Beni ittirip “…” dedi.  

Varoluşun tekrarı yok. Hazır ol! “Alıntıdan” esinlen, “Kurmacaya” devam et!    

Yorumlar