Annemin sohbet grubu misafirimiz olacaktı. Telaşesi üç gün
sürdü. Keki, poğaçaları bana hazırlattı. Kendisi tecvit çalıştı. Sohbet sonunda
okuyacağı surede dilinin nereye dokunacağı önemliydi. Grubun gelmesine sayılı
saatler kala silip süpürmeyi de bitirmiştim. Annem mi? Feracesine uyan tülbent
seçiyordu. Bir tane de bana getirdi. “Hiç değilse bugün ört başını,” dedi. Benden
utandığı belliydi. “Hazır hissetmiyorum,” dememle açtı ağzını. Ne din ne iman
bıraktı. Mutfağa giderken söylendiğini duyuyordum. Seslerden çay bardaklarını
almaya çalıştığını anladım. Boyu kısaydı. “Dur anne bana bırak,” diyecek oldum.
Düşürüp ne kadar varsa kırdı. Suçlusu benmişim. Uğursuzluk getirmişim. Ağzı
kapanmıyordu. “Markete git hemen. Bardak al,” dedi. Arkamdan kapıyı öyle sert
kapadı ki yüreğim hopladı. Yol boyu içimden geçenleri Allah'a açtım. Birazda
ağzımı bozdum. Acaba bulur muyum sorusu aklımda durmadan dönüyordu. Raflar
arasında gezinirken bardak takımına rastladım ama annemin ağzını kapatmaya yetmezlerdi.
Çekeceğim vardı. Eve döndüğümde kadınlar oturacak yer bırakmamışlardı. Soluklanmadan annem
mutfağa çağırdı. “Çabuk çıkar bardakları,” dedi. El çabukluğuyla dizip salona
geçtim. “Hoş geldiniz,” derken mutfaktan annem “Nergis, çabuk gel!” diye
seslendi. Endişeyle mutfağa girdiğimde elinde çaydanlık “Bardakların ağzı
kapalı,” dedi.
Yorumlar
Yorum Gönder