Zırhlı araçla mahalleye girdik. Bilal Yüzbaşı sevinçle “Sur
Aslanları; son mahalledeki hendekleri de kapattık mı üç gün izinliyiz. Emir
büyük yerden,” diyerek fünye çantasını sırtlandı. Araçtan inmeden kasklarımızı
kontrol edip kameraları açtık. Ağır makineli ateşiyle delik deşik olmuş evlerin
arasından teröristlerin karargah olarak kullandığı apartmana yürüyüp binaya
girdik. Merdiven altını kontrol ederken tuzaklanmış mutfak tüpüne rastladım.
Yüzbaşıya haber verdim. Endişeliydi. Dikkatle fünyeyi taktı. “Mesut, çıkalım,”
dedi. Birkaç adım atmıştık ki patlama oldu.
Özel güvenlik kursu sınav sorularını hazırlıyordum. Eşim
bir sürahi soğuk limonatayla odama geldi. Kıs kıs “Bilal, masa başı iş zor
geldi dimi? Kelle koltukta çalışmaya alışmıştın,” diye gülerken bardağımı
doldurdu. Sürahiyi bırakıp çıktı. Dikkatim dağıldı. Onun yüzünden koca
paragrafı yanlış yazdım. Bu sefer oğlum, kocaman bir şişeyi “Baba, sanat dersi
ödevimi yapamadım. Boyar mısın?” diye sorup bıraktı. Emekli
olduktan sonra boyama kursuna gitmez olaydım. Kızdım kendime. Hanımın saksısı,
babamın bastonu ve şimdi oğlumun şişesi. Sıra uzamıştı. Sınav sorularına döndüm.
Oğlumun bakışları aklımdan çıkmayınca bıraktım soruları geçtim hobi masama.
Fırçamı boya tüpüne daldırdım. Nefesimi tuttum. Elim titrerse boya dağılırdı.
Fırçayı şişenin ağzından aşağıya doğru çekerken kapı açıldı. Kaydırdım. Çileden
çıkıp “Yetti artık!” diye ayaklandım. İçeriye komutanım “Misafir böyle mi karşılanır
yüzbaşı,” diyerek girdi. Eşim yer gösterip müsaade istedi. Alışkanlık olmuş
selam verdim. Lafı uzatmadı. “Bilal, Sur’da işinin ustası bomba imha
uzmanlarımız şehit oldu. Göreve yeni gelenler başlarında tecrübeli biri
olmadan,” dediğinde kararlılıkla “Kabul ediyorum. Yarım saat içinde çıkabiliriz.
Limonatanızı içerken çantamı hazırlamış olurum,” dedim.
İlaç deposundan morfin aşırmam zorlaşmıştı. Riski
fiyatlara da ekledim. Hastanenin çamaşırhanesi gözden uzak, buluşmaya uygundu.
Yakın bir zamanda tekerlekli sandalyeye mahkum bir insanı daha derdinden
kurtaracaktım. İyilik meleklerine neden düşmanlık ederle anlamıyorum. Üstelik yakalasalar
utanmadan hapse atarlar. Ayağımın ezilmesiyle kendime geldim. “Yanında mı?”
diye soran müşterim sabırsızdı. Acıyla parmaklarımı ovarken “Bilal, parayı
veren düdüğü çalar. Öttüreceksen canlıları görelim,” dedim. Ceplerini işaret
etti. Bozuk paraları çıkarırken söylendim. Saymaya üşenip malı verdim. Bir şey
demeden sandalyesini çevirdi. Tekerlekleri döndürürken arkasından “Öbür tarafta
Mesut’u görürsen selamımı söylersin,” diye seslendim.
Şırıngaya morfin çekerken hemşirem geldi. Görmeden çarşafın
altına soktum. Serumu değiştirip ateşimi ölçtü. Gülümseyerek “İyisiniz
komutanım,” deyip gidiyordu ki durdu. Merakla “Gelmişken damar yolunu kontrol
edeyim,” dedi. Çarşafı açınca gözlerinin beyazı kırmızı oldu. Şırıngayı aldı.
Öfkeyle “Hastane halkın parasıyla kuruldu. Gazilerin iyileşmesini istiyoruz.
Kestirme kullanmayıp ecelini bekleyeceksin. Yoksa bunca emek boşa gidecek. Buna
hakkın yok,” dedi. Elimi uzattım. Yüreğimden gelenleri “Kaslarım eriyor. Aileme
yük olmak istemiyorum. Eşim öldükten sonra altımı oğlum mu bezlesin! Kararıma
saygı duyun,” diye dillendirdim. Gözleri yaşlı şırıngayı verdi. Suratıma
bakmadan çıkarken morfini yaptım. Arka arkaya birkaç defa derin nefes alıp
verdiğimi hatırlıyorum. Rahatlamıştım. Gözlerimi kaparken kapım açıldı. Ailem
ziyarete gelmişti. Geleceklerini unutmuşum. Bir tepsi boya malzemesini
bacaklarıma koydular. Eşim saksı ve bastonu pencere kenarına bıraktı. Oğlum
sarılıp “Baba, ilk önce benimkinden başlayacaksın,” diyerek şişesini elime tutuşturdu.
İsteksiz geri uzattım.
Eşim oğluma bakıp “Umut, baban biraz dinlensin bizden
çekeceği var,” deyip aldı.
Moralim bozuk odamda uzanıyordum. Şişem kırılmıştı. Annem
bahçeden “Oğlum, çabuk gel amcanın, dayının elini öp,” diye seslendi. Oralı
olmadım. El öpmekle derdim yoktu. Helva yemek zorunda kalacaktım. İkna
olmayınca dedem devreye girerdi. Merdivenlerden gelen tıkırtıları da duymuştum.
Yorganın altına saklandım. Adımlar yaklaştı. Yorgan çekiliyordu. Direndim. “Uzatma
artık yenisini boyarım. Kırılan şişeydi. Ya kafan olsaydı,” diyen babam aba
altından sopa gösterdi. Yorganı açtım. Koltuk değnekli de olsa beni omzuna
attı.
Yorumlar
Yorum Gönder