The X-Files

ALINTI;  

İçsel anlamda apaçık göremediğiniz veya sezemediğinizde hayatın amacını öğrenmek istersiniz. Şayet kafanız karışıksa hayatın amacını nasıl bulacaksınız? Bu, kör bir adamın "Işık nedir?" diye sormasına benzer. Eğer ona ışığın ne olduğunu anlatmaya çalışırsam, kendi karanlığına göre beni dinleyecektir; ama görebildiği andan itibaren ışığın ne olduğunu asla sormayacaktır. Aynı şekilde, eğer siz de içinizdeki karışıklığı yok edebilirseniz hayatın amacının ne olduğunu öğrenirsiniz. Karışıklıktan kurtulmak için onu doğuran nedenleri görüp anlamak zorundasınız. Karışıklığın nedenleri; sahiplenmek, falan veya filanca olmak, başarı veya taklit yoluyla sürekli kendini büyütmek isteyen "ben"in içine kök salmıştır. Belirtileri; kıskançlık, açgözlülük, cimrilik, korkudur. Bu içsel karmaşa devam ettiği sürece her zaman cevapları dışarıdan beklersiniz.

KURMACA;

Afganistan’ın kum fırtınalarından bıkmış usanmıştım. Uyuşturucu trafiğini yöneten aşiret reislerinden Kabhar’la görüşme ayarlamak üzereydim. İstihbarat ajanlarından Bridget’le muhabbeti kurmuştum. Lobide beklerken viskimi içiyordum. Ekibim lobi girişinin yanındaki masada merakla bekliyorlardı. “Jefferson Kylen, erken başlamışsın,” deyip yanıma oturdu. “Görüşmeyi ayarladın mı?” diye sordum. Barmene içki istediğini işaret etti. “Kabhar’la buluşacağın yerin koordinatları,” deyip dekoltesinden çıkarttığı kâğıdı verirken durdu. Kâğıt parçası iki parmağı arasındaydı. Havada keyifle gezdirirken “Amerika’ya döndüğünde kardeşime senin basın merkezinde staj ayarlayacağını tekrar duymak isterim,” dedi. “Ön görüşmeleri yaptım Bridget,” deyince kâğıdı gömlek cebime bıraktı. “Müttefiklerin hava saldırısı yapma olasılığı çok yüksek. Kendini öldürtme,” deyip martiniyi tek seferde yuvarladı. “Teşekkürler,” diyordum ki yanağımdan makas alıp kalktı. Kâğıdı çıkartıp sayılara bakarken “Jefferson, bulabilecek miyiz?” diye soran kameramanım kağıdı elimden aldı. “Arkadaşlar Pulitzer ödülü bu sefer bizde,” deyip barmene “İçkiler benden,” diye seslendim. 

Gazetede olağan dışı bir telaşe vardı. CİA, UFO ve uzaylılarla ilgili gizliliği kaldırılmış çok sayıda belgeyi paylaşıma açınca haber avcılarımız basın açıklamasına gitmişler, baskıya malzeme topluyorlardı. Arşivci olanın yüzüne bakılmaz kimse merakla yolunu gözlemezdi. Ensemde patlayan tokatla az kalsın yere kapaklanacaktım. “Mcduff, arşiv klasörlerini çıkarttın mı?” diye soran spor sayfası editörüydü. “Bırakın şakayı. Adamlar geldi,” diyen patronumuz heyecanla odasından çıktı. Sayfacımız  “Mesai bitmek üzere matbaayı beklettim. Yazı ve fotoğrafları hemen alayım,” deyip gelenlerin önüne çıktı. Michale dik dik bakıp “Mcduff, bu kopyalar senin. Arşive koyarsın,” diyerek flaş belleği masama fırlattı. Adamı omuzlarına almadıkları kalmıştı. Sessizce arşiv klasörümü ve belleği çantama koyup gazeteden ayrıldım. Kimse “Nereye gidiyorsun?” diye sormadı.       

Kameraman ve şoförle otelden ayrıldık. Kabhar röportajı sabahın köründe yapmak istemişti. İyi tarafı yumurta ensemizde pişmeden işimiz bitmiş olacaktı. Kameramanım “Jefferson, ses kayıt cihazına şunu takar mısın?” diyerek elime bataryayı tutuşturdu. Yol yol değildi. Sallanmaktan beynim sulandı. Şoförün gözleri kapandı kapanacak “ Altımızda jeep olmasa kemiklerimiz dağılır giderdi,” diye laf attım. Gülümsedi. Otelden çok fazla uzaklaşmamıştık. Kameraman “Simone, navigasyona göre yer burası,” diyerek şoförün omzuna vurdu. “Bill, oldu olacak kırsaydın,” deyip arkasına ters baktı. “Ortamı germeyin. Zaten bina mezbelelikmiş,” diye aralarına girdim. Araçtan indik. Binanın kapısında makineli tüfekli iki adam bizi çağırdı. Kameraman malzemelerini alırken şoför önden adamların yanına gitti. Dil bilen oydu. Başıyla sorun yok diye mesaj verdi. Bill’in “Kamera açık,” demesiyle bekleyenlerin yanına yürüdük. Ses kayıt cihazını kontrol ettim. “Kahretsin bataryayı takmamışım. Bekleyin,” deyip araca döndüm. Sarsılırken düşürmüşüm. Sonrada aklımdan çıkıp gitmiş. Koltuğun altına kaçan bataryayı buldum. Sevinçle arkadaşlara bataryayı gösterirken ince bir ıslık sesi kulağıma geldi. Büyük bir patlamayla savruldum. Kulaklarım çınlıyor hiç bir şey duymuyordum. Gözlerim tozla ağzım kanla dolmuştu. Başımı zorla kaldırdım. Bina moloz yığınına dönmüş, Pulitzer ödülüm karşımdaydı.          

Mutfakta bir başımaydım. Aslında yaktığım krepte yanımdaydı. Ne kadar reçel koysam da bana mısın demedi. Krep parçalarını gevelerken masanın dibine bıraktığım çantama bir bakıyor bir bakmıyordum. Elim flaş belleğe gitmemişti. Oyalanıyordum. Uzaylı belgelerini merak etmiyor değildim. Zoraki yuttuğum parça boğazımda kalınca öksüre öksüre musluğa koştum. Ağzımı dayadım. Boğulmaktan kurtulunca derin bir nefes aldım. Küçük pencereden sokağa bakarken kapıya yanaşan pikap gözüme takıldı. Kızım indi. Arkasından bir oğlan. Sarılıp ayrıldılar. Kızım el sallarken sokak havalı kornayla inlemişti. Kapı açıldı. “Merhaba baba,” diye içeri girip mutfağa geldi. Krepe şöyle bir baktı. “Toksundur,” dediğimde başını salladı. “Odamdayım,” derken çoktan arkasını dönmüştü. Çantamı alıp peşi sıra çıktım. Çalışma odasında yalnız arşivleme yapmak istemedim. Laptopu alıp kızımın odasına gittim. “Elisabeth, giriyorum,” diye birkaç defa kapıyı tıkladım. Uzanmıştı. Halıya oturup laptopu açtım. Flaş bellekte fotoğrafları hızla buldum. Basın açıklaması fotoğraflarına baktım. Sonra 1952 deki CIA ekiplerinin yaptığı bir incelemenin fotoğraflarına göz atarken bir şey ilgimi çekti. Basın açıklamasından bir fotoğrafla inceleme yapan bilim adamlarının fotoğrafını yan yana açtım. Kızımı “Şunlara bakar mısın? Ortak bir şey görüyor musun?” diye sordum. Yatağından başını uzatıp üstün körü baktı. “Şu adam ikisinde de var,” deyip yanıma bağdaş kurdu. Gözlerime inanamadım. İki farklı zamanda aynı insan karşımdaydı. Kızım boş anımı fırsat bilmiş “Baba, Adams ders çalışmaya gelecek. Sorun olur mu?” diye sorunca “Olmaz,” cevabı ağzımdan çıkmış oldu. Kızım sevinçle boynuma sarıldığında haber metnini okuyordum. Haberde en ilginç yer “Doğu Almanya'da, 1952 yılında, 15 metre çapında bir UFO görüldüğüne dair belge”,den bahsedilen yerdi. “Arşivcilikten kurutuluşum bu belgede,” deyip CİA basın danışma merkezini aradım.               

CİA merkez ofisinde görevim bitmek üzereydi. Yakında başlayacak işgalin psikolojik harekâtının ilk adımı basın açıklamasıyla atılmıştı. Gıda takviyelerimi almadan hastalanmadan yaşamam mümkün değildi. Çekmecemden gri kapsülümü çıkardım. İçinde hamam böceklerim üst üste bekliyorlardı. Böcekteki “krintix” aktif bileşenleri oksijeni “sermenyum”a çevirmeye yardım ediyordu. Yoksa nefes alamazdım. Kapağı açmıştım ki sekreterim başını kapıdan uzatarak “Thomson, seni bir gazeteci bekliyor,” dedi. “İlacımı alıp geliyorum,” diyerek kadını yolladım. İki tane ağzıma yuvarladım. Kabukların kırılıp ağzımda yapışkan sıvının dağılması eşsiz bir lezzetti. Odamdan çıkmadan üzerimi düzelttim. Kravatımı sıkılaştırdım. Karşımda duran adam gülümserken beni görünce suratı beyaz oldu. Elimi uzattım. Eli soğuktu. Sesi titreyerek  “Mucduff Hider. ‘Andan Haberler’ gazetesinden geliyorum,” dedi. “Oturalım,” diye yer gösterdim. Endişeliydi. “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorduğumda gözlerini kaçırarak “ ‘Doğu Almanya'da, 1952 yılında, 15 metre çapında bir UFO görüldüğüne dair belge’ isimli dokümanı arıyorum. Ulaşmama yardım eder misiniz?” diye rica etti. Sorduğu belgede adım geçiyordu. Ne aradığını anlamıştım. “Dokümanı hatırladım. Arşivde. Çıkardığımda size vermek isterim,” deyip durumu kontrol altına aldım. 

Dokümanı alamamıştım ama daha önemli bir şeyi öğrenmiştim. Aklım almıyordu. Ne olup bitiyor diye düşünürken gazeteye kızım geldi. “Baba konuşmalıyız,” deyip sandalye çekti. Morali bozuktu. Burnunu çekiyordu. Gözlerini mendille sildi. Kulağıma eğilip “Baba, Adams bana zorla sahip oldu,” dedi. Dondum kaldım. Gözümü bile kırpamadım. “Ne!” diye bildim. “Biraz alkollüydük,” deyince ellerimle yüzümü ovdum. Masamdan kolonyayı alıp dökündüm. Derin içime çektim. “Çocuk eve zorla girmedi. İkinizde kafayı bulmuşsunuz. Ve sen on sekizindesin,” derken kelime kelime sesimin yükseldiğini fark etmemiştim. Ofistekiler bize bakıyordu. Kızım “Fotoğraftaki adamı merak ettiğin kadar beni merak etseydin gelip kontrol ederdin,” deyip öfkeyle kalktı.  

Afganistan’dan döndükten hemen sonra basın merkezine çağrılmıştım. Televizyonda çalışmaya bir süre ara vermek istedim. Gazetede görev almayı önerdim. Kabul gördü. Asansör gazetenin katında durdu. Kapı açılınca içeri iki gözü iki çeşme bir kız girdi. Zor çıktım. Koridorda etrafıma bakınarak yürürken “Jefferson Kylen buraya gel,” diye seslenen birini duydum. Bana el sallayan sanırım gazete müdürüydü. Hızla yanına gittim. Odasında başka biri daha vardı. “Arşivcimiz Mcduff Hider’le tanışın,” dedi. “Savaş muhabiri Jefferson Kylen,” diyerek tokalaştık. Müdür “Beyler artık birliktesiniz. Arşivde çalışacaksınız,” deyip önündeki evraklara gömüldü. Konuşmadan adamın yanından ayrıldık. Koridorun sonunda bir odaya geldik. “Arşive hoş geldin,” diyen Mcduff ışıkları açtı. Yüzlerce raf etrafımdaydı. Yerler, raflar kutularla dolmuştu. Üzerlerine basmayayım diye çok uğraştım. Ama bir kutuya ayağım girdi. Ortağım gülümsedi. Masaya yaydığı fotoğraflara bakıyordu. Bir şey sormadan “Haberci olmak için fotoğraflardaki adamın sırrını çözeceğim. Biri 1952 de diğeri yeni çekildi,” dedi. “Bu adamlar aynı adam,” deyince fotoğrafları aldı. “1952 deki adamın adı John Drungen. Adresini buldum. Gidelim,” deyip arşivden çıktı. Işıkları kapatıp peşinden yürüdüm.

Adresi zorlanmadan bulduk. Evin birkaç blok arkasına park ettik. “Jefferson, sen sadece dinle,” deyip adamı tembihledim. Ev tek katlıydı. Bahçesi düzenlenmişti. Zili çaldım. İhtiyar bir kadın tülün arasından baktı. “Gazeteden geliyoruz. John Drungen hakkında sorularımız var,” deyince kapı açıldı. “Buyurun,” denilerek içeri alındık. “İstediğiniz yere oturun. Çay içiyordum,” diyen ihtiyar kadın iki porselen fincanla bize de çay koydu. Şöminenin üzerindeki çerçevelerde adamımızın fotoğrafları vardı. Kadın “Babam,” deyip “UFO araştırmalarında görevliydi. Araştırmada yer alan herkes öldü. Sanki üzerlerinde bir lanet vardı,” diye sözünü bitirdi. Arkadaşım “Mcduff, bu kadar yeter,” diyerek kalktı. Kadın koltukta ağlıyordu. Hatıralar ağır gelmişti. Evden çıktık. “Bu adamda yanlış bir şeyler var. Uzaylı olabilir mi?” diye sesli düşündüğümde Jefferson “DNA örneği alırsak,” derken telefonla Thomson’un numarasını çevirdim. Aramayı kabul etti. “Merhaba. Arşivinizde dokümanı bulduysanız… Çok sevindim. Restoranda buluşalım. Hem güzel bir yemek yer hem de konuşuruz. Size konum atarım,” diye kapattım. “Jefferson, beni eve bırakır mısın? Hazırlık yapmalıyım,” diyerek arabaya bindim.           

Uzun zamandır misafir ağırlamamıştım. Gelenler acılarımı tazelemişti. Fincanları toplarken kapı çaldı. Elimdekileri koltuğun kenarına bıraktım. Bekletmeden yürüdüm. “Ne soracaksınız?” diye açtım. Nefesim kesilecekti. Karşımda babam “Merhaba,” dedi. 

Eşyalarımı toplamış, babam gelmeden evden ayrılıp Adams’la kaçacaktım. Odamdan çıkmıştım ki babam geldi. Çantamı bıraktım. “Bu adam uzaylı kızım,” diyen babam kafayı yemişti. “Hala o uzaylının peşindesin. İnanmıyorum uzaylı olduğuna,” deyip koltuğa oturdum. Kollarımı kavuşturdum. “Sana uzaylı olduğunu kanıtlayacağım,” derken alet çantasına malzeme koyuyordu. Zil çaldı. “Jefferson, geldi,” diyerek kapıyı açınca içeri polisler girdi. Babamı duvara yaslayıp ellerini kelepçelediler. “Ne oluyor!” diye çıkıştı ama ekip arabasına bindirilmekten kurutulamadı. 

Küçük sırrımı ortaya çıkarmak isteyenlere fırsat veremezdim. Arşivci restorana giderken onu evinde bekliyor olacaktım. Kontak anahtarını büyük bir hazla çevirdim.

Kelepçeler bileklerimi morartmıştı. Kefaletle serbest bırakılmış, Jefferson’un şahitliği beni kurtarmıştı. “Mcduff, ziyaretimizden hemen sonra kadından kıyma yapmışlar,” diyerek motoru çalıştırdı. “Adam restorana varmamıştır. Vaktimiz var. Evine gidelim,” dediğimde Jefferson “Kızın iyi durumda değildi. Bizimle gel dedim ama kendim giderim dedi. Mcduff istersen kızınla,” diyordu ki “Adamın uzaylı olduğunu kanıtlarsam her şey düzelecek,” deyip lafını kestim.

SIRA SENDE;

Motor çalışıyordu ama vitese takmadı. Olduğumuz yerde durmuş bekliyorduk. Jefferson “…” deyip…   


Varoluşun tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için ALINTIDAN esinlenerek kurmacaya devam et!

Yorumlar