Ters çalışan roket


Alıntı;

“Kendinizi sürekli idealle, olmanız gerekenle karşılaştırırsanız özgür olamazsınız. Ne kadar çirkin ya da güzel veya ne kadar korkak olursanız olun, bütün bunları kendi başınıza apaçık görmeniz çok önemlidir, böylece kahramanlar tarafından büyülenmezsiniz ya da örnekler tarafından gözünüz bağlanmaz.”

Kurmaca;

Sütunlarına yılanların dolandığı tarihi çarşı kalabalıktı. Aktar, kumaşçı, gümüş, bakırcı, kuyumcuların önü alışveriş yapan turistlerle çevrilmişti. Ortağımla çarşının dış duvarlarına malzemelerini yığmış çiçekçilerin arasında yürüyorduk. Aklıma sevgilimin ‘Çiçeğin toprağı topraklıktan çıktı gübre gerekli,’ dediği geldi. Fırsat bu fırsat çuvallara eğildim. Elimi bir ona bir şuna soktum. Kimi çuvaldaki kuru kimindeki nemliydi. İhtiyar kadına siyah gübreden bir kilo tartmasını işaret ettim. Telsiz anonsu yapılınca kulak kabarttım. Ortağımın “Kenan, boku püsürü bırak. Kimyasal Aziz çarşıda görülmüş,” demesiyle poşeti sırt çantama sıkıştırdım. Göz açıp kapayıncaya çarşıya girdik. Aziz akvaryumcunun önünde biriyle sohbet ediyordu. Ona doğru koştuğumuzu fark edince kalabalığa karıştı. “Polis, yere yat,” diye haykıran ortağım havaya iki el ateş etti. Çoğunluk çömeldi. Aziz ayakta, ellerini başının arkasına koydu. Temkinle yaklaştık. Belimden çıkardığım kelepçeyi takarken kendine güvenle “Özel harekâtçı Kenan, kelepçeleri çıkart,” dedi. Ortağım bir çırpıda üzerini aramış paltosunun cebinden çıkardığı kuşyemini havaya kaldırıp “Kenan, soysuz haklı. Temiz çıktı,” deyince kelepçeleri açtım. Adam sırıtarak yoluna devam etti. Ortağım morali bozuk “Kenan, içimize kadar girmişler,” deyip çaycının kapı önüne çıkardığı taburelerden birine bitkin oturdu. “İki limonata,” diye seslendim.

Şoför navigasyona taşocağının yerini girmiş, mıcırlı yolda sarsılarak gidiyorduk. Yaklaştığımı sağı solu yontulmuş, dilimlenmiş tepelerden anladım. Şoför  “Faruk hoca, ocak sahibi insaflı çıktı. Sayesinde öğrenciler kimya laboratuarımızda deney yapabilecekler,” derken büyük bir patlamayla yer sarsıldı. Tepeden üzerimize toz bulutu indi. Vites düşürüp yavaşladık. Buluttan çıktığımızda iş makinelerinin çalıştığı alana gelmiştik. Kayalar devasa bantlarla tesisin içine taşınıyordu. Arabayı kenara çektik. Bekçi cama tıklayıp açtırdı. “Mahmut Bey, tesisin hemen aşağısındaki gölette sizi bekliyorlar,” diye yolu tarif etti. Arabadan inip yürüyerek devam ettik. Gölettin kenarında kamelyada bir adam balık tutuyordu. Bizi fark edince yanına “Beyler lütfen gelin,” diye çağırdı. Masa donatılmış ızgara ısınmıştı. “Faruk Hoca, kimyasalınız hazır. Araca yüklettim. Öğrencilerin başka ihtiyacı varsa,” derken lafını “Mahmut Bey, ilginiz için teşekkürler,” diye kestim. Oltasını toprağa sokup masaya geçti. Yedik içtik. Aklım kovadaydı. Göz ucuyla şöyle bir baktım. “Balık tutmayı bende severim. Alabalıklarda etliymiş,” dememle şoföre “Siz dönebilirsiniz. Faruk Bey’le olta sallayalım. Kendisini bırakırım,“ dedi. Başımla onaylayınca şoför “Kesenize bereket deyip,” ayrıldı. Sofra kaldırılırken bana da olta geldi. Birlikte gölettin kıyısından olta saldık. Kovalarımız dolmuş vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım. Oltasını toplarken yanına bir işçi geldi. Kulağına bir şeyler fısıldadı. “Faruk Hocam, kimyasal bidonlarını işçiler aracın arkasına yüklemişler. Ne yapalım?” diye sorunca “Mahmut Bey okula gider bidonları indiririz. Oradan da eve geçerim,” diye cevapladım. 4X4 mıcırlı yola bana mısın demiyordu. Kova devrilmeden okula geldik. Mesai bitmiş hademe evine dönmüştü. Bidonları bahçedeki kantinin tentesinin altına indirdim. Mahmut beni bırakmadı. Eve kadar getirdi. “Buyurun çay içelim,” diye davet ettim. Kırmadı. Kapıyı açan eşim “Nerde kaldın. Çocuk seni sorarken uyudu,” diye sitem ediyordu ki adamı fark edince suratı asıldı sustu. Salonda ebru malzemeleri masaya serilmiş teknenin arkasına geçen eşim kendini toplayıp elindeki at kılı fırçayı kinayeyle “Faruk Hoca, Mahmut Bey’i misafir getirmişsiniz,” deyip tekneye daldırdı. Eşim nerdeyse adamı gözleriyle parçalayacaktı. Mahmut  “Faruk Bey, çayı sonra içeriz. Görüşmek üzere,” deyip evden çıktı. Ağzımı açacaktım ki eşim “Faruk, bu adamla görüşme. Ocağıyla çevreyi kirleten hödüğün teki,” deyip 1-0 öne geçti. İçimde kalsın istemedim bende “Hödük mödük. Ayşin, öğretim görevlisisin diye çevre mühendisliğinden kimyasal istedik ama oralı olmadılar. Çocuklar deney yapabilecekler,” deyip üste çıkmaya çalıştım ama nafile. Eşim morali bozuk mutfağa oradan bahçe kapısını çarparak dışarı çıktı.                                          

Hafta sonu gelmiş ama eşim ortalıkta yoktu. Ebru malzemelerini hazırlamıştım. Arkadaşım teknesini getirecekti. Kendime kahve yapmış fırçaları suya yatırmıştım. Boyalar suya sızıyordu.  Mustafa satranç kursundaydı. Arkadaşım pencerenin önünden geçerken zile basmadan kapıyı açtım. Elinden tekneyi alıp “Hoş geldin Yeliz,” diye buyur ettim. Soluklandı. “Ayşin, meraklandırdın. Anlat bakalım,” diyerek kendine sandalye çekti. Tekneyi doldururken sinirle Mahmut ve Faruk’un bir araya gelmesinden bahsettim. Boyayı suya damlatmış “Dekan senin adın geçtiğinde demek ki bundan dolayı kızıyordu,” derken gözleri bendeydi. İki elimle tekneye yapıştım “Faruk sonunda kafayı yedirtecek bana,” diye savuruyordum ki Yeliz tekneyi tuttu çekti. Sanat dergisini yelpaze yapıp yüzüme doğru salladı. Sakinleştim. “Tek dert sende yok,” deyip kızı Esin’in erkek arkadaşına güzel görünmek uğruna KPSS’yi ihmal edip kendini salonlarda perişan ederek daha da zayıflamak istemesini, hâlbuki kilosunun sağlığını tehdit etmediğini anlattı. Keyfimiz iyiden iyiye kaçmıştı ki Mustafa’nın sevinçle kurstan gelmesiyle kara bulutlar dağıldı. Çocuk heyecanlanmıştı. Masaya bir bilet bırakıp nefes nefese “Anne, satranç bittiğinde müdür yardımcımız 2016 Uluslararası İstanbul Buluş Fuarı biletlerini dağıttı. Okulumuzdan Celalettin Turkar öğretmenimiz tersten çalışan roket yapıp patent almış. Fuarda tanıtıma katılacakmış,” diyerek süveterini çıkarttı. Ter içindeydi. Banyoya havlu almaya giderken Yeliz hayretle “Adamı bende duydum. Su ürünleri fakültesi mezunu,  alanında iş bulamadığı için sınıf öğretmeni olarak atanmış,” diye anlatırken konuyu çalan zil dağıttı. Faruk Efendi eşikten “Bahçeye gelin. Sürpriz var,” diye seslendi. Çocuk önden fırladı. Yeliz’i durdurabilene aşk olsun. Bende elimde havlu bahçeye geldim. Faruk alabalık kızartmış ekmek arası yapmıştı. Tersten roket yapan öğretmen aklıma geldikçe Faruk’a daha çok sinir oldum. Ekmekten kocaman bir lokma ısırdım. Çiğnerken “Sen balık pişir çocuğun okulundaki su ürünleri mezunu öğretmen roket yapsın fuar fuar gezsin,” dedim. Faruk yemeyi bıraktı. Bön bön suratıma bakıyordu. Yeliz susmamı istedi. Çaktırmadan dürttü. Oralı olmadım. “Bir zamanlar hayalin vardı. Kaynak yerine geçebilecek bir yapıştırıcıyla ilgili çalışmış ama sonra vazgeçmiştin. Elin oğlu,” derken Faruk masadan kalkıp bahçeden çıktı.
      
Taşocağındaki işçileri erkenden evlerine göndermiştim. Önümde çevre mühendisliği fakültesinin açtığı dava dosyası incelememi bekliyordu. Kafamı toparlayamamıştım. Misafirim eli kulağında ha geldi ha gelecekti. Ofis kapım yavaşça açıldı. İçeriye “Mahmut kardeşim,” diye selam vererek girdi. Ayağa kalktım. Can sıkıntımı belli etmeden “Hoş geldin,” deyip karşıladım. Oturup ayak ayaküstüne attı. Etrafına şöyle bir baktı. Tehditle “Bombalı yelek siparişimiz var. Kimyasallara fatura kesmelisin,” deyip sigara yaktı. Kâğıt parçasını masama attı. Duman altında kalınca öksürük tuttu. Kâğıdı aldım. Pencereyi açıp “Aziz, ocak için bile olsa kimyasalın miktarı çok fazla. Göze batmaya başlarız,” diyerek kâğıdı geri verdim. Öfkeyle buruşturdu. Ayağa kalktı. Çenemden tutmuştu ki merdivenlerden tıkırtı geldi. Bıraktı. Faruk kapıdan kafasını uzatarak “Rahatsız etmiyorum değil mi?” diye sordu. Elimle koltuğu gösterdim. Oturdu. Ayşin’in kendisini roket yapan öğretmenle nasıl kıyasladığını sonrasın da proje haline getirdiği yapıştırıcı fikrini tekrar ele almaya karar verdiğini takır takır saydırdı. Aynı şeyleri tekrarlıyordu. Aklıma bir fikir geldi. Faruk’u susturdum. Sözü “Faruk, eşin hayallerinin peşinden gitmeni vurgulamak istemiş. Bunda alınacak bir şey yok,” diyerek aldım. Dikkati bendeydi. Demiri “Projende sana lazım olacak kimyasalları Aziz’den alabilirsin. Sizi tanıştırmayı unuttum. Aziz ocağa gerekli malzemelerin toptancılığını yapıyor,” deyip tavında dövüyordum. Aziz oyuna “Faruk Hoca, sana lazım kimyasallar tonla satılıyor. Okul adına alırsın sonrasında sendeki fazlalığı üzerine kar koyarak ocağa satarsın. Böylece okul da kazanmış olur,” diyerek dâhil oldu. Alttan girdik üstten çıktık. Faruk ikna oldu.     

Sanat malzemeleri satan dükkâna yürüyorduk. Ayşin’i üniversiteden sonra eve gitmeden hava almaya çıkarmıştım. Belli etmese de gergindi. Esin KPSS kursu çıkışında bize katılacaktı. Yürürken atıştırmalıkları ikişer üçer götürüyorduk. Ayşin dokunsan ağlayacak ruh halinde “Yeliz, ben iyi değilim. Faruk evle ilgilenmiyor. Balığa gitmeyi bıraktı. Okul laboratuvarına yapıştı kaldı. Eksi bir kimyasal varmış. Onun peşine düştü,” deyip boynunu eğdi. Durduk. Çantamdan kolonya çıkarıp avcuma dökmüştüm ki “Anne ben iyi değilim,” diyen Esin yanımızda bitti. Ayşin şaşkınlığını “Esin nasıl bu kadar zayıfladın,” diye dillendirdi. “Televizyondan aldığı ilaçlarla,” derken kızım kollarımdan yola yığıldı kaldı.         

Gölet kenarındaki kamelyadan oltaları salmış Faruk’u bekliyorduk. Aziz “Mahmut, seninki parayı getirdiğinde kaçakçımız sınırdan kimyasalları geçirecek,” deyip makarayı hızla çevirdi. Kanca boştu. Öfkeyle oltayı iki parçaya böldü. Korna sesiyle toparlandık. Elinde çantası hoca geldi. “Para hazır,” diyerek açtı. Aziz desteleri sayıp kontrol etti. Bir taşla iki kuş vurmuş; hem kimyasalları okula satarak içeri sokmuş hem de zaten parası buzdağlarından ödenmiş malı ikinci kez satmıştı. “Faruk hoca kimyasalların geldiğinde haberin olur,” deyip adamı gönderdim.      

Ambulansı taksiyle takip ediyorduk. Yeliz gözyaşlarına boğulmuş “Esinim o hergele senin sağlığını mı düşünüyordu. Mahvetti seni. Kilon fazla değildi ki. Dal gibi olmaya çalıştın kırıldın gittin,” diye feryat ederken Faruk aklıma düştü. Balık ızgara gözlerimin önünden geçti. Kalbim sızladı. 

Keskin nişancılarla taşocağını çevirmiş kaçakçıyı bekliyorduk. Ortağım elinde dürbün yanıma uzandı. “Kenan, kimyasallar kamyonetle getirildi. Adamımız tesiste,” deyince dürbünü alıp ofis katına odaklandım. İçeride Aziz ve paravanı Mahmut konuşuyorlardı. Kapı açıldı. İçeri kaçakçı girdi. Aziz çantayı verip adamdan kamyonetin anahtarını aldı. “Üç kuş kafeste sırada bombacı üstadımız var,” derken sürünerek mevziden çıkmıştım.

Yeliz ve kızını hastanede bırakmış taksiyle eve dönüyordum. İçim içimi yemişti. Faruk’la konuşmalıydım. Sokağa girdik. Ev karşımdaydı. Garaj açıldı. Faruk çıktı. Hızla yanımdan geçti. “Arabayı takip et,” diye taksiciye seslendim. Mesafe açılıyordu. “Işıklarda durma. Cezaları öderim,” deyip adamı yüreklendirdim. Yan yana geldik. Cesaretle “Önünü kes,” dedim.

Sıra sende;

Faruk arabadan indi. Öfkeyle taksiye yürüdü. Kapıda beni görünce şaşırdı. “Ne istiyorsun Ayşin?” diye sordu. “Taşocağına mı gidiyorsun?” diye üsteleyince sinirleri boşaldı. Titreyerek “Sana ne!” deyip arabaya biniyordu ki mahcubiyetle Faruk “…” diyerek…   

Varoluşun tekrarı yok. Hazır ol! “Alıntıdan” esinlen, “Kurmacaya” devam et!

Yorumlar