“Kıyaslamanın
ne olduğunu biliyorsunuz. ‘Bu şundan daha iyidir’ diyorsunuz; kendinizi bir
azizle veya katille kıyaslıyorsunuz. Bu kıyaslayıcı yargı sizi köreltir; daha
anlayışlı kılmaz. Eğer ben size bakarken ‘Çok daha iyi bir insan tanıyorum’
dersem, aslında size bakmıyorumdur, değil mi? Demek ki kıyaslama sizin
etraflıca görmenize engel olur. Kıyaslayıcı yargıda bulunmadan bütünüyle size
baktığımda sizi anlayabilirim.”
Kurmaca;
Ambulans
evin arkasına yanaştı. “Baba, araç geldi,” diye seslenip sağlıkçıların
yardımıyla ceset torbasını omzuma attım. Komşumuz Billy kalp krizi geçirmişti.
Babam hüzünlüydü. Balık tutmaya gittiği arkadaşının makyajını yapacaktı.
Attığım her adımla beden daha da ağırlaşıyordu. Babam eşikten fırlayıp “Brain,
düşüreceksin,” diyerek torbayı ucundan yakaladı. Birlikte içeri taşıdık. Annem
çelik masayı yıkıyordu. Torbayı dolaba koyduk. Annem “Acennan, makyaj
malzemelerini aldın mı?” diye sorduğunda babam mahcup oldu. “Anne, makyaj çantası
masa çekmecesinde,” deyip soğutucunun düğmesine bastım. Çalışmadı. Dolabın
arkasına geçtim. Babam keyifle “ Makeyla, Daniel’e bakımcıyı çağırmasını
söylemeyi unuttun mu?” diye sorduğunda annem hınzırlıkla “Acennan, söyledim.
Ama korkarım sana çekmiş,” dediğinde babam homurdanıyordu. Akünün paslanmış
kutup başlarını alkolle temizlediğimde soğutucu çalıştı. Neşeyle “Kaçırdığım
bir şey var mı?” diyerek kardeşim geldi. Çantasını kenara fırlattı. Babam
“Daniel, sınav sonuçlar açıklanmış,” deyip kâğıdı aldı. Bana bakıp “Brain,
kardeşine bak! Yapıştın kaldın cenaze evine,” derken karnını tutup yere oturdu.
Elinde bira şişeleri babamın arkadaşı “Yıkamaya başladınız mı?” diye sorarak
içeri girdi. Babamın yığıldığını görünce poşetleri fırlatıp merdivenlerden koşarak
“Acennan, test sonuçlarını öğren artık,” deyip yanına geldi. Kollarından tutup
kaldırdık. Annem ilaçlarını getirdi. Babam toparlanınca şakayla karışık “Haden,
ölüyü rahatsız etmiyorsun değil mi?” diye sordu. Annem parmağını tehditler
sallayarak “Acennan, pagan arkadaşına söyle ölülerin vücuduna semboller
çizmesin. Kendi cehennemde yanacak bizi de sürükleyecek,” deyip ayaklandı.
Rüzgâr esmiş sit alanı toz altı olmuştu. Çadırımda kapıyı sıkı kapamış
yüzümü gözümü temizliyordum. Çadırın dışından “Fuat Bey, tiyatro temellerinin
yanında yelpazeye uymayan taşlara rastladık,” diye seslenen baş arkeoloğum
Hasandı. Ağzımı bezle sarıp peşinden çıktım. Rüzgâr durmak bir yana daha da
sertleşmişti. Adamlar ellerinde kazmalar bekliyorlardı. Taşlara üstün körü
baktım. İnanılacak gibi değildi. “Arkadaşlar, iki bin yıllık bir mezar odasına
ulaştık,” deyip bir taşı elime aldığımda bir el omzuma dokundu. Başımı hafifçe
çevirdiğimde müdürüm pişkin pişkin “Aferin, Efeler ilçesinin efesi, kazı şefim
Fuat. İlk günden turnayı gözünden vurmuş,” deyip taşı elimden aldı.
Domuz çiftliğini oldum olası sevmemiştim. Haden’in yemek teklifini
geri çevirmedim. Hastane sonrası yemek iyi gelecekti. Çiftlikten içeri araba
girmezdi. Çitlerin dibine çektim. Hazırlıklıydım. Ayakkabıları çıkartıp
çizmeleri giydim. Tahta kapıyı açıp içeri girdim. Etrafım domuzlarla
çevriliydi. Vıcık vıcık pislikte zor yürüyordum. Haden sevinçle “Acennan,
buradayım gel,” diye seslenip samanlığa girdi. Hızlandım. Kapı altından duman
sızıyordu. Omuzla yüklendim. Ağırdı. Neyse ki yere yapışmadan içeri kendimi
attım. Koca bir kazan kaynıyordu. “Durumun nasıl?” diye sorarken kocaman bir
kafayı kazana bıraktı. “Kanser son aşamada,” deyip bir balyaya oturdum. “Merak
etme kafa yemeyeceğiz. Biftekler hemen yanındaki masada,” derken deri kaplı bir
kitabın sayfalarını dikkatle çevirdi. Biftekleri kurcalıyordum. “Elimde antik
ölüm kitabı var,” deyince kendimi tutamadım. Ağlıyordum. “Öldükten sonra
Makeyla yalnız kalacak. Çocuklar evlendikten sonra o da kendine birini bulur,”
demiştim ki dizlerime kitabı attı.
Dubaları, işaretleri yol kenarına koymuş arabaları çeviriyorduk.
Arabayı bagajını kapattırıp yolladım. Dikilmekten belim ağrıyordu. “Mete,
arabadan çık artık. Kimlik kontrollerini sen yap,” diye seslendim. Oralı
olmadı. Öfkeyle yanına gittim. Cama tıkladım. İsteksiz açtı. “Kazım,
bakmayacağım. Dört yıllığı yolda kimlik kontrolü yapmaya mı bitirdim. Sen devam
et,” deyip kapattı.
Sit alanında mezar çevresini düzenlemiş çıkan üç sandukayı açmıştık. Ölü
hediyelerine ait eserleri listelemiş Aydın müzesi envanterine girerken aynı
zamanda İngiltere’deki müşterim Haden’ede mail atmıştım. Özellikle kremasyon
kaplarına ilgi göstermiş müşteri bulacağını söylemişti. Kapım çalındı. İçeriye
“Kaçakçılık şubesinden Levent,” diye kendini tanıtan bir polis girdi. Soğuk
terledim. Elim avucum buz kesti.
Kaygıyla “Amirim buyurun oturun,” dedim. Gülerek “Bizden siz değil
hırsızlar korksun,” deyip bir dosya uzattı. Sayfaları çeviriyordum ama
okuduğumu anlamıyordum. Koltuk altı silahını düzeltirken soğukkanlılıkla
“Kazıda görevli on kişilik ekibiniz alanda çalışmadığı sırada, mezarı ve
içindekileri define avcılarından korumak için ekibimiz bölgede nöbet tutuyor.
Belgelerde görevli polis listesi var,” dedi. Gönül rahatlığıyla “Kazı alanına
giderken listeyi yanımda götürürüm. Sormayı unuttum. Ne ikram edeyim?” diye
sordum. “Teşekkürler. Görev başında içmiyorum,” diye şakasını yapıp gitti.
Cenaze toprağa verildi. Acennan üzgündü. Billy’le birlikte
çocukluğumuz geçmişti. Mezarın başında kimse kalmayana kadar bekledik. “Ölüler
kitabını okudum. Kremasyon kabından bahsediyor,” deyince demirin dövülecek tava
geldiğini anladım. “Kremasyon, ölen kişinin cesedinin yaklaşık
olarak 900-1200 derece sıcaklıkta en az 70 dakika yakılması olayı. Eski
insanlar alev ve ısının tüm nimetlerinden faydalanmaya çalışmışlardı. Bronz çağı ile birlikte Grek yarımadası ve Anadolu’da
cesedin yakılarak ruhun göğe yükselmesi amaçlanıyordu. Bundaki amaç ruhun özgür
olmasıydı,” dediğimde gözlerime bakarak “Makeyla ne olacak?” diye sordu.
Fısıldayarak “Eşinle beraber canlı yanarsanız hiç ayrılmazsınız,” deyip soruyu
cevapladığımda koluma girdi. Yavaş yavaş yürüyorduk. Yağmur çiseliyordu.
Kararlılıkla “Kabı istiyorum,” deyince balık oltaya takılmıştı.
Banka gişelerinde kuyruklar uzamıştı. Oturacak yerler dolmuş
ayaktaydık. O kadar sinirliydim ki hesap cüzdanı avcumda terden ıslanmıştı. Can
sıkıntısıyla Acennan’a “Haden’in ipotek borcunu neden ödüyoruz anlamadım,” diye
çıkışınca adamın gözleri kızardı. Az daha beni parçalayacak sandım. Bilmişlikle
“Haden sıkışmış. Domuzlar hastalanınca et işleyenler hayvanları almamış. Banka
peşine düşmüş. Billy öldü. Tek arkadaşımı çaresiz mi bıraksaydım,” diye üste
çıktı. Tartışırken bize gelen sırayı zor fark ettik. Yüklü miktarda daha doğrusu
birikimimizi çektik.
Sit alanını soyan define avcılarını Aydın il sınırı civarında
yakaladık. Kaçakçılık şube müdürlüğü nezarethanesi ağzına kadar doluydu. Sorgu
odasında son kalan zanlıyı misafir ediyorduk. “Azmettiriciniz kim?” diye
sorduğumda arkadaşın dili çözüldü. Bül bül oldu “Fuat Bey,” diye öttü.
Cevapları alınca rahatladım. İşim bitmiş odadan çıkmıştım. Koridordan
asansörlere yürüyordum. Önümdeki kapıdan iki trafik polisi çıktı. İçlerinden
biri tanıdıktı. “Tembel teneke Mete,” diye seslendim ama dönüp bakmadı. Biraz
koşup omzundan yakaladım. Kafasını istemeyerek çevirdi. Dişleri sıkılı,
“Nasılsın Levent,” diye zoraki sordu. Yanındaki, asansörde kapıyı tutuyordu.
Beraber bindik. Kedimi tutamayıp “Demek trafik şubedesin Mete efendi. Akademide
koşamazdın. Altına araba vermekle iyi yapmışlar,” diye kahkahayı patlattım.
Mete’nin arkadaşı da bıyık altından bana katıldı. Mete ‘ya sabır’
çekiyordu.
Babamın hastalığı ilerlemiş, cenaze evinin yükü omuzlarımdaydı.
Annemle birlikte ölüleri cenaze törenine hazırlıyorduk. Annem babamın arkadaşı
Haden’i sevmese de bu sıralar yardımına hayır demiyordu. Babam kardeşim
Daniel’i konuşmaya çağırmıştı. Kapıda beklerken odada kıyamet kopuyor, bir
birlerine bağırıyorlardı. İlk defa babam kardeşime sert çıkmıştı. Kapı hızla
açıldı. Kardeşim “Abi babam saçmalıyor,” diyerek odadan çıktı. “Brain,” diye
çağrılınca içeri girdim. Solunum cihazını ağzından çıkarmıştı. Zor nefes
alıyordu. Sıkıntıyla “Oğlum Türkiye’ye gidip bir malzeme alacaksın,” deyip
kendinden geçti. Oksijen maskesini ağzına taktım. Nefesi normale döndü.
Aydın dar geliyor, aranıyordum. Kamyoncuların gündelik yatıp kalktığı
konaklama tesisinde küçük bir odada gizlenmiştim. Etrafta hamam böcekleri cirit
atıyor, çarşaflar küflenmiş odam rutubet kokuyordu. Odadaki telefondan
müşterimin numarasını çevirdim. Arama hemen kabul edildi. “Merhaba Acennan.
Acil şifalar diliyorum. Oğlun geliyor değil mi? Kremasyon kabın yanımda. Fazla
gecikmeyin,” diye uyardım. İngiliz müşterime kremasyon kabını polislere kaptırdığımı
söylemedim. Devlet memurluğunda çıkartılınca param suyunu çekti. Hapis yolu da
gözüktü. Ne yapıp edip İngiliz’den parasını almalıydım.
Sıra sende;
Bavulu hazırladım. Pasaport ve biletimi çantama koydum. Babam ölmek
üzereydi. Ölmeden istediği şeyi ona getirmede kararlıydım. Havaalanına gitmek
için evden çıkıyordum ki kardeşim Daniel “Abi bekle,” diye seslendi. Kapıda
durdum. Nefes nefese yanıma geldi. “…” deyip…
İngiliz’le sözleştik. Kabı almada ısrarlıydı. Buluşma yerimizi Aydın
dışında belirledim. Otostop çekerek şehir merkezine geldim. Yanımdaki son
parayla silah aldım. Araba lazımdı. Kiralayan ofise gittim. “Bir günlük araba
kiralamak istiyorum,” deyince adam “Kimliğinizi alabilir miyim?” deyip
ellerindeki arabaları tanıttı. İçlerinden Japon olanı beğendim. “Fuat Bey
garaja buyurun,” deyip anahtarı kasadan çıkardı. Önden yürüdü. Arabayı
gösterirken kafasına silahı dayadım. Avucuma anahtarı bıraktı. Malzeme odasına
sokup arabaya atladım.
Sıra sende;
Aydın atandığım ilk ildi. Mevsimine alışamamıştım. Alışamadığım tek
şeyde değildi. Ekip arabasını yol kenarına çekmiş kimlik ve ehliyet kontrolü
yapacaktık. Çökkünlükle “Mete, mesai bitimine bir saat kala kontrol yapalım.
Arabaları durdurup ‘Nüfus cüzdanı, ruhsat’ demeye dilim varmıyor,” deyip
koltuğu arkaya yatırdım. Uzandım. Mete sitemle “Kazım, Leventle sana güldüğümde
bana kızmıştın. Adam haksız değilmiş. Kıpırdanmaya bile üşeniyorsun. Zahmet
olacak ama koltuğunun altındaki radarı versene, hızda kontrol edeceğiz,” dedi.
Radarı uzatıp “Bataryaları bagajda,” deyince Mete elinde radar, durdu. İnançla
“Kazım, …” diyerek…
Varoluşun tekrarı yok. Hazır ol! “Alıntıdan”
esinlen, “Kurmacaya” devam et!
Yorumlar
Yorum Gönder