“Varlığına sahip çık. Acılarınla, korkularınla yüzleş ve her tür
bağımlılıktan kurtul, çünkü ancak bağımlılıklardan kurtularak kendi şarkını
söyleyebilecek ve kendi dansını yapabileceksin. Yüreğinde yarattığın şarkıyı
söyleyebiliyorsan, o zaman çiçek açmış bir ağaçsın.”
Kurmaca;
Cenaze evinde kızımla birlikte ölü tahniti yapacaktık. Cesedi
sergileyeceğim salonun ısısını düşürdüm. Alt kata hazırlık odasına inip
çürümeyi engelleyen yağı basınçlı tüplere doldurdum. Kızımdan yardım istemiştim
ama gecikti. İş başa düştü. Mermer masada uzanan cesedin kanını boşaltıp
damarlarına yağı ağır ağır pompalarken fotoğraftaki poza uygun biçimi hangi
kaslara iç dikiş atarak verebileceğimi düşünüyordum. Çelik kapı ağır ağır
açıldı. Kızım odaya girip çantasını tabutun yanına fırlattı. Koltuğa oturup
akıllı telefonuna eline aldı. Yüzüme bakmadan “Anne, Diaz Beato’nun ailesi
ofisteler. Oğullarının sandalyede nasıl oturacağını merak ediyorlar,” dedi.
Sakinliğimi korurken “Neden geciktin Adella? Dans kursu malzemelerini koyduğun
çanta değil mi o?” diye arka arkaya sordum. Kulaklıklarını “Dans kursuna
gittim. Konuşmuştuk ama sınavlara girmeye karar verdim,” deyip taktı.
Müşteriler yukarıdaydı. Tartışmak uygun değildi. Kulaklıkları çekip “Kalk
bakalım. Diaz’ı salona çıkaralım. Gelenlerle pozisyonu oluştururuz,” diyerek
cesedin ayakucuna geçtim. Kızım ellerinden tuttu. Sağa sola çarptırmadan yukarı
çıktık. Kullandığım kimyasallar çürümeyi geciktirmiş, annesi oğlunu görünce biran
öldüğünü unutmuştu. Cesede sarıldı. Ağlıyordu. Kızları kadını zor
sakinleştirdiler. Yaklaşık bir saat çalıştık. Bu sefer ölü tahniti farklıydı
çünkü bacak bacak üstüne atar şekilde vücuda şekil verdik. İş bitince kızım
“Oğlunuz dünyada ilk kez gözleri açık şekilde tahnit edilen insan oldu,"
sözlerini dile getirdi. Etrafı toparladık. Kadın yanıma gelip ellerimi avucuna
alarak “Damaris, kurşun izlerini fark edilmez yapmışsın. Çok teşekkür ederim.
Diaz’ı hep böyle iyi görmek istemişimdir,” dedi.
Ortağımla şehrin arka mahallesinde yaşayan uyuşturucu çetesinin kasası
Diaz’ın cenazesine gidiyorduk. Ağzında pipet elinde bardak, kahvesini
höpürdetip içerken gözü de yoldaydı. Yanında yardımcı pilotluk yapıyor
“Florinio, şuradan sap, buradan dön,” diye yolu tarif ediyordum. Kahvesini
bitirip camdan attı. Ağzını silip “Camilo, çocuk beyaz şeytanların paralarını
saklıyordu. Çocuk diyoruz ama 26’sındaymış. Neyse işte. Ailesi tahnit yaptırmış,”
derken başladı kıkırdamaya. Dikkatimi dağıttı. Son anda fark edip “Dursana be
kardeşim! Evi geçtik,” dedim. Park yeri zor bulduk. Kalabalıktı. Ziyaretçiler
eve sığmamış, bahçeye taşmışlardı. Yerel, ulusal basın mensupları da eksik
kalmamışlardı. Florinio aradan sıyrılıp içeri girdi. Merakla Diaz Beato'nun
bacak bacak üstüne attırılmış şekilde sandalyeye oturtulduğu cesediyle
ilgileniyordu. Soruşturma yapmaya niyeti yoktu. Eğlenmeye geldiğini anladığımda
Diaz’ın annesini buldum. Kadın oğlunun çete üyesi olduğunu kabullenemedi. Ona
yakıştıramadı. Kız kardeşleri gelip “Acı günümüzde rahat bırakın,” diyerek
annelerini uzaklaştırdılar. Ortağım gözlerini Diaz’dan alamamıştı. Yanına
gittim. Sanki canlıydı. Arkamdan bir kadın “Gözleri açık, parmaklarının arasına
sigara tutturulmuş, kafasında beysbol şapkası, üzerinde eşofman takımıyla kendisine
saygılarını sunanları karşılıyor,” diye fısıldayınca irkildim. Dönüp kimliğimi
gösterdim. Gülerek “Sizi korkutmak istemedim. Ben; Damaris Marin. Tahnit
işlemini yaptım,” dedi. Ortağım “Camilo, böldüm kusura bakma. Hermosa geldi.
Seni arıyor,” diye lafa girdi. Bakınırken onu gördüm el salladım. Hızla yanıma
geldi. “Aşkım,” diyerek sarıldı. Şaşırmıştım. Kravatımı düzeltirken “Hastane
çıkışı trafik sıkışıktı. Yan yolu kullanayım istedim. Sizin arabayı görünce…
Yanındayım,” deyip elimi tuttu. “Ufak bir soruşturma vardı. İşimiz bitti.
Çıkıyorduk,” derken cesede eğilip göz gezdirdi. Kadına dönüp “Tahnit işlemini
çok güzel yapmışsınız. Deri üzerinde sıvı izi yok,” deyince Damaris “Tahnitten
anlıyorsunuz,” diyerek sevgilimin daha fazla konuşmasına kapı açtı. Profesyonel
bir havayla “Babam ava meraklıdır. Onunla birlikte ufak tefek birkaç tilki
doldurmuşluğum var,” diyerek ayaküstü anısını paylaşıyor, keyifle sohbet
ediyorlardı. Dalmış onları dinlerken telefonum titreşti. Babamın bakıcısı
arıyordu. Telefonu kulağıma götürürken keyfim kaçmıştı. Dinledim ve kapattı.
Hermosa’nın bakışları üzerimdeydi. “Bakıcı erken çıkacakmış. Eve dönmeliyim,”
deyip “Florinio, beni bırak,” diye ortağıma seslendim. Sevgilim aşkla “Camilo,
ben bıraksam. Baş başa kalmış oluruz,” diyerek reddedemeyeceğim bir teklif
sundu. Ortağımda Diaz’ın kız kardeşleriyle soruşturmayı derinleştiriyordu.
Bakıcıya avuç dolusu para veriyorduk ama kafasına göre hareket
ediyordu. Kaç bakıcı değiştirdiğimizi unuttum. Altımı bezlemesini de istemiştim.
Sürekli erteledi. Bezlemeden de çekti gitti. Yatağımı ıslatmak bana yakışmazdı.
Kendimi yüksek ve coşkulu sesle “Emekli emniyet müdürü Domenico Santchez.
Tuvalete gitmeye mi gözünde büyüteceksin,” diye yüreklendirdim. Yere indim.
Boylu boyuna uzandım. Sürünürken felç kaldığım çatışmayı hatırladım. Şehirde ne
kadar kuyumcu varsa haraca bağlayan kabadayıyı enselemek üzereydik. Gençliğin
verdiğin heyecanla önden gittim. Gidiş o gidiş olmuştu. Ondan sonra tek çocukla
yatalak kalmıştım. Kaşla göz arasında odamdan çıkmış salonu geçiyordum.
Tuvaleti gördüm. Eşim evi terk etmiş sonrasında evlenememiştim. Söyledikleri
kulağımda tekrar çınladı. Mesanem patladı patlayacak, üzerine yatınca basınç
artmıştı. Dayanamadım. Basıncı ve yaşadıklarımı kaldırmadım. İdrar pijamalarımı
ve halıyı ıslattı. Kollarımda kendimi çekecek güç kalmadı. Öylece uzanırken zil
çaldı. “Camilo,” diye bağırdım. Anahtarıyla açıp içeri girdi. “Nerde kaldın
şerefsiz,” diye söylendim. Ağzını açmasına fırsat vermeden “Hermosa’la
birlikteydin. İnkâr etme!” diye üsteledim. Kucağına alıp yatağıma yatırdı.
Üzerimi değiştirirken “Baba, hesabıma transfer yapacaktın,” diyordu ki tokadı
yapıştırıp “Ölü soyucusu! Hem idrar içinde yüzdürürsün hem de tekne parası
isteyip polisliği bırakacağım dersin. Neymiş balıkçı olacakmış,” diye lafı
soktum. “Yemeğini hazırlayacağım,” deyip mutfağa gitti. Öfkeyle “Yaşım kırkı
geçti, geçecek. Evlenemedim. Yeter mi yetmez! Emniyet müdürü babanın oğlu polis
olur dedin. Denizden, balıktan uzak kaldım. Anlayacağın sadece sen yatalak
olmadın,” diyerek ağzını açtı. Durur muyum! “Annene benzemişsin. İstediği olmayınca
duygu sömürüsü yapardı,” diye verdim veriştirdim.
Hastanede nöbetteydim. Camilo kahve içmeye gelecekti. Babasını yalnız
bırakmazdı. Endişeliydim. Kantinde bekleyeceğimi biliyordu. İkimize çay aldım.
Zamanlamam harikaymış. Kendiminkini karıştırırken geldi. Öpüp oturdu. Çayı
şekersiz içerdi. Ama benden bir tane aldı. Karıştırırken babasıyla arasında
geçenlerden bahsetti. Camilo’nun hamuru baba, koca olmaya müsaitti. Sırtımı
dayayabilirdim. Fakat babası kafamda sorun olagelmişti. Şimdi fırsat elime
geçti. Kendimden emin “Aşkım, parayı cebine koyup babanı da sorun olmaktan
çıkarabiliriz. Emekli ikramiyesi ve maaşını istediğin kadar kullanabilirsin,”
diye konuşunca hayretle “Nasıl?” diye sordu.
Dans okulunu burslu kazanmıştım. Sevinmeye fırsatım olmadı. Hafta sonu
ölüleri yıkadığımız küvetteki lekeleri temizliyordum. Lekeler öyle kurumuştu ki
bastırmaktan bileğimi oynatamaz olmuştum. Tel fırça elimde paralandı. Üstüm
başım ıslanmıştı. Annem, odasında yarım saattir uzaktan akrabası Benicio’yla
görüşüyordu. Konuşmaları bitsin kazandığımı söyleyecektim. Kapı açıldı. Adam
odadan çıktı. Yanıma gelip “Kolay gelsin Adella. Annenle görüştüm. Teklifimi
kabul etmedi. Etseydi sizinle çalışacaktım. Şimdilik olmadı. Görüşürüz,”
diyerek yağ tüplerinin yanından geçip merdivenlerden yukarı çıktı. Eldivenleri
elimden çıkarıp küvete attım. Odaya yürürken önlüğü çözdüm. Girdiğimde masasına
fırlattım. Kendimi kaybetmek üzereydim. “Neden adama izin vermedin!” diye hesap
sordum. Oturmamı işaret etti. Oturmadım. Alttan alıp “Adella, Benicio’yu
tanımıyoruz. Yanımıza alsak ileride ne olacağını bilmiyorum. Şu sıralar işlerin
yoğunluğunu da görüyorsun,” diyerek sakinleştirmeye çalıştı. Anlamak istemedim.
Ağzımı açmadan odadan çıkıp kapıyı sert çektim.
Kayığın motorunu çalıştırdım. Camilo motorun başından ayrılmazdı.
Dümeni bana bırakması hayra alamet değildi. Baraj göledinin ortalarına kadar
açıldık. Ağımızı saldık. Boşboğazın önde gideniydim ama bu sefer söze
Camilo’nun girmesini beklemeye karar verdim. Olta makarasına misine sararken
“Florinio, babam,” diyerek ne var ne yok döküldü. Anlattıkları ağır gelince
dayanamayıp “Sende o baba varken sürüne sürüne yaşayacaksın,” diyerek konuyu
kestirip attım. Sıkıldığımı anlamış olmalı bir daha açmadı. Balık tutamadan
kıyıya döndük. Malzemeleri toplayıp yola koyulduk. Dalgındı. Kafasını meşgul
eden şeyi paylaşmadı. Evine vardığımızda kararlılıkla “Artık ne yapacağımı
biliyorum,” diyerek indi.
Kızım, Benicio’yla çalışmama kararımın sebeplerini anlamamış, kalbi
kırılmıştı. Sevdiği keki yapıp aramızı bulmak istedim. Temizlemeyi yarım
bıktığı küveti yıkadım. Kek malzemelerini aklımdan geçirdim. Eksik yoktu. Sağı
solu toplayıp yukarı çıktım. Kümesten taze yumurta alıp eve girerken kapı
açıldı. Adella sırtında çantası bir şey demeden, yüzüme bakmadan önümden geçti.
Seslenecek oldum. Motosikletine atladı. Tozu dumana katarak bastı gitti. Dans
kursundan vazgeçirememiştim. Sert bir konuşma yapmam gerekiyordu. Yarına
erteledim. Yumurtaları mutfağa bırakıp üstü başıma değiştirmeye odama
yürüyordum ki kızın odasının kapısının açık olduğunu fark ettim. Kapıyı
çekerken gözüm dolabına takıldı. Kapaklar açık, askılar yerdeydi. Şaşkınlıkla
odaya girdim. Askıyı alıp kalkarken boş dolabın önünde doğruldum. Bir an
tansiyonum düştü gözüm karadı. Sendeleyip yatağa oturdum. Yastığa bırakılmış
bir kâğıt vardı. Aldım. “Anne,” diye başlamış, evden ayrıldığını yazmıştı.
Babam uyuyunca Hermosa’nın getirdiği yoğun bakım cihazlarını büyük
salona kurduk. İkiye bölündüğümü hissediyordum. Bir yanım memnun, diğer yanım
plandan rahatsızdı. Tereddüdümü anlayan sevgilim göğüs kafesini hareket
ettirecek mini cihazı “Babana tahnit işlemi yaptığımızı kimse anlamayacak.
Bitkisel hayatta olduğuna insanları inandıracağız,” deyip çalıştırdı. Avukattan
aldığım vekâlet dosyalarını, Hermosa’nın beyin doktorunun kaşesini kullanıp
hazırladığı sahte raporu gözden geçirdim. Bir şey dışında eksiğimiz kalmamıştı.
Başım ağrıyordu. Gözlerimi zor açtım. Sandalyede bağlıydım. Karşımdaki
yatakta bir ihtiyar uzanmış kendi kendine küfrediyordu. Acı içinde “Sende
kimsin?” diye sordum. “Camilo, haysiyetsiz, düzenbazın önde gideni çıktı.
Babasıyım,” diye başlayıp ağzına ne gelirse söyledi. Yorulmuş olsa gerek
nefeslendi. Aklına “Ne iş yaparsın, adın ne?” diye sormak geldi. “Damaris
Marin,” deyip peşi sıra cenaze evimden, tahnit yaptığımdan söz ettim. Dinlemeye
tahammülü yoktu. Usta bir aşçı özeniyle oğlunun balıkçılık sevdasından, evlilik
hevesinden, sevgilisiyle yaptığı plandan aralara bolca, dilinin döndüğü argo
sözleri serpiştirip servis etmişti ki içeriye bir adam ve kadın girdi. Adamı
hatırladım. Üzüntüyle “Dedektif,” diyebildim. Kadın soğukkanlılıkla “Elini
çözeceğim. İhtiyarın kanını boşaltacaksın. Bende içine pompalayacağın yağı
getireceğim,” deyip yastığa işaret ederek dedektife “Aşkım, şunu kullan,”dedi.
Sakindi. Tüpleri getirmeye çıktı.
Sıra sende;
Adam yastığı aldı. Babası yalvarıyordu. Bastırdı. “Dur! Yapma!”
dediysem de dinlemedi. Birden bire midesi ağzına geldi. Kustu. Yastığı bırakıp
dışarı çıktı. İhtiyar derin nefes alıp kendine geldi. Öfkeyle “Katil! Sana
zırnık koklatmayacağım,” diye bağrındı. Durumu değerlendirmeye çalışıyordum.
“...” deyip...
Yorumlar
Yorum Gönder