![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihTH6PAPXt0eci-oe3XJ9mgUVR2VtItVQUtzBxBvmUsuFXUlXmYWunVUg3WWHvI4k9k4U7WOSMCECYDLAwOUjyLDT1M5GV35qioeZRho1MgM8lMeVLmonPvusBoNOO4fiDuDlAIY-zDvk/s400/%25C4%25B0hanetin+embriyosu.jpg)
Alıntı;
“İnsan zaman içinde olup
biten olaylardan anlam çıkarmak ister. Olup biten "şeylerin" anlamını
bildiğimize kendimizi ikna edebileceğimiz bir bağlam yakalamak isteriz;
özellikle de bu olaylar çelişkili, ürkütücü, sıra dışı olduğunda.”
Kurmaca;
Ultrason cihazının
ekranını açıp doğum masasına uzanmış kardeşimin rahmine jel sürdüm. “Abla
soğukmuş,” diye gülümsedi. Probu dikkatle deri üzerinde gezdirirken düşüğe
sebep olan bakteriyi ortadan kaldıracak ilacı rahme enjekte ediyordum. “Mary,
bebek iyi durumda. İlacı verdim,” deyip tüpü vajinadan çıkardım. Kardeşim
“Koltuk çok rahatsız edici, umarım bir daha oturmam,” diyerek kalktı. Üzerini
toplarken içeriye asistanım “Kathy, ‘Maisinius bakterisinin zayıf noktasını
buldum,” deyip girdi. Mary merakla “Benimki mi?” diye sordu. Muayene
eldivenlerimi çıkartırken “Bakteriyi bir kenara bırakalım. Hafta sonu Peter
barbekü yapacak. Kocanı da alıp gel. Jane sende sağ kolumsun unutma,” diyerek
ikisini de davet ettim.
Klinikte yüksek tempolu
bir haftayı geride bırakmıştım. Barbeküyü kaçırmamaya karar verdim. Hafta
sonları kahvaltıyı Harry hazırlar, herkesi uyandırırdı. Mutfağa girdiğinde
gözlerini ovuşturuyordu. “Jane ne işin var mutfakta,” diye şaşkınlığını
dillendirdi. Meyve suyunu bardaklara dökerken “Kathy, barbeküye davet etti.
Çıkmadan size sürpriz yapmak istedim. Uykunu alamadın mı?” diye sorduğumda
derin nefes verip “Abla, dükkâna bir hırsız dadandı. Kasa sürekli açık veriyor.
Kapı ya da pencerede zorlama izi yok. Kafam karıştı. Üstelik ben yokken Teddy
dükkânda bekliyor,” diyerek dert yandı.
Hüzünle yere bakarken yanağından öpüp “Afiyet olsun ufaklık,” diyerek
mutfaktan çıktım. Evden ayrılırken çantamı kontrol ettim. Kapsülü bulamadım.
Hızla odama gidip göz attım. Makyaj aynasının önünde buldum. Çantama atıp “Barbeküden
sonra senaryo kursuna gideceğim,” deyip fırladım.
Barbekü ızgarası
ısınmıştı. Peter etleri boşluk bırakmayarak yan yana dizmiş, ateşi yelliyordu.
Mary ve kocası tedavinin başarısı sebebiyle mutuydular. Bebek üç aylık olmuştu.
Kardeşim elimi samimiyetle tutup “Kathy, bebeğimiz için yaptıklarını
unutmayacağız,” diyerek şükranlarını sundu. Duygulandım. Sekiz yıllık
evliydiler. Evliliklerine on iki düşük sığmıştı. Erkek arkadaşım, duman gözüne
kaçınca “Kathy, laflamayı bırak da yelpazeyi al,” diye seslendi. Sohbete limon
sıkan Peter’a dişlerimi sıkarak “Geliyorum,” dedim. Barbekü ters esen rüzgârla
dumana boğulmuştu. Yelpazeyi sallarken Jane yanıma geldi. “Etler pişti pişecek.
Bende limonata yapayım,” deyip içecek masasına gitti. Limonları sürahiye sıktı.
Şekeri döktü. Su şişesini alıp “Su yetmeyecek. Dolduracağım, diyerek mutfağa
yürüdü. Ona bakarken “Etleri yakıyorsun,” diyen Peter kızarak yelpazeyi elimden
aldı. Ufak bir parçayı ağzıma attım. Lezzeti muhteşemdi. Baharatları
sayabilirdim. Jane limonatayı yapmış servis ediyordu. Göz açıp kapayıncaya
kadar etler yendi. Peter’la damadımız konuşurken bizde soğuk içeceklerin
keyfini çıkarıyorduk. Mary “Karnım ağrıyor abla,” derken iki büklüm oluverdi.
Jane panikledi. “Otur,” derken kardeşimin bacak arasından çimlere kan boşaldı.
Kocası “Oluk gibi akıyor,” deyip Mary’i kucakladı. Bahçe kapısını tekmeleyip
arabaya ulaştı. Peter direksiyona oturdu. Kardeşim kendinden geçmiş kanaması
durmak bir yana artmıştı.
Senaryo kursunun
verildiği sanat merkezi şehrin merkezindeydi ama biz şehrin dışında
oturuyorduk. Ablam geç çıkıyor, babam da “Git ablanı al,” diye dayatıyordu.
Neyse ki kafeterya açıktı. Beklerken bir kahve içtim. Ablamın sınıf kapısı
açılınca soluğu sınıfta aldım. “Harry, geldiğin için çok teşekkürler,” diyen
ablam yüzümü güldürmüştü. “Barbekü nasıldı?” diye sordum. “Önemli bir şey
yoktu. Yedik içtik işte,” diye cevaplarken binadan çıkmış otobüs bekliyorduk.
Ablamların derste hangi filmi işlediklerini merak etmiştim. Soracakken “Sen
sormadan ben anlatayım,” diyerek leb demeden leblebiyi anladığını belli
etmişti. “Filmde kız ve babası polis teşkilatındadır. Kız haraç kesen çeteyi
araştırdıkça babasının çete başı olduğunu anlar,” dediğinde otobüsle yarı yola
gelmiştik. “Hırsızı buldun mu?” diye sorunca kafamda şimşek çaktı.
Laboratuvarda neyin
yanlış olduğunu anlamaya çalışıyordum. Jane bir fincan yeşil çayı masama
bırakırken “Mary’nin durumu nasıl?” diye sordu. Gözlerim doldu. “Hastaneden
çıktı ama düşük yaptı. Bebek birkaç güne toprağa verilecek,” dediğimde salya
sümük ağlıyordum. Jane fincana şeker atıp karıştırırken “Belki de Maisinius
bakterisinin önüne geçmek için insan embriyoları üzerinde genlerin
değiştirilmesinin yollarını aramalıyız,” deyince ağlamayı kestim. Çekmecemden
mendil çıkartıp gözlerimi sildim. Avcuma kolonya döküp içime çektim. “İnsan
embriyoları gen çalışmaları asla masum kalmaz,” derken telefonum çaldı. Peter
arıyordu. Aramayı kabul ettim. Duyduklarım inanılmazdı. “Kendini asmış,”
diyordum etraf karardı. Elden ayaktan kesildim.
Yapay et ürettiğimiz
tankların arasında dolaşırken geleceğin askerlerini gözümde canlandırmakta
zorlanıyordum. Tek eksiğimiz etlerden insan yapmamızı sağlayacak embriyo gen
kodlarıydı. İletişim subayım “General Osborn, Doktor Kathy Niakan’ın başvurusunu
İnsan Üreme ve Embriyoloji Kurumu kabul etti. Düşük yapma nedenleri üzerinde
daha derin araştırma yapılabilecek,” deyip anlaşmanın kopyasını verdiğinde
“Pruskit, ordumuza katılacak kusursuz asker taburlarını görüyorum. Ölen
askerlerin kimi kimsesi olmayacak. İstediğimiz yere istediğimiz kadar asker
gönderebilecek üstelik savaş karşıtlarının kamuoyunu yönlendirdiği
dayanaklarını ellerinden almış olacağız,” diyerek aldım.
Senaryo kursuna gitmeden
izlemem gereken filmin sonuna gelmiş, patlamış mısır ve çayla ödev zamanını
keyif zamanına çevirmiştim. Evin kapısı açıldı. “Harry, erken geldin. Bana
katıl,” deyip mısırları gösterdim. Yanıma oturdu ayaklarını sehpaya uzattı.
“Kamera kayıtlarına baktım,” deyince filmi durdurdum. “Kameraları dükkâna yerleştirecektin.
Fare kimmiş?” diye sordum. Mısır çanağını önümden alıp “Senin filmindeki gibi
çıktı sonuç. Arkadaşımmış. Ben yokken kasadan para yürütüyormuş,” deyip ağzına
bir avuç mısır soktu.
Jane ağzında sakız
bilgisayarın önünde veri girişi yapıyordu. Mesai bitmek üzereydi ama gidecek
gibi durmuyordu. Embriyoların gen kodlarını listelemiştim. Jane “Analizcilere
listeyi verip çıkacağım. Yas günlerinin sonuna geldik. Cenaze evine geliyor
musun?” diye sorduğumda umursamadan “Senaryo kursuna gideceğim. Kursa kadar
fazla mesaiye kalacağım. Bitirmem gereken birkaç raporum var,” dedi. Buz
kestim. Sanki kız kardeşim onun gözleri önünde eriyip gitmemişti. Analizcilerin
“Kathy, elektron mikroskobunu hazırladık. Gen kodlarını alıp biran önce
elektron seviyesinde incelemeye başlayalım,” diyerek içeri girmeleriyle kendime
geldim. Kodları koyduğum tüpü analizciye verdim. Soğutucu üniteyi açıp tüpü
bırakırken “Kathy, kardeşinin kan örneğinde olmaması gereken bir maddeye
rastladık. Henüz ne olduğunu anlamadık. Madde son birkaç gün içinde kana
karışmış,” dedi.
Sonunda cenaze süreci
bitmişti. Kardeşim yoktu ama acısı her an benimleydi. Jane laboratuvara
gelmemişti. Bilgisayarımı açtım. Posta hesabıma baktığımda analizcilerin gen
kodlarının elektron haritasını mail attığını, mailinde okunduğunu gördüm.
Sonuçlar alınmıştı. İleri seviyede korunan bir tesiste veri güvenliği
yerlerdeydi. Başımı iki elimin arasına almış kara karar düşünürken Jane neşeyle
“Günaydın,” diyerek laboratuvara geldi. “Sen çıkmadan kimse bilgisayarıma
oturdu mu?” diye sordum. Hayır anlamında başını salladı. “Ne olmuş?” diye
meraklandı. “Gen haritası çalınmış. Ama çalanın işine yaramayacak. İkinci aşama
verileri fark etmemiş. Onlar farklı dosyalarda saklıydı,” dedim. Ekrana eğilip
mausla posta hesabının menülerinde gezindi. “Posta hesabından askeri
teknolojiler üreten firmaya veriler gönderilmişse bu durumu paylaşman
suçlanmana sebep olur. Elini kolunu da bağlamışlar,” deyince başımdan aşağı
kaynar sular döküldü.
İş çıkışı yaklaşmış,
bilgisayar bakımcımız yarına randevu vermişti. Bilgisayarım güvende değildi.
Jane gidecekmiş gibi durmuyordu. Gözüm üzerindeyken Peter aradı. “Canım bu gece
laboratuvardayım. Gelmeyeceğim. Sen bir şeyler yer yatarsın,” deyip telefonu
kapatırken Jane kalktı. Montunu giyerken “Senaryo kursuna gideceğim. İlginç bir
film inceleyeceğiz,” diyerek polis teşkilatındaki kız ve babasından oradan da
konuyu kardeşi ve arkadaşına getirdi. Çıkıyordu ki “Peter evde. Buradaki
bilgileri ev bilgisayarıma da yedekliyordum,” dedim. O an gözümden film şeridi
geçti. Jane’yi kolundan yakalayıp “Sen birkaç saat bekler misin? Işıkları
kapat. Gelen giden olursa haberimiz olur,” dedim. Çantasını bıraktı. “Kalırım,”
deyip kahve makinesine yürüdü.
Elektron mikroskobuyla
kandaki görüntüleri almış, ani düşük yapan Mary’nin kanında yoğun miktarda
Maisinius bakterisine rastlamıştık. Arkadaşım “Carlos, raporu hazırladım.
Kathy’e mail attım. Eve gidiyorum. Sağı solu toparlamadan ayrılma,” deyip
kapıyı çekti.
Gen haritasının ilk
parçaları gelmiş ama insan üretimi için yeterli değildi. Olanları et
ünitesindeki biyologlara verdim. Sonuçlar iyiydi. Sabırsızlanıyordum. Pruskit
“General Osborn, Jane veri transferine bir saat içinde başlayabilirmiş. Alıcıyı
açalım mı?” diye sorunca heyecanla “Vakit kaybetmeden açın,” diyerek emir
verdim. Adam çıkarken “Pruskit, insan kaynakları Jane’nin işe alımını
hızlandırsınlar,” diye arkasından seslendim.
Otoparkta arabama
atlayıp yola çıktım. İbreyi sona dayamıştım. İçim içimi yiyordu. Silecekler işe
yaramamış, yolu zor görüyordum. Uzunları yaktım. Birden araba sarsıldı.
Direksiyona zor hâkim oldum. Ön tekerim patlamıştı. Takla atmadığıma sevindim.
Sağa çekip dörtlüleri yaktım. İki dakikada sırılsıklam oldum. Neyse ki taksi
geliyordu. Sıçrayarak el salladım. Önümden geçti ama durup geri geldi.
“Teşekkürler,” deyip bindim.
Sıra sende;
“52.caddenin köşesine
gidelim,” dedim. Taksici dikiz aynasından beni süzdü. Torpidodan kâğıt havlu
alıp uzattı. Radyoyu kapatıp kulaklığını açtı. “Kızım bale kursun iptal
edilmiş. Sana kaç kere sanat merkezi üç gündür kapalı. Tadilat devam ediyor
diyeceğim,” demesiyle beynimden vurulmuşa döndüm. Beyefendi “…” deyip…
Yorumlar
Yorum Gönder