Huzur İklimi


ALINTI; 

Kafandaki düşünceler kendine göre bir çekim gücüne sahiptir. Mıknatıs gibi, kendilerine uyan insanları ve olayları hayatına çekip dururlar.











KURMACA;

Loire Nehri çevresine polis sevkiyatı devam etmekteydi. Eşimle birlikte kimyevi madde fabrikasını ablukaya alan gruptaydık. İşletme atık sularını temizlemeden nehre boşaltıyordu. Polis amiri elinde megafonu “İzinsiz gösterinize son verin. Bizi müdahaleye zorlamayın,” diye uyardı. Dinlemedik. Fabien “Adalie, anneni aradın mı? Bebeğimiz iyiydi değil mi?” diye sordu. “Fabien, merak etme. Her şey yolunda,” dedim. İyi haberi alan kocam gülümsedi. Kendimizi kapıya zincirlerken polisler gaz maskelerini taktılar. Biber gazı silahları üzerimize çevrildi. Sloganlar ağzımızda elle tutuştuk. Kapsüller havada uçuşmaktaydı. Müdahale sertleşmişti. Fabien gözaltına alınırken direndi. Başına gaz kapsülü isabet etti. Yere yığıldı. Yanına çömeldim. Başını dizlerime aldım. Saçları kan içindeydi. Yapacak bir şey yoktu. 

Gare du nord tren istasyonunda kızım ve torunumu bekliyordum. Fabien’in ölümü sonrası Adalie toparlanamadı. Verdikleri mücadele işe yaramış işletme atıklarını nehre boşaltmayı durdurmuştu.  Zamana ihtiyacı olduğunu, torunumu bir süre bana bırakıp ülkeden ayrılmayı istediğini söyledi. Kabul ettim. Tren kalktı kalkacak diye aklımdan geçirirken kızım “Geldik Berthe,” diye arkamdan seslendi. Torunum bebek arabasında keyifle uyumaktaydı. Küçül bir çantayı elime tutuşturup “Kıyafetleri ve ilaçları,” dedi. Kızımla son kez sarıldık.    

Soran olursa Paris’te yaşıyorduk. Şehrin dışında ıssız yeşilliğin ortasında eşimin yolunu gözlemekteydim. Verandadan güneşin batışını izlesem de sinirim yatışmıyordu. Üstelik sallanan sandalyenin ayağı kırılmış oturmak mümkün değildi. Nöbetteki askerler kadar tek başına ve ayaktaydım. Arabası göründü. Kornaya bas basa geldi. Elinde dosyaları yüzünde sırıtışı “Aşkım kapıda beni karşılıyormuş,” deyip yanağımdan öpecekken kafamı çektim. “Danniell, dünya iklimini kurtarmakla meşgulken evdeki iklimi fark etmiyorsun,” derken elime eşyalarını tutuşturdu. “Cathérine, işletmeler doğayı kirletiyor, iş tedbire gelince kimse yanaşmıyordu,” derken sandalyeye oturdu. Gürültüyle verandaya düştü. Sandalye dağılmıştı. Pişkin herif utanmadan güldü. Dayanamayıp “İşletmelere tedbir almıyorlar diye laf söyleyeceğine önce kendi tedbirini al,” dedim. Düştüğü yerden “İklim değişikliği anlaşma metnini tamamladım. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı'nda anlaşma metni konferansa katılan ülkelerin delegeleri tarafından onaylanacak. Sonrasından daha fazla zamanımız olacak,” dediğinde keçilerim iyice geldi. “Nefes alamıyorum, boğdun beni,” deyip ayağına tekme attım. Hızla doğrulup arkamdan yakalayıp kucakladı. Ayaklarım yerden kesildi. “Âdetin gecikmişti. Durum nasıl. Yoksa baba mı olacağım?” diye sordu. Karnına dirseği yapıştırıp “Sana ne!” dedim.   

Beyimiz güneşin ilk ışıklıklarıyla evden çıkmış konferans salonunun yolunu tutmuştu. Kahvaltıyı tek başıma yapacağıma şaşırmadım. Birçok şeyi tek yapıyordum. Çayımı doldurup verandada soluğu aldım. Sözde, sandalyeyi onaracaktı. İş bana kaldı. Çayın tadını alamadan içtim. Malzeme çantasından çiviyi çekici çıkardım. Kırılan ayağı dikkatlice yerine yerleştirdim. Çiviyi hizaladım. Nefesimi dengeledim. Çekici indirmemle bağırmam bir oldu. Tırnağım ikiye ayrılmıştı. Âdet şikâyetimle doktora gitmeyi erteliyordum ama çekiç tırnağa dayanmıştı.   

“Cathérine, ufaklığı görüyor musun?” diye sorduğunda gözlerim ultrason cihazının ekranına yapışacaktı. “Bebeğim,” diyebildim. Doktor “Mutlu olmamış gibisin,” derken kâğıt havluyla karnımdaki jöleyi silmekteydi. “Hazır değilim,” deyip toparlandım. “Kürtaj olmayı seçecekseniz kararınız gecikmemeli,” diyerek yazdığı reçeteyi verdi. Aklımda soru işaretleri tıp merkezinden ayrıldım. Yolda yavaş seyretmekteydim. Işıklarda durdum. Kaldırımdaki kitapçı ilgimi çekti. Hazırlanmalıyım diye düşündüm. Dükkân önüne çektim. Raflar arasında bebek bakımı kitaplarını incelerken ihtiyar kadın yanaştı. Elindeki bir fincan ıhlamuru “Sanırım uzaklardan gelen bir misafiriniz var,” deyip ikram etti. Mutlu oldum. İkramı kabul ettim. Tanıştık. Adı Berthe’ymiş. Müşterilerini ağırlamaya güzel bir köşe hazırlamıştı. Oturduk. Sohbet ederken bir bebek beşiğinde ağlayarak bize katıldı. “Adalie’nin bana bıraktığı bir hediye,” diyen kadın biberona süt dolduruyordu. “Bebek torununuz mu?” diye sordum. Gülümsedi. “Bakıcı tutmamışsınız. Dükkânda zor olmuyor mu?” diye ekledim. “Bakıcılar iki gün melektir. Üçüncü gün şeytanları ortaya çıkar,” derken sesi kaygılıydı. Bir saat kadar kitapçıda misafirdim. Eşimden bahsettim. İklim değişikliği anlaşma metnini hazırladığını söyleyince kızı ve eşinin Greenpeace faaliyetlerini anlattı. Gözleri doldu. “Dünya hepimizin evi biz de aile değil miyiz Cathérine? İklimin yaşamaya uygun olmasını anlaşma metinleriyle sağlamayı başarmalıyız. Herkes fikrini ortaya koymalı ortak kurallar belirlenmeli,” dediğinde ellerimi tutuyordu. Bebeğim sayesinde güzel bir arkadaş kazanmıştım. “Konukseverliğiniz için teşekkürler,” deyip kitaplarımı aldım.    

Dönüş yolunda bazen kendimi bebeğimle konuşurken bulmuştum. Alışmamalıydım. Nasıl bakacağım sorusu cevapsız ortadaydı. Elimde telefon sandalyede öne arkaya sallanmaktaydım. Annemi aramada kararsızdım ama bebeğim için yaptım. “Anne ben Cathérine. Lütfen kapatma. Hamileyim. Bebeği doğurmak istiyorum. Danniell ile evlenirken Katolik olduğunu biliyordum. Sevmek suç mu anne? Sırtını çevirme…” derken telefon suratıma kapatıldı. Kalkıp salona geçtim. En yakındaki kanepeye uzandım. Sakinleşmeliydim. Bebeğimi sevdim. Yahudi bir ailenin tek kızıydım. Babam beni çok severdi. Benden vaz geçmez sanırdım. Katolik biriyle evleneceğim dediğimde evlatlıktan reddedildim. Değişen bir şey olmadığını bir kez daha anladım. Fırtınada savrulurken Danniell ortalıkta yoktu. Zahmet edip mesaj atmış, gecikeceğini yazmıştı. Hava iyice kararınca ışıkları açmak istedim. Sallanarak kapıya yürüdüm. Düğmeye basmamla elektrikli ne var ne yok durdu. Sigorta atmıştı. Bodruma inmeliydim ama küçük yerlerde panik atağım azıyordu. Panikle eşimi aradım. Telefonu meşgule aldı. Evde girmediğim oda kalmadı. Elim ayağım dolaştı. Duramıyordum. Kapılarını çalacağım bir komşumuzda yoktu. Arabayla şehre gitmeyi düşündüm. Yola baktım. Hiç ışık yoktu. Polisi aradım. Çok geçmeden ekip geldi. Anlayış gösterdiler. Nasıl bir tesisatımız varsa yol kenarındaki direklerinde elektrikleri de gitmişti. Sigortayı kaldırınca etraf aydınlandı. Kapının açılmasıyla “Aşkım iyi misin?” diye soran eşim geldi. Yüz vermedim. Polisler gitti. “Kurt kadar açım,” deyip mutfağa geçti. Dolabı karıştırdı. Az önceki ilgili adam bir anda ortadan kayboldu. “Cathérine, sonunda iki haftadır yürütülen İklim Değişikliği Taraflar Konferansı'nda üzerinde anlaşma sağlanan anlaşma metni delegeler tarafından onaylandı. Anlaşmada, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı hazırlıklı olunması ve sera gazları salınımını azaltan çevreci ve sürdürülebilir ekonomilerin desteklenmesi gibi maddeleri öne çıkartmıştım,” derken bulduğu bir süt şişesini kafasına dikti. “Vurdumduymazın önde gidenisin,” deyip şişeyi elinden aldım. Lavaboya boşalttım. “Canım parmağın neden sargılı?” diye sorduğunda “Dünyayı kurtaran kahramanımız sandalyeyi onarmazsa olacağı bu,” dedim. Üzerine alınmadı. Özür dilemedi. “Âdetin gecikiyordu. Hamilelik var mı?” diye sormaz mı! Çığlık atacaktım. Kendimi frenledim. “Yok,” dedim.        
“Yatacağım,” deyip mutfaktan çıktı. Peşi sıra yürürken “Ne zamandır babanı aramadın. Durumu nasıl?” diye sordum. “Değişen bir şey yok. Almanya’da hastanede. Tedavisi uzun bir süre devam edecekmiş,” derken gardıroptan pijamalarını aldı. Esneyerek giydi. Kendini yatağa bıraktı.

Randevuma giderken gözyaşlarım durmuyordu.  Danniell’e baba olacağını söylemedim. Adam verdiği sözde durmuyordu. İklim konferansı bitmişti ama kendisi halen evde yoktu. Sabahın köründe çıkmıştı. İçim elvermedi. Durdum. Gözyaşlarımı silip nefesimi düzenledim. Çantamdan telefonu çıkardım. Aradım. Açtı. “Canım öğlen yemeğini beraber yer miyiz? Sana bir sürprizim var,” deyince “Cathérine sürprizi evde yapsan arkadaşlarla kutlama yemeğine çıkacaktık,” dediğinde arkadan sekreteri Florence’nin gülüşleri geliyordu. Dizlerimin üzerine çöktüm. Kalbim sıkıştı. “İyi misin?” diye soran kitapçım Berthe’ydi.    

SIRA SENDE;

Koluma girip kaldırdı. “Kahve yapmıştım. İçeriz,” deyip dükkâna soktu. Sohbet köşesine yürürken başım döndü. Masanın kenarını tutayım diye elimi uzattığımda ufak bir metal kutuyu düşürdüm. Yere iğneler, ataçlar dağıldı. Eğilip toplamak istedim. “Sen bırak,” diyen kadın beni beşiğin yanına oturttu. Minik bir masayı önüme çekip kahve fincanını bıraktı. Kahvemi yudumlarken Berthe elinde bir mıknatıs kaşla göz arasında dağılanları topladı. Soluklandı. Kahvesini karıştırırken “Anlat bakalım. Nereye gidiyordun?” diye yoklama çekti. Olup biteni anlatınca azda olsa rahatladım. İhtiyar kahvesini bitirmiş bense soğutmuştum. Fincanı bıraktı. “Eşin iklim değişikliğiyle ilgili bir anlaşma hazırlamıştı,” dediğinde başımla onayladım. Cathérine güzel kızım “…” deyip…    


Varoluşun tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için ALINTIDAN esinlenerek kurmacaya DEVAM ET!

Yorumlar