Korkudan
kurtulmak istiyorsanız, ondan kaçmamanız gerekir, onunla yüzleşmelisiniz ve bu
yüzleşme sizi korkudan kurtaracaktır. Korkudan kaçtığınız sürece ona
bakamazsınız, ama durup korkuya baktığınız anda korku çözülmeye başlar.
KURMACA;
Danışanım
kanepede uzanmış, temizlik takıntısının ne zaman başladığını anlatmaktaydı.
Defterime not alırken aklım eşimdeydi. Düşük yaptıktan sonra depresyona girmiş
eve kapanmıştı. Onlarca insana yardımım dokunurken eşime ulaşamamıştım. Terapi
tekliflerimi geri çevirmiş yas süreci uzamıştı. Psikiyatri kliniğine yatırmak
zorunda kalacaktım. Telefonun çalmasıyla danışanım sustu. Sekreterim önemli bir
şey olmasa görüşmedeyken telefon bağlamazdı. Korkuyla açtım. “Dayanamıyorum
Haki,” deyip aramayı sonlandıran eşimdi. Kalp atışım hızlandı. Gözlerim
kararıyordu ki dilaltı hapımı aldım. “Çıkmam gerekiyor. Sekreterime
söyleyeceğim size yeni bir randevu ayarlayacak,” diyerek apar topar ofisimden
ayrıldım. Yol boyu trafik ışıklarına uymadım. Eşim aramalarıma cevaplamayınca
ambulansa haber verdim. İlk defa iş yerimden uzakta köyde oturduğuma pişman
oldum. İçim daraldı. Aklımdan kötü şeyler geçiyordu. İbre göstergenin sonuna dayandı.
Öyle böyle derken eve geldim. Sağlık personeli ve polisler konuşmaktaydılar.
Evin etrafı olay yeri bandıyla çevrilmişti. Arabadan inip koştum. Polis beni
tuttu. Ambulansa götürülen sedyede ceset torbası vardı. “Gudrid,” diye ağlamaya
başladım. Sağlıkçı sakinleştirici iğne yaptı. Polis ifademi almaktaydı. “Eşiniz
kendisini asarak intihar etmiş. Arkasında not bırakmış,” denildi. Devriye
aracıyla ambulansın peşine takıldık. Memur elime notu tutuşturdu. Eşim notunda
‘Haki, bebeğimizin ölümü çok ağır geldi. Tekrardan aynı acıyı yaşamaya
korkuyorum,” demişti.
Göçmen
dairesinde yöneticilik, Suriyeli mülteciler İsveç’e gelene kadar kolay ve
zevkliydi. Hükümetin göçmen politikasındaki yumuşaklığı iş yükümü arttırmış,
kalacak yer sorununu çözmek için saat başı toplantı yapar olmuştuk. Smaland
eyaleti diğer eyaletlere göre küçük, nüfus azdı. Nüfusun azlığı iç işleri
bakanımızın yolunu eyaletimize düşürmeye yetmişti. Bakan “Magnus Peterson, ne yap
ne et göçmenlere kalacak ev bul. Soğuktan öldüler haberleri duymak istemiyorum.
Yoksa...” diyerek bana söylenecek bir şey bırakmadı. Tehdit dolu konuşmasını
bitirip toplantı salonundan çıktı. Aklıma ipotekli evlerin durumunu incelemek
geldi. İnternet bağlantısı yavaştı. Devlet sitesini açmak daha da güçtü. Neyse
ki sayfa açıldı. Forma gerekli bilgileri girdim. Göçmenleri yerleştirebileceğim
tek ev psikolog Haki’ninkiydi. Eyaletteki en iyi psikolog eşi intihar ettikten
sonra kafayı yemiş işini sürdüremeyip iflas etmişti.
Hastaları
serbest uğraş zamanında bahçeye çıkartırdık. Kar yağışı yavaşlamıştı. Çoğunluk
kartopu oynamakta, geri kalanlar kamelyalarda oturup oynayanları
seyretmekteydiler. Kamelyalar camlarla kapatılmıştı. Arkadaşım el sallayıp
“İlgim, oturacağına gelsene,” diye dışarıya çağırdığında “İçerisi sıcak,” deyip
teklifi geri çevirdim. Kamelyada birkaç gün önce psikiyatri servisine yatırılan
psikolog Haki’yle birlikteydik. Odasından çıkmak istememiş hasta bakıcıların
zoruyla kamelyaya getirilmişti. Karşımda resim yapıyordu. Arada sırada bana
baktığını fark etmiştim. Masasında kimse yoktu. Ama yanındaki boş sandalyeye bakıp
konuşmaktaydı. Girişi yapıldığında hasta kayıt formuna bakmıştım. Ölen eşinin
yanında olduğunu belirtmişti. Sevdiği yakınını kaybedenler bir süre sanrılar
görürlerdi. Haki kâğıdını alıp masama geldi. “Oturabilirsin,” dedim ama ayakta
kaldı. Kâğıdı verdi. Şaşırdım. Benim resmimi yapmıştı. “Teşekkür ederim. Beni
kırma. Beraber ıhlamur içelim,” deyip davetimi tekrarladığımda saçlarım
havalandı. “Gudrid arkanızda. Yanınızdan ayrılmamı istiyor,” diyerek yerine
döndü. Etrafıma bakındım. Arkamda bir pencerenin kanadının aralık kaldığını
gördüm. İçerisi soğumadan kapatmak istedim.
Suriye’den
bin bir türlü zorlukla geldiğimiz İsveç’te küçük bir eve 35 kişi
yerleştirilmiştik. Şömineyi ve sobaları yakmış ama bir türlü ısınamamaktaydık.
Eşim korkuyla “Hamid evde hayalet var. Tuvalette sesler duydum,” diyerek salona
yanımıza geldiğinde lambalar sönüp yanmıştı. “Zehra, ev çok eski. Nereden baksan
200 yıllık. Tesisatlar Allahlık,” derken lambalar sönmesiyle zil çaldı. Kapıda
biri vardı. Cesaretimi topladım. Gözler üzerimde kapıyı açtım. İhtiyar pijamalı
bir adam tırnaklarını yemekteydi. Gözlerinin altı çökmüş, saç sakal birbirine
karışmıştı. “Eşimi gördünüz mü? Gudrid az önce içeri girdi,” deyince “Polisi
arayın,” diye içeri seslendim. Ağzındaki tırnakları suratıma tükürüp “Çıkın
evimden,” diyerek üzerime geldi. Yakama yapıştı. Bileklerini tutup çektim.
Yakımı kurtardım. İttirmemle geriye sendeleyip düştü. Evdekiler kapıya çıkıp
ileri gitmemi engellediler.
Eyalette
akıl hastanesinden kaçan psikolog konuşulmaktaydı. Gazete yayın yönetmeni
önceliklerimin ilk sırasına Haki’yi haber yapmayı koymuştu. Doktor İlgim
röportaj teklifimi geri çevirmemiş, randevu vermişti. Kendisi kamelyada
görüşmemizi uygun görmüş, beklerken kahvemi içmiştim. “Umarım fazla bekletmemişimdir,”
diyen doktor masaya oturdu. “Tanışalım. Ben Gunlaug. Zaman ayırdığınız için
teşekkürler,” diyerek lafa girdim. “Doktor İlgim,” diye kendini tanıttı. Ses
kayıt cihazını açtım. “Haki, eşini görüp konuştuğunu idda eden hastalarımızdandı.
İlaç tedavisini kısa süre uygulayabildik. Ancak sanrıları kaybolmadı. Artarak
devam etti,” derken gerildiği fark edilmeyecek gibi değildi. “Haki bir resim
yapmış bana hediye etmişti. Resme bakarken saçlarım havalandı. Eşinin geldiğini
saçlarımı beğendiğini, benimle görüşmeye devam ederse öleceğimi söylemiş. O
zamandan sonra konuşmadık,” dediğinde enseme gelen rüzgârla irkildim. Doktor
İlgim kapıyı işaret edip “Evinden ayrılmak istemiyordu. Ayrılırsa eşini bir
daha göremeyeceğini kendini yalnız hissedeceğini başka bir kadınla ilişki
kurmak zorunda kalırsa onunda öleceğinden korkmuştu,” diyerek sözlerini
bitirdi. Röportajım sona erince fotoğraf çekip hastane otoparkına yürüdüm.
Otoparkta
arabamın başında gazetenin spor muhabiri Hodur duruyordu. Elinde bir kutuyla
beni görünce sırıttı. Gülüşün altında ne olduğunu merak etmiyor değildim.
“Dostum sana bir sürprizim var,” deyip kutuyu verdi. Kutuda hareket eden bir şey
vardı. Kapağı açınca köpek yavrusuyla göz göze geldim. Panikle kutuyu arkadaşa
verdim. Hodur’un “Gunlaug, ufaklık köpek korkunu yenmene yardım eder,” derken
gözleri gülüyordu. Yavruyu arka koltuğa koydu. Arabaya bindik. “Yayın yönetmeni
aradı. Telefonun kapalıymış. Mülteciler evlerinde hayalet var diye gazeteyi
aramışlar. Senin için gidip baksın dedi,” deyip “Röportaj nasıl geçti?” diye
sordu. Dikiz aynasını köpeğe doğru ayarladım. Çaktırmadan bakarken “Psikolog
ölene eşiyle konuşuyormuş. Anlayacağın dışarıda gezen bir bombamız var. Sanırım
Doktor İlgim’e âşık olmuş. Bizim doktorda ona karşı boş değil,” derken
arkadaşım “Neden boş olsun ki. Adam eyaletin en iyi psikologuydu. İyileşse
paraya para demez,” deyip sözümü kesti. Sadece o değil tüy yumağı da havlayarak
bize katılmıştı.
Sokağın
başında Hodur’u indirdim. “Köpeği al,” dediysem de duymazlıktan geldi.
Hayaletli ev ilgisini çekmemişti. Sokakta biraz daha ilerledim. Kılık
kıyafetinden göçmendir diye tahmin ettiğim birinin dikildiği eve yanaştım.
Camdan “Gazeteden geliyorum,” diye seslenince beni çağırdı. Eve yaklaşırken
hayalet söylentisinin üzerimdeki etkisini hissettim. Gözümün önünden arabamın
motoru bozulacağı ya da alev alacağı geçti. Anlaşılan ayaküstü konuşacaktık.
“Hoş geldiniz. Ben Hamid,” deyip yaşadıklarını ve meczupla itişmesinden
bahsetti. Ev psikolog Haki’nindi. Meczupta o olmalıydı. Adam ve ailesini evin
önüne çıkartıp fotoğraf çektim. Hamid "Binanın hayaletler tarafından ele
geçirildiğine eminiz," dedi. Fotoğrafları gösterirken “Yaşadığınız
sıkıntının haberini yapacağım. Sizde Göçmen dairesine gidip şikâyette bulunun,”
diye akıl verdim.
Göçmen
dairesinin önü kalabalıktı. İçeri zor girdim. Odamın kapısında bekleyenler
vardı. Koridorlar bavullar, bohçalarla kapanmıştı. Yüzlerinden psikologun evine
yerleştirdiğim Suriyeliler olduklarını tanıdım. İçlerinden biri kolumdan tutup
“Siz Magnus Petersonsunuz değil mi?” diye sordu. Başımla onayladım. Aklı
başında olan birine benzeyen “Adım Hamid. Grubun sözcüsüyüm. Evde hayalet var.
Lütfen bizi başka bir yere yerleştirin,” diyerek talepte bulundu. Ağzıma ilk
gelenleri söylemekten vazgeçtim. “Evde hayalet yok. Olsa bile şu anda verebileceğimiz
başka ev sistemde gözükmüyor,” deyip kestirip attım. Mülteciler aldıkları
cevaptan memnun olmasalar da eşyalarını alıp geri döndüler.
Gazete
merkez binasında baskı öncesi sayfa tasarımlarını incelemekteydim. Özel
röportaj olmadığında teknik konularda özellikle sayfa hazırlamada yenilere
yardım ederdim. Hodur, ayakkabıları çamurlu anlaşılan sahadan gelmişti. “Gunlaug,
takımın antrenmanı sonrası göçmenlerin evi önünden geçiyordum.
Boşaltmamışlardı. Merak edip durdum. Göçmen dairesi yeni yer göstermemiş,”
deyip flaş belleğini laptopa soktu. “Arkadaşım baskı hazır senin futbolcuların
haberi yarına kalır. Ama tüy yumağının bir aylık mamasını alırsan bir şeyler
yaparız,” diyerek inceden rüşvetimi istedim. Gülümseyerek “Hallederiz,” dedi.
“Acaba evde hayalet var mı yok mu?” diye sesli düşündüm. Arkadaşım fotoğrafları
açtırırken ”Gidip bir baksana,” dedi. Dizlerimin bağı çözüldü. Sustum. “Köpek
korkunu anlıyorum ama hayalet deme,” diye hafiften küçümsedi.
Akşam
olmuş iş yerleri boşalmaktaydı. Göçmenlere yeni yer göstermeyip evime geri
gönderen adam henüz çıkmamıştı. Gudrid “Sevgilim evimizi geri al,” diye kulağıma
fısıldadı. Doğuma fazla kalmamıştı. Bebeğimiz mutlaka kendi odasında
doğmalıydı. Evimle aramdaki en büyük engel kapıya çıktı. Anahtarın bip sesiyle
kapıları açtı. Binerken arkasından yaklaşıp bıçağımı boğazına dayadım. Ön
koltuğa geçtim.
İş
çıkışı trafik sıkışmıştı. Hodur’a köpek maması aldırmıştım. Sayesinde köpek
korkumdan eser kalmamıştı. “Gunlaug, saklasan da hayaletlerden korktuğun
ortada. Yerinde olsam o eve gider, bodruma girerdim,” derken uluyordu. “Hodur,
hayaletlerden korkmuyorum,” desem de söylediğime bende inanmamıştım. “Kenara
çek Gunlaug. Yürüyerek daha çabuk eve giderim,” diyen arkadaşım kemerini çözüp
arabadan indi. İnmesiyle trafik açıldı. Psikoloğun evine doğru direksiyonu
kırdım. Sokağa girince yavaşladım. Evde ışıklar yanmaktaydı. Bodrum pencereleri
karanlıktı. Ses yapmadan girerim diye düşünürken vazgeçtim. Vites
yükseltiyordum ki bir araba beni sollayıp önümde durdu. Az kalsın çarpacaktım.
İnenler tanıdıktı. Psikolog Haki’yle göçmen dairesi yöneticisi Magnus Peterson
beraberdiler. Haki’nin eline dikkat ettim. Adamın sırtına kocaman bir kasatura
dayamıştı.
Hızla
bodruma girdiler. Arkalarından koştum. Kapıdan aşağıya inen merdivenler
karanlıktı. Kiliseye gitmeyi istediğim tek an şu andı. Birkaç dua bilseydim
fena olmazdı. Ses çıkarmadan parmak ucumda merdivenlerden indim. İleride kapı
altından hafif ışık sızıyordu. Yaklaştım. Kulağımı dayadım. Psikolog eşiyle
konuşmaktaydı. Aniden kapı açılınca yere kapaklandım.
SIRA
SENDE;
“Bir
misafirimiz var Gudrid,” diyen Haki başıma kasaturanın dibiyle vurdu. Kaşım
açıldı. Kan yanağımın üzerinden gömleğime aktı. Sersemlemiştim. Kolumdan tutup
sandalyeye oturttu. Ellerimi arkadan bağladı. Magnusun ağzına koli bandı
yapıştırmıştı. Kasaturayla adamın yanağını yardı. “Dur yapma,” dememle suratımda
yumruk patladı. Koli bandını aldı. “Çok konuşuyorlar değil mi aşkım,” diyerek
bir parça kopardı. Fazla zamanım kalmamıştı. “…” deyip…
Varoluşun
tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için ALINTIDAN esinlenerek kurmacaya
DEVAM ET!
Yorumlar
Yorum Gönder