Çoğumuzun
en az değer verdiği; yani derin insani bağlar, nedensiz iyilikler, gibi şeyler
sonunda en önemli değerler olduklarını gösterecekler. Ölüm döşeğindeyken
bankada daha çok parası olmasını, bahçede daha büyük bir araba durmasını kim
ister? Tam tersine, son nefeslerimizi verirken cesur bir hayat sürmüş, gerçek
ve sevgi dolu biri olarak yaşamış olmayı isteriz.
KURMACA;
Türk hamamında kese attırıp vitamin bara geçtik. “Egor, sürprizin
sebebini öğrenmek isterim,” diye meraklanan eşim meyve suyunu bir dikişte
bitirdi. “Aksana, çok hızlısın,” deyip “Suriye’ye Hava Kuvvetleri komutanı
olarak atandım. Haberi sana sürprizle vermek istedim,” diyerek olup biteni
paylaştım. “Rusya Federasyonu Hava Kuvvetleri taktik birim subaylığından
komutanlığa terfi ettirilmene çok sevindim,” diyen eşim sandalyesinden kalkıp
çantasını omzuna attı. “Gelmiyor musun?” diye sordu. “Sodamı bitireyim,” diyene
kadar Aksana beni beklemeden kafeteryadan çıkmıştı. Peşinden hızla çıktım.
Çoktan asansöre binip otoparka inmekteydi. Merdivenlerden koşturarak indim.
Merdiven boşluğundan otoparka çıktığımda eşim arabanın başında “Nerde kaldın
komutanım,” diye laf sokuşturdu. Kızdığımı suratımdan anlayınca “Sigara içmemi
bekleme diye önden geldim,” deyip gönlümü aldı. Arabaya bindik. Çantasından
hoparlör sesi gelmekteydi. “Telefonun mu açık?” diye sordum. “Beklerken babamı
aradım. Suriye’den bahsettim. ‘Arapça kursuna gitmende neden ısrarcı olduğunu
şimdi anlamış mısın diye sormamı istedi,” deyip inceden gülümsedi. Aksana’nın
keyfi yerindeyken “Seni Suriye’ye götürmeyeceğim. Tehlikeli olur,” dediğimde
“İyi düşünmüşsün,” deyip yanağımdan öptü.
Volga
nehrinin etrafı karla kaplı, ağaçların gövdeleri zor seçilmekteydi. Yol buzlanmıştı.
Tembellik edip zincir takmayınca arabayı ikinci viteste sürmekteydim. E-posta
hesabıma gönderilen mektupta fotoğrafı eklenmiş kulübe yolun sonundaydı.
Babamın ölümü üzerinden yaklaşık bir ay geçmişti ki beni buralara sürükleyen
garip mektubu aldım. Babamdan kalan mirastan bahsedilmekteydi. Kafamda
sorularla kulübeye vardım. Etrafta kimseler yoktu. Arabayı odunluğun önüne
çektim. Kaygıyla indim. Sağa sola göz gezdirirken tüfek patladı. Yüreğim ağzıma
geldi. Patlamanın geldiği tarafta yanında av köpekleriyle tüfekli bir adam beni
çağırmaktaydı. Bir an geri dönmek istediysem de adamla görüşmeye karar verdim.
Karda bata çıka yürüdüm. Yaklaşınca köpekleri ileri gönderdi. “Hoş geldin
İlya,” deyip elini uzattı. Aşağı yukarı babamla anı yaşta olan adama içim
ısındı. “Siz kimsiniz? Adımı nerden biliyorsunuz? “diye sordum. Sırtında asılı
diğer tüfeği bana verdi. “Bana büyük kardeş diyebilirsin. Yürürken konuşalım,”
deyip lafa girdi. “Baban CİA ajanlarınca öldürüldü. Kendisi eski bir KGB
ajanıydı. Demir Perde Kardeşliğine yürekten bağlı bir dostumuzdu,” derken
köpeklerin havalandırdığı kaza nişan alıp tetiği çekti. Kaz aldığı yarayla
düştü. Kafam karışmıştı. Demir Perde Kardeşliğini ilk defa duymuştum. “DPK
nedir?” diye sordum. Durduk. Boşalan tüfeği kırıp iki tane fişek koydu. “DPK
soyları Romanov Hanedanlığına dayanan eski KGB ajanlarından oluşur,” dediğinde
köpek ağzında kana bulanmış kazla geldi. Ayaklarımızın dibine bıraktı.
“Amacımız; Suriye Irak ve Türkiye’de bir Kürt devleti kurup federasyona katmak.
Sonrasında Balkanlarla toprak bütünlüğüne ulaşmak,” deyip çömeldi. Köpeğin
kıçına tokat atıp gönderdi. Kazı kafasından tuttu. Belinden çıkardığı bıçağıyla
kesti. Ayaklarını bağlayıp kemerine takılı kancaya astı. Doğruldu. Eline
buluşan kanı silerken yürümekteydik. “DPK daha önce duymamıştım,” derken lafımı
“DPK Putin’den gizli çalışır. Hedeflerimizin aynı olması bir olduğumuz anlamına
gelmez. Putin’in soyu Hanedanlığa dayanmıyor. Kendisine rakip olacağımızı
düşünüp DPK ile uğraşmasını istemeyiz,” diye kesti. Islık çaldı. Köpekler kara
gömülmüş çalıların arasından kaşla göz arasında çıktılar. Kulübeye yöneldik.
“Anlattıklarınız benimle olan ilgisini merak ediyorum,” diyerek sohbeti
sonlandırmaya karar verdim. “DPK’ne kan bağıyla kardeş olunur. Miras babadan
çocuğa geçer. Önemli bir görevdesin. Moskova Strateji Dairesi İHA birim
komutanı kardeşimizin olması amacımıza ulaşmamızda büyük önem taşıyor,”
dediğinde ağzındaki bakla çıktı. Kulübeye gelmiştik. Arabaya baktım. İçimden
hayır demek geçiyordu ki babamın mirasını kabul ettim. Adam elini omzuma attı.
“Gözlerinde babanın ışığını gördüğümden şüphe etmedim,” deyip gülümsedi.
Suriye
büyükelçimizle samimiyetimiz ilerlemişti. Mesai saatleri dışında birlikteydik.
“Egor, üsten çıkmakla hata yapmış olmayalım,” diyen Marko korkmakta haksız
değildi. Görevimiz DAİŞ hedeflerini vurmaktı. Ancak halk sivil yerlerin zarar
görmesinden endişe etmekteydi. Lazkiye sokaklarında gezerken burnuma güzel bir
kahve kokusu geldi. “Marko, buraları benden iyi bilirsin. Koku nereden geliyor?”
diye sorduğumda “Yan sokakta Türklerin işlettiği bir kahvehane var. Kahvesi
güzeldir,” diyerek yol gösterdi. Kahvehanenin etrafında bir çocuk bisiklet
sürmekteydi. İçeri girmeden yanıma çağırdım. Çantamdan bir masal kitabı
çıkartıp verdim. Babası “Yabancılardan bir şey alma Hasan,” deyip kitabı alıp
bana uzattı. “Rus Hava Kuvvetleri komutanıyım. Sizleri DAİŞ ten korumaya
geldik. Korkmanıza gerek yok,” dememle adam öfkelendi. “Bizi sizden kim
koruyacak?” diye söylenirken masadakiler ortamı yumuşattı. Beraber oturduk.
Marko “Kahve,” diye seslendi. Gerilimle başlayan sohbetimiz tatlıya bağlandı.
Hasan yanımızda kitabını karıştırıp resimlerine bakmaktaydı. Henüz anaokuluna
gidiyormuş. Marko “Arapçayı neredeyse benim kadar iyi konuşuyorsun. Özel bir
sebebi var mı?” diye sorduğunda kahvelerimiz bitmiş üsse dönüyorduk.
“Kayınpederim ilginç bir adamdır. Arapça öğren diye başımın etini yedi. Zamanla
Arapça bilmem beni ayrıcalıklı kıldı. Şimdi de buradayım,” diye cevaplarken
karargâh binasına yaklaşmıştık. “Hakkında
söylentiler yok değil. Muhalif olduğun söyleniyor. Açıkçası sana yaklaşmakta
tereddütlüydüm,” derken ki kaygısını anlayabiliyordum. Putin’i eleştirmek
zordur. “İnsan haklarına saygılı ve paylaşıma dayılı dış politikayla bölgede
barışa aracı olmanın daha kolay olduğunu düşünüyorum. Bu fikri dillendirdiğimde
istenmeyen adam oldum,” diye yaptığım açıklamayla Marko’nun yüreğine su
serpmiştim. Rahatlamışa benziyordu.
Kulübeye
girince şaşkınlığımı gizleyemedim. İçerisi son teknoloji cihazlarla doluydu.
Duvardaki ekranlarda ülke haritaları açıktı. İstihbarat bilgileri anlık olarak
ekranlara yansımaktaydı. Bilgisayarların başındakiler farklı dillerde iletişim
kuruyorlardı. Yanımıza gelen bir kadın büyük kardeşten kazı alıp mutfağa
götürdü. Şömineyi gösterip “Oturalım,” dedi. Votka doldurdu. Yavaşta olsa
ısınmıştım. Votkayı sevmesem de ikramı geri çevirmedim. “İlk olarak kâğıt
üstündeki Kürt devleti sınırlarında, Türkiye’nin desteklediği muhalif güçleri
ortadan kaldıracağız. Böylece Irak ve Suriye’de Kürt devleti kurulacak
arkasından Türkiye’deki Kürtler özerlik ilan edip Rusya’dan yardım
isteyecekler,” dediğinde komplo teorilerinin gerçek olduğunu anladım. Boşalan
kadehim sorulmadan dolduruldu. Kızaran kazın kokusu şömineye kadar gelmişti.
“Güneydeki Kürt devletiyle Araplardan Türkiye’ye yapılacak yardım yolları da
kapatılmış olacak. Görevin sivil
hedefleri vurmayan Suriye’deki Hava Kuvvetlerine komutanına DAİŞ hedefleri
yerine Esat muhaliflerinin koordinatlarını vermek,” diyerek büyük tablodaki
yerimi gösterdi. Ellerim karıncalanmaya başladı. Başım dönmekteydi. Bir şeyler
söylememi beklediğinin farkındaydım. “DPK’nin amacı benimde amacım,” dediğimde
mutlulukla kadehi kaldırdı. “Sofraya geçelim,” dedi.
Mesaiye
gecikmeyi göze almıştım. Eşimle görüntülü sohbet etmekteydik. “Egor, Moskova’da
yoğun kar yağışı var. Sokaklar buz kesti,” derken üzerinde ince geceliğiyle
uzanmıştı. Parmaklarımı ekranda saçlarının üzerinde gezdirmekteydim. “Buradaysa
uyumak için klimayı açıyorum,” dediğimde saçından bıyık yaptı. Şakalarını
özlemiştim. Keyfim yerindeydi. Mutlu hissederken dairemin zili arka arkaya
çaldı. “Kapatıyorum aşkım,” deyip yataktan kalktım. Kapıyı açınca “Komuta
merkezine acil çağrılıyorsunuz,” diyen askerle burun buruna geldim. Apar topar lojmandan
alındım. İstihbarat bilgileri araçtaydı. Göz attığımda hedeflerin DAİŞ’le
ilgisi olmadığını fark ettim. “Uçaklar kalkmasın,” diye hareket subayıma
seslendim. “Moskova’dan kesin emir var,” diyerek kararıma itiraz eden subay
aracı durdu. Hava gerildi. “DAİŞ’i vuracağız,” diye emrimde ısrar ettim. Araç
yola devam etti. Üsse geldiğimde hoşnutsuzluk fark edilmeyecek gibi değildi.
Pilotlar suratıma bakmadı.
Kahvaltı
yapmadan annem okula göndermez, babam gözleri kapalı yağlı ekmeğini yemekteydi.
“Yarım bıraktığın masalı şimdi bitirsen olmaz mı?” diye sordum. “Hasan, geceyi
bekleyeceksin oğlum,” dediğini zor anladım. Ağzı ekmek doluydu. Çayından birkaç
yudum aldıysa da ekmekler yumuşamamıştı. Annem “Hasan doyduysan kalk, çantanı
hazırla. Okula geç kalma,” diyerek sofradan kaldırdı. Odamda çantamı toplarken
masal kitabı elime geldi. Okuma bilmiyordum. Birinci sınıfa giden çocuklara
masalı okutabilirdim. Kitabı yanıma aldım.
Komuta
merkezinde ipler gergindi. Gece iptal ettiğim uçuşlar sonrası Strateji Dairesi
İHA birim komutanlığından yeni koordinatlar geldi. Elimizde DAİŞ’e ait tesis
koordinatları vardı. Üsten uçaklar havalandılar.
Ders
bitmiş bahçeye çıkmıştık. Annem kapıda beklemekteydi. “Hasan,” diye el salladı.
Koşarken arkadaşım “Masal kitabını sınıfta unutmuşsun,” diyerek arkamdan
seslendi. Geri döndüm. Hızlandım. Babam yarım kalan masalı okumak isterdi.
İçeri girmek zordu. Herkes çıkmaya çalışmaktaydı. Aralarından sıyrılırken uçak
sesleri duydum.
Uçakların
hedefleri vurduğu görüntüleri inceledim. Başarılı bir operasyona imza
atılmıştı. Yüzde yüz isabet kaydettiğimizi raporladım. Ufak bir kutlama yapmayı
hak etmiştik. Ofisin hemen dışında koridorda gürültü patırtı sesleri geliyordu.
Engellemelere rağmen ofise kızgın bir adam girdi. “Kendiniz tanıtın,” diye sert
çıkıştım. “BM insan hakları takip komisyon üyesi Dağîm,” derken öfkeden gözleri
kızarmıştı. “İdlib'de Zikar Okulu'nu bombaladığınızı biliyor musunuz? 5'i çocuk
9 kişiyi öldürdünüz. 11'i de yaralandı. Siz canavarsınız,” dediğinde güvenlik güçleri
adamı yaka paça dışarı çıkarmaktaydılar.
Gün
boyu üste zaman geçmemiş, adamın ‘Canavarsınız,” haykırışı kulaklarımda
yankılanmıştı. Vicdanım rahat değildi. Hastaneye gidip gerçeklere kendim şahit
olmak istedim. Görev sonrası aracı rahatsızlık bahanesiyle hastaneye
yönlendirdim. “Komutanım, sivil hedefleri vurduk. İsterseniz doktoru
lojmanınıza getirelim,” diyen askerin teklifini duymazdan geldim. Hastane
kalabalıktı. Ölen ve yaralıların yakınları sevdiklerini aramaktaydılar.
Koridorlarda yürürken sebep olduğumuz acıyla gözlerim yaşardı. “Komutan,” diye
küçük bir çocuğun seslendiğini duydum. Etrafa bakındım. Hasan eli kolu sarılı
sedyede yatıyordu. Anne ve babası kara kara düşünmekteydiler. Başıyla çantasını
işaret etti. “Verdiğin kitabı alır mısın,” dedi. Eğilip çantayı açtım. Kitabı
buldum. “Kıvrık sayfalı yerden devam et,” dedi. Okumaya başlamıştım ki babası
“Kanlı ellerinle masalı kirletme,” deyip aldı.
Büyük
kardeş görüntülü arayıp “İlya, sayende Esat muhaliflerine ağır bir darbe
vurduk,” diye işbirliğimi tebrik etti. “Babamın mirasına sahip çıkmak başlıca
görevim,” deyip yakında boşalacak savunma bakanlığı koltuğuna aday
gösterilmemin önünü açmaya çalışmaktaydım. Görüşme devam ederken beklemediğim
bir misafir geldi. “DAİŞ hedefleri adı altında sivilleri nasıl vurdurursunuz?”
diye hesap sordu. Gelenin Suriye Hava Kuvvetleri komutanı Egor olduğunu
anladım. “Olanları konuşarak çözebiliriz. Oturun lütfen,” dediysem de oralı
olmadı. “Benimle oyun oynamayın. Sivillerin kanı üzerime bulaştı,” dediğinde
“Yıkarsınız,” dedim. Ağzı bozuldu. “Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?”
diye sorup haddini bildirmek istedim. “Çok iyi biliyorum. DPK’nden haberim
var,” deyince dilim damağım kurudu. “Ben değil, Putin ve medyası sizin kim
olduğunuzu biliyor mu? Merak ettim,” diyerek üzerime geldi. “Yakında
öğrenecekler” deyip ofisi terk etti. Koltuğuma yığılıp kaldım. Ekranda büyük
kardeş şaşkınlık içindeydi. “Olanları duydunuz mu?” diye sordum
“İlya,
soğukkanlı kal. Sorunu çözeceğiz,” diyerek yeni kardeşimizin birlikteliğimize güvenini
yükseltmeye çalışmıştım. Yanan odunların çıtırtısı azalmış, ateş sönmekteydi.
Egor tahmin edilemez olmuş, DPK önünde büyük bir engeldi. Şöminenin yanındaki
odunlardan iki üç tanesini ateşe attım. Yanma hızlandı. Soğuyan avuçlarımı
ısıtırken düşündüm. Sakinleşince kızımı aradım.
Ayrılığımız
kısa sürmüş Egor Suriye’den dönmüştü. Erken gelmişti. Ne olduğunu sormuş ama
cevap alamamıştım. ‘Akşam yemekte konuşuruz’ dedi. Pazara uğrayıp sevdiği
yemeğin malzemelerini aldım. Elimi çabuk tutmuş işe koyulmuştum. Sebzeler
haşlanmıştı ki babam aradı. “Az sonra arar mısın,” dedim ama anlatacaklarının
önemli olduğunu söyledi. Egor’un Strateji Dairesi İHA birim komutanına yaptığı
ziyaretten bahsetti. Yapmam gerekeni açıkça emretti. Elimdekileri bırakıp
çalışma odasına geçtim. Egor’un şahsi bilgisayarından gizli bilgileri DAİŞ’e
attım.
Araba
sürerken aklımda Aksana vardı. Bir tarafta sivillerin öldürülmesi, DPK’nin
kuklacı olmaya çalışması basına yapacağım açıklama sonrası yaşayacaklarımın
beni çok gerecek oluşu diğer tarafta Aksana’nın bunları öğrendiğinde
hissedecekleri vardı. Trafik açılınca hızlandım. Köşeyi dönerken solumdan gelen
bir araba bana şiddetle çarptı. Sarsıldım. Kaporta göçtü. Camlar tuzla buz
oldu. Ağzım burnum dağılmış kaşım açılmıştı. İki adam kapımı açtılar.
İçlerinden biri “Büyük kardeşten sana mesaj var,” dedi “Açıklamadan
vazgeçmezsen DAİŞ’e sızdırdığın devlet sırları basınla paylaşılacak.”
“Hasan,
annen söyledi okula gitmek istemiyormuşsun,” dediğimde çocuk ağlayacak gibi
oldu. “Baba korkuyorum,” dedi. Kucağıma aldım. Saçını öptüm. “Oğlum, bombaların
bizi öldürmesinden daha kötü ne var biliyor musun?” diye sorduğumda gözlerime
baktı. “Bombaların cesaretimizi öldürmesidir. Masaldaki adama neden kahraman
diyoruz?” diye sorunca merakla “Neden?” dedi. ”Çünkü canavardan korkmuyor,”
deyince çantasını yerden aldı, “Okula gidelim,” deyip beslenmesini boynuna
astı.
Asansör
katta durunca Aksana kapıyı açıp beni yerden kaldırdı. Korkmuştu. Eve girdik.
Kanepeye oturtup banyoya ilk yardım çantasını almaya gitti. Özel numaradan
gelen aramaya cevap verdim. Birkaç cümleyle konuyu özetlediler. “Size haber
vereceğim,” deyip kapattım. Eşim yaralarımı temizledi. Kesiklere dikiş atarken
“Arayan kimdi?” diye sordu. “Suriye’den aradılar. Okul ve hastanelere ait
koordinatlar hedef olarak Moskova’dan gönderilmiş. ‘Ne yapalım?’ diye
sordular.” dedim. Karşılıklı oturduk.
SIRA
SENDE;
Acılarım
hafifleyince DPK’ni, İHA birim komutanının DAİŞ hedefleri yerine sivilleri
vurdurduğunu anlattım. “Bunlar yetmiyormuş gibi DAİŞ’e devlet sırlarını servis
ettiğim yalanını tezgâhlamışlar. Basına açıklama yaparsam onlarda açıklama
yapacaklarmış. Daha bitmedi açıklama yapmaz sessiz kalırsam okulları
hastaneleri tekrar vuracaklar. Ne yapacağımı bilmiyorum,” dediğimde Aksana “…” diyerek…
Varoluşun
tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için ALINTIDAN esinlenerek kurmacaya devam et!
Yorumlar
Yorum Gönder