İnsan
hayatının bir bölümünde bir yanlış yapmakla meşgulken, diğer bölümünde doğru
bir şey yapamaz. Hayat bölünmez bir bütündür.
KURMACA;
SURCO
mahallesinde insanların yüzünün güldüğü nadir yerlerden biridir meyve bahçemiz.
Mahallede fakirlik diz boyuydu. Bahçede toplanan meyvelerden para alınmaz,
isteyen istediği kadar sepetine doldururdu. Eşim iş ararken sepetimi almış
tırmanabildiğim ağaçlardan meyve toplamaktaydım. Sepetim dolmuştu. Dikkatlice
indim. Kadınlar ağaç altlarında sohbet ediyor çocuklar oyun oynuyorlardı. Eve
dönmeden soluklanmak istedim. Selam verip oturdum. Kadınlar fısıldamaktaydılar.
“Amara anlatacaklarımı sen de dinle,” diyen şişmanca olanlardan biri “Geçen
hafta gece yarısı üç beş genç bahçede alkol alıyorlarmış. Tarif edemedikleri
bir şey tarafından hırpalanmışlar,” derken diğeri “Palma iyiliğine iyi kadındı
ama kin tutardı. Ölmeden önce bahçeye ‘Kalçaka’yı korucu olarak bağladığı
söylenir,” diye lafını kesti. Korkudan rengi atan “Anmayın üç harflinin adını.
Gidelim artık,” deyip etrafındakileri kaldırdı.
Kapı
eşiğinde bağcıklarımı bağlarken “Nerita çabuk ol. Seni okula götürmekten vaz
geçebilirim,” diye içeri seslendim. Annem acıkırsam yemem için tost yapmıştı.
“Leonardo, duvar nöbetçisi olma oğlum. Başka iş bul kendine. Mahalleli duvar
yapımına çok kızgın,” deyip paketi elime tutuşturdu. “Abi sağlık raporunu
almayı unutmuşsun,” diyen kız kardeşim dosyamı verdi. “Anne çevrede başka iş
yok. Nöbetçi olmazsam Nerita’ya harçlık nasıl vereceğiz,” deyip kararlılığımı
gösterdim. Okul çantasını omzuma attım. Çok ağırdı. Öğrencilik yıllarımın
geride kalmasına sevindim. Yola çıktık. Ufaklık elimi tutup “Abi karnım
ağrıyor,” deyince “Bahane yok. Okulu bende sevmezdim. Ama gitmek zorundasın,”
dedim.
Bahçe
futbol sahası kadar büyüktü. Keyifle yürümekteydim. Bahçe ana yolun
kenarındaydı. Arabalar seçilir olmuştu. Kaldırıma geçtim. Sepetimi meyveyle
doldurmayı başarmıştım. Aniden arkamdan gelen biri sepeti tuttu. Korkudan aklım
çıktı. Çığlık attım. Başımı çevirdiğimde eşim karşımdaydı. Kocaman sırıttı.
“Aferin sana,” deyip hızlandım. “Amara abartma lütfen. Küçük bir şakaydı,”
diyerek türlü sululuklar yaptı. “İyi haberim var. İş buldum,” dediğinde durdum.
Sevincimden sepeti fırlatmıştım. Meyveler yerde yuvarlanıyordu. Sarıldım.
“Nerede başlıyorsun?” diye sordum. “Bizim mahalleyle SAN JUAN DE MİRAFLORES
ayıracak duvar inşaatında ekip şefi oldum. Duvar üç metre yüksekliğinde olacak.
Dikenli teller de unutmamışlar,” deyince ateş bastı. Kulaklarım sinirden yandı.
Belime attığı elini ittirdim. “Benico, utanç duvarında çalışmanı istemiyorum.
Adamlara bak. Gelir dağılımını düzenleyeceklerine duvar yapıyorlar,”
dedim.
Duvar
yapımında çalışmak isteyenler ofis kapısında kuyruk olmuşlardı. Öğlen paydosunun
bitmesiyle kapı açıldı. Bankoya gelen genç heyecanlıydı. “Adım Leonardo.
Nöbetçi pozisyonuna başvurmuştum. Kabul edildim. İstediğiniz evrakları
hazırladım,” deyip dosyasını teslim etti. Evrakları işe alınanlar çekmecesine
koydum. Bekleyenler SURCO mahallesindendi. Bizim taraftan kimse iş başvurusu
yapmamıştı. Duvar mahallelerimizi ayırdığı gibi fakirleri de ikiye ayırmıştı.
Eve
yaklaşmıştık. Yol boyu tartışmamız sürdü. Benicio duvar yapımında çalışmaktan
vaz geçmiyordu. Kafamı şişirdi. Konuşmayı bıraktım. Hiddetlenmişti.
İşsizlikten, kiradan, faturalardan bahsetti. Yaya geçidine geldik. Karşıya
yürürken önümüzden ambulans geçti. Sirenleri durmak bilmiyordu. Arabalar sağa
sola yanaşıp yol verdiler. “Duvar yapıldığında yol kapanacak. Bölge hastanesine
beş dakikada ulaşan ambulans yan yolu kullanmak zorunda kalınca süre beş
dakikadan bir saate çıkacak. Üstelik bahçeden eser kalmayacak,” dediğimde kocam
utanmadan “Amara, bir elma versene,” deyip sepete uzandı. Sepeti başında
paralayacaktım ki kendimi zor tuttum.
Duvarın
bitimine az kalmıştı. Mahalleli Palma’nın bahçesine zarar gelmesini istemiyor,
iş makinalarının önüne yatıyorlardı. Polis müdahalesini sertleştirince direniş
zayıfladı. Makinalar bahçeye girdi. İhtiyar bir kadın “Durun, bahçeden çıkın.
Palma’nın mezarına dokunmayın,” diyerek kullandığım kepçenin yanına geldi.
Kadının gözlerinde korkuyu gördüm. Dehşet içindeydi. Güvenlik etrafını çevirip
kadını kepçeden uzaklaştırırken gözleri gözlerime kenetlenmişti. “Kalçaka’nın intikamı
üzerine düşecek,” diye bağırırken bahçeden çıkarıldı. Kepçeyi kaldırıp mezara
indirdiğimde makinanın paletleri dağıldı. Olduğum yerde kaldım.
Son
bir aydır geceleri yalnız geçirmiştim. Benicio gelemeyeceğini bahçeyi
temizlerken aksilik çıktığını mesajla bildirmişti. Bir haftadır gelemeyeceğini
mesajla haber veriyordu. Konuşacak yüzü yoktu. Elimde boş şarap şişesi
pencereden inşaatı izlemekteydim. İzlemek anlamsızlaşınca banyoya gidip küveti
doldurdum. Soyunmadan sıcak suyun içine kendimi bıraktım. Ayağıma bir şey
dokundu. İrkildim. Suya dikkatlice baktım ama bir şey görmedim. Sarhoşluğuma
verdim. Algım bozulmuştu. Birden küvetin dibine çekildim. Çırpındıkça
üzerimdeki baskı arttı. Gözlerimi açamadım. Sabunlu su ağzıma burnuma doldu.
Gücüm tükenmişti. Evlendiğim kilise gözlerimin önündeydi. Davetliler sıralarda
oturmuşlardı. “Amara yetiştim,” diyen Benicio’ydu. Küvetten çekerek çıkardı.
Yere yatırıp suni teneffüs yaptı. Öksürürken ciğerlerimi tüküreceğimi sandım.
“Duvarınla iki mahalleyle birlikte bizi de böldün,” diyerek yumrukladım.
Ağlıyordum. “Senden nefret ediyorum,” derken üzerimdekileri
çıkartmaktaydı.
MR
görüntüleme merkezinin yoğun olmadığı bir zamana denk gelmiştik. Amara
içerideydi. Çıkmasını bekliyordum. Psikiyatristin bahçeyle ilgili anlattığı
hikâye ürkütücü olduğu kadar gerçek dışıydı. Üniversite bitirmiş birinin ‘Kalçaka’
adlı bir cinin eşimi rahatsız edebilme ihtimaline karşı kiliseye başvurmamızı
tavsiye etmesi ilginçti. Nöroloji doktoru sağduyulu çıkmıştı. MR çektirmemizi
istedi. Neyse ki duvar bitmişti. Eşime zaman ayırabilecektim.
Duvar
çekildikten sonra hırsızlık olayları azalmıştı. Kuleler boş kalmıyordu. 24 saat
nöbet tutulmaktaydı. Gece vardiyasındaydım. “Leonardo gözüm yollarda kaldı,”
diyen arkadaşım vardiyayı teslim etti. Kule beş katlı bir bina
yüksekliğindeydi. Gündüz iyi uyuyunca gece kolay geçerdi. Aklım evde kalmıştı.
Nerita okula gidememiş karın ağrısıyla kıvranmıştı. Annem bitki çayı vererek
ağrıyı hafifletti. Hastaneden muayeneye bir hafta sonraya randevu verdiler. İşe
yeni başlamışken izin almak zorunda kalmam iyiye işaret değildi.
MR
sonucu temiz çıkınca içime kurt düştü. Amara’nın kiliseye gideceğimi bilmesi
onu kaygılandırır, sorunu çözmezdi. Ona hissettirmeden Kiliseye gittim. Peder
“Eşiniz Amara’yı tanıyorum. Pazar ayinleri sonrası mutlaka sohbet ederiz. Üç
ayindir kendisini göremedim. İyi mi diye merak etmiştim. Siz geldiniz. Durumu
nasıl?” diye sordu. Sıraya oturdum. Peder de yanıma oturdu. “Amara iyi değil.
Evden çıkmıyor. Sürekli onun gördüğü benim görmediğim bir varlık tarafından
rahatsız edildiğini söylüyor. Dün sofradayken kustu. Kustuğu yedikleri değil,
bahçe toprağı ve solucandı,” diye devam ederken peder “Siz duvarı Palma’nın
mezarını yıkarak bahçeden geçiren ekiptensiniz değil mi?” diye sordu. “Evet,”
diyebildim. “Diğer arkadaşlarınızın sevdikleri de benzer sıkıntılar yaşıyor.
Yaşadıklarınızın sorumlusu ‘Kalçaka’. Vatikan şeytan çıkartma ayinleri
düzenler. ‘Kalçaka’ bir şeytan değil. Yapacağımız bir şey yok. Palma’nın kız
kardeşi vardı,” dediğinde kafamda şimşek çaktı. Bahçe temizlenirken kepçeye
gelen kadını hatırladım. Kiliseden apar topar çıktım. İhtiyarın kulübesi
bahçenin arkasında kalıyordu. Kiliseye yakındı. Kalbim koşmaktan yerinden
çıkacaktı. Kulübeyi gördüm. Kadın hindilere yem atmaktaydı. Çitleri atladım.
Dengemi kaybedip düştüm. Çamura bulanmıştım. İhtiyarın ayakları burnumun
dibindeydi. “Neden geldiğini biliyorum. Duvarın bahçeye denk gelen kısmını
yıktığında ‘Kalçaka’ sevdiğini bırakır. Yıkmazsan sevdiğinin fazla zamanı yok,”
dedi.
Kulede
düşünebildiğim tek şey kardeşimdi. Evden çıkarken rengi beyazdı. Ağrıdan
bayıldı bayılacaktı. Randevuya iki günümüz vardı. Telefonu yanıma almamışım,
annemi arayamıyordum. Vardiya teslimine dört saat kalmıştı. Zaman geçmiyordu.
Sokakta
arabası olan iki ev vardı. İlki bozuk çıkmıştı. İkincisinin çalışması için dua
edip koşuyordum. Araba kapıdaydı. Zili çaldım. Komşum balkona çıktı. “Malaya
gece yarısı ne oldu?” diye sordu. Nefesim kesilmişti. Zor konuşmaktaydım.
“Nerita çok hasta. Kendini yerden yere atıyor. Karnı çok ağrıyor,” dedim.
“Bekle geliyorum,” diye içeri girdi. Kız evde yalnız, aklım ondaydı. Lapinez
pijamayla indi. “Geç geç,” diyerek şoför koltuğuna oturdu. Elimin titremesinden
kapıyı açamayınca kadın açtı. Araba çalışmıştı. Kaşla göz arasında eve geldik.
Kız inliyordu. Sırtıma alıp dışarı çıkardım. Arka koltuğa yatırdım. “Duvara
Leonardo’ya gidelim. Hastanede elimiz ayağımız olur,” dedim. Komşu, kıza
bakınca “Malaya, apandisit bu,” dedi.
Nerita’yı
düşünürken duvara yaklaşan bir gürültü duydum. Spotu sesin geldiği yöne
çevirdim. Kepçe yaklaşıyordu. Megafonla “Geri dön. Daha fazla yaklaşma,” diye
uyardım.
SIRA
SENDE;
Nöbet
kulesindeki adam üzerime tüfek doğrultunca durmak zorunda kaldım. Kepçeden
indim. Ellerimi havaya kaldırıp kuleye yaklaştım. “…” deyip…
Varoluşun
tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için ALINTIDAN esinlenerek kurmacaya
DEVAM ET!
Yorumlar
Yorum Gönder