Sevilmek,
sayılmak, güçlü, başarılı, ünlü olmak istiyoruz. Neden? Ben falancayım ama
falanca olmayı sevmiyorum ve filanca olmak istiyorum. Bu da demektir ki ben şu
anki halimden memnun değilim ve daha fazla eşya, daha fazla güç ve benzeri
şeyler elde ederek bu tatminsizliğimden kaçabileceğimi düşünüyorum. Sadece mal
mülkle, güç ve mevkiiyle kendimizi örtmenin bir anlamı yoktur, çünkü yine
mutsuz olacağız. Eğer kendi ıstırabınızın ötesine geçerseniz çok küçük, boş,
sınırlı biri olduğunuzu görürsünüz. Bu başarı mücadelesi, bir şey olma çabası
ıstırabın kaynağıdır. Ama gerçekte ne olduğunuzu kavramaya başlarsanız o zaman
oldukça farklı bir şeyin gerçekleştiğine tanık olursunuz.
KURMACA;
Bankada
kızımın müzik kursu taksitini yatırmış, hemen karşısındaki babamın servisine
geçmiştim. “Asmara, hanımefendinin yazıcının işi bitmek üzere sen geç otur,”
diye sandalyeye işaret etti. “Baba meyve suyu koyuyorum. İster misin?” diye
sorsam da tamire dalmıştı. Çalışırken babamı izlemek büyük bir zevkti. Eli
çalışırken bir yandan müşterisine cihazla ilgili püf noktalarından
bahsediyordu. Keyfi yerindeydi. Kadın “Teşekkürler Taman,” deyip parayı verip
paketi aldı. Yüzünde gülümsemeyle servisten çıktı. “Nerden geliyorsun?” diye
sorup yanıma oturdu. “Kurs parası yatırdım,” dediğimde lafı kocama getirdi.
“Bulan, çarşıda çalışıyor. Kızına zaman ayıramadı mı?” diye iğneledi. Cevap
verecekken “Kızım sen o subayla evlenecektin. Gittin bilgisayarcıyla evlendin.
Kız kardeşlerin senden akıllı çıktılar,” diyerek üsteledi. Adamın biri “Taman,
istediğin yeri sanırım buldum,” deyip içeri girdi. “Ne yeri?” diye meraklandım.
Babam “Dükkân bana yetmiyor kızım. Daha büyük bir yere geçersem servisle
birlikte fotokopi makinesi, yazıcıda satabileceğim,” derken gelen mesajla
durdu. “Bulan işinin uzadığını kızı kurstan alıp alamayacağımı sormuş,” dememle
gözlerini üzerime dikti. ‘Meşgulüm sen al,’ yazıp gönderdim. Babamla adamın
sohbeti derinleşti. “Size kolay gelsin,” deyip kalkmıştım ki babam arkamdan
“Kızım unutmadan söyleyeyim yemek için güzel bir restoranda yer ayırt,”
dedi.
Laptopun
ön belleği çalıştırılan programları kaldırmamıştı. Doktor hastaneden apar topar
gelmiş iki eli yakamdaydı. “Waluyo, ön belleği yükseltiyorum,” deyip yeni
parçaları taktım. Laptopta programlarını çalıştırınca ağzı kulaklarına vardı.
Menülerde gezinirken “Hastanenin yazıcı, fotokopi bakım ihalesi var.
Bilgisayardan anlıyorsan onlardan da anlarsın. Aklında olsun,” demiş fotoğraf
makinemi kurcalarken dediklerini üstün körü dinlemişim. Omzumdan dürtüp “Orda
mısın?” diye sorunca “Öneri güzel ama cihazlar bir birinden çok farklı,” deyip
toparlandım. Fotoğraf makinesini istedi. Uzattım. Altına üstüne bakıp “Bulan,
doktorum ama web yayıncısı da olmak istiyorum. Laptoptaki yazılımlar sayfa
tasarımıyla ilgili. İnsanlara ilham veren hayatlar göstererek yollarını
bulmalarına yardım etmeyi düşündüm,” diyerek geri verdi. Oynarken lensleri
kaydırmıştı. Düzelttim. “Fotoğraf çekiyorum ama renk körüyüm. Keşke sizin gibi
görebilseydim. O zaman yarışmalara katılabilirdim,” dediğimde “ Web sitesi
tutarsa meslekten ayrılacağım. Bende birileriyle yarışıyorum,” diyerek kestiğim
faturadaki miktarı masama bıraktı.
Poliklinik
kapılarında kuyruklar uzamış, bekleyenler söyleniyorlardı. İçeri girip masama
geçtim. Asistanım ilk hastayı çağırdı. Adam ayakta “Başım ağrıyor,” dediğinde
“Oturabilirsin,” dedim. “Kendinden bahset,” deyip not defterimi açtım. “Wаyаn
Sumаrdаnа, Bali yаkınlаrındа bir köyde ailemle yaşıyorum. Kaynak işçisiyim. Daha
fazla çalışmak istesem de kollarım çabuk yoruluyor. Kollarım kuvvetli olsa daha
fazla para kazanabilirim,” dediğinde heyecanla “Aradığımı buldum,” dedim. Adam
“Anlamadım,” derken şaşkındı. “MR çektirin,” deyip defterimi kaparken “Hastanın
MR hazır. İkinci gelişi,” diyen asistanım dosyayı verdi. Beyninde üç damarı
çatlaktı. “Şu ağrı kesicileri verelim,” deyip hapların ismini yazdığım reçeteyi
kıza uzattım. “Önemli bir şeyiniz yok. Başınız ağrıdığında ilaçlarınızı
alırsınız,” diye gönderdim.
Doktor
az daha lafı uzatsaydı kızımı almaya yetişemeyecektim. Koro dağılmamış, salonda
çalışmaktaydılar. Çocuklar şarkı söylüyorlardı ama yüzleri asıktı. Öğretmen
şarkıyı durdurdu. Erkek bir çocuğun yanına gidip şiddetle azarladı. Sert
hareketlerle korodan çıkardı. Çocuklardan devam etmelerini istediyse de morali
bozulan grup sustu. Öğretmen “Çalışma sona erdi,” diyerek grubu dağıttı. Kızım
gözü yaşlı “baba gidelim,” deyince kendimi tutamadım. Eşyalarını toplayan
adamın yanına gittim. “Mentari, çocuklara müzik sevgisi aşılaman yeterli. Hem
söyledikleri o şarkıda neyin nesiydi?” diye öfkeyle karışık sordum. “Sizi
tanıdım. Delara’nın babası Bulan’sınız. Söyledikleri şarkı benim bestem.
Çocukları yarışmaya hazırlıyorum” deyip montunu aldı. “Yarışmada nerden çıktı?”
dedim ama cevap alamadım. Adam oralı olmadı. Sırtını döndü. Tekrarladım.
İlgisizliği devam etti. Kolundan çekince kızdı. Biraz daha yüksek sesle
“Yarışma diyordum,” dedim. “Okullar arası yarışma,” deyince “Kulaklarda sorun
mu var,” diye soracaktım kızım “Az işitiyor,” deyip elimden tuttu.
“Kızım
görüyorsun elim dolu. Zile basar mısın!” diye çıkıştığımda “Mesaj yazıyorum,”
deyip gözlerini telefonuna dikti. Poşetleri bırakmadan zile bastım. Parmaklarım
morardı. Apartman girişi açıldı. Kız arkasına bakmadan eve çıktı. Eşim kapıda
karşılardı. Bu sefer eşikte yoktu. Hızla merdivenleri çıktım. Ayakkabılarım
ayağımda parmak ucumda mutfağa girip poşetleri tezgâha bıraktım. Eşim kolları
bağlı “Bulan, yerler nasıl siliniyor haberin yok,” diyerek yanıma geldi.
Burnundan soluyordu. Hiçbir şey anlamamıştım. “Aile yemeği için şehrin en güzel
restoranında yer ayırttım. Ama benim gidecek elbisem yok,” derken bir o yana bir bu yana savrulmaktaydı.
Onu dinlerken yangını körüklemek yerine poşetlerdeki meyve sebzeyi dolaba
koymuş, poşetleri de çöpe atmıştım. “Kardeşlerim masaldan çıkmış gibi
gelecekler. Elbise istiyorum,” dediğinde durdu. “Ne bakıyorsun,” diye diklendi.
“İşler yavaş. Kızın kurs taksitini zor toplamıştım,” deyip ketılın düğmesine
bastım. “Öylede, böylede para yok. Keşke subayla evlenseydim,” diye torbanın
ağzını açmıştı ki raftan tencere aldım. “Asmara, geldiğimizden beri çocuğun
gününün nasıl geçtiğini sormadın,” deyip hazır çorbayı döktüm. Sustu. Bir şey
demeden çıktı.
Hastanede
nöbetçiydim. Web sayfamı toparlarken paniklemiş bir hemşire “Doktor Waluyo, bir
hasta geldi. Kendinde değil,” diyerek odama girdi. Elimdekileri bırakıp peşi
sıra acile indim. Sedyede yatanı tanıdım. Kaynak işçisini getirmişlerdi. “Kafa
filmini çekelim,” diyerek görüntüleme merkezine yönlendirdim. Asistanıma
“Ameliyathaneyi hazırlayalım,” diye emir verdim. Ektiğim tohum filiz vermişti.
Adamı ameliyathaneye aldılar. Filmi inceledim. Damarlar dağılmıştı. Hızla
kafatasını açtık. Yanımdaki diğer doktoru “Ben hallederim. Sen servise in,”
diyerek gönderdim. İki damarı toparladım. Biri işimi görürdü. Ameliyat yaklaşık
iki saat sürdü. Adam hayattaydı. Ama sol kolu felç olmuştu. Yatakhaneye aldık.
Gece boyu sağlık durumu bilgilerini aldım. Nöbetim bitti. Eve gitmeden yatan
hastalara bakmaya kovuşa çıktım. “Wayan, nasılsın?” diye sorduğumda acıyla
“Kolumu oynatamıyorum,” dedi. Dosyasını elime aldım. Göz atarken “Sol kolunu
oynatamayacaksın. Neyse ki biyonik kol teknolojisi gelişiyor,” dediğimde
gözyaşlarını silerek “Doktor o kadar parayı nerden bulurum? “ diye içlendi.
“Kolunu kaldırıp “Mekanik sorun yok. Hem biyonik kol yapmak çokta zor değil.
İsteyen adam internette ufak bir araştırma yaparak yol alır,” diyerek kas
kontrollerini yaptım.
Pasajda
açık dükkân bir benimkiydi. Gün boyu kimse uğramamış, pineklemiştim. Fotoğraf
makinemle yakın plan çekim yaparak zamanı değerlendirmeye çalıştıysam da renk
körü gözlerimle yarışmaya katılamayacağım açıktı. “Kapatmadığınıza sevindim,”
diyerek laptopunu tamir ettiğim doktor geldi. Kaygılandım. “Cihazda sorun mu
çıkarttı?” diye sordu. Gülümseyerek oturdu. “Size bir teklifte bulunacağım,”
derken tavırları rahattı. “Kulağım sizde,” dedim. “Bulan, kolu felç olan hastam
biyonik kol yapmak istiyor. İnternet araştırmasını yaptı. Malzemeleri tedarik
edip hurdalığa yerleştirmenizi istiyorum. İşin içinde olduğumu bilmemesi
gerekli,” diye anlatırken sözlerinin arkasından başka şeylerin olduğunu
hissetmiştim. Neden gizli saklı iş yapmanın peşindeydi? Lafını bitirince
“Waluyo, malzemeleri getirtirim. Hepsi o kadar,” dediğimde yüzü düştü.
Bozulmuştu. “Kolay gelsin,” deyip kalktı.
Aile
yemeği kayınpederin dolandırılmasıyla iptal edilmişti. Teselli vermeye
Asmara’yla servise gittik. Kapıda dikilirken sigara yakmış kederle içiyordu.
“Çocuklar hoş geldiniz,” diyerek izmariti atıp söndürdü. İçeri buyur etti.
Tezgâhların üzeri tamir bekleyen fotokopi, faks ve tarayıcılarla dolmuştu.
“Emlakçı aynı yeri beş farklı kişiye depozito alıp kiralamış. Fiyat düşük
olunca da kimse şüphelenmemiş,” derken kederliydi. Eşim “Baba, yedek parça
almıştın. Ödemen ne zaman?” diye sordu. Adam yüzünü buruşturup göğüs kafesini
ovunca endişelendik. “Haftaya. O kadar parayı nasıl bulurum?” demesiyle kafamda
ışık yandı. Doktorun hastane ihalesi ailedeki yerimi değiştirebilirdi.
Hurdalığın
iki sokak arkasında durduk. Arabanın etrafını köpekler çevirdi. “Bulan,
malzemeleri işçinin kolaylıkla bulacağı yerlere yerleştir,” deyip kutuyu
verdim. “İhalede desteğini bekliyorum,” diyerek indi. Köpekler peşine takıldı.
Kutuyu dikkatle taşırken küçük tekmeler savuruyordu.
Hastane
otoparkına yürürken arkamdan “Doktor Waluyo, bakar mısınız?” diye seslenildi.
Kim olduğunu tahmin ettim. Kaynak işçisi heyecanla kolunu gösteriyor, nasıl
yaptığını anlatıyordu. “Wayan, tebrik ederim,” diyerek sevincine ortak oldum.
“Hurdalardan güzel bir eser yapmışsın. Kafa derine bağladığın elektrotlar sorun
olmuyor değil mi?” diye sorduğumda parçaları kontrol ederek “Sorunsuz
çalışıyor. Sayenizde işime döndüm. Üstelik yeni kolum çok güçlü. Daha fazla
çalışabiliyorum,” dedi. Sohbetimiz arabama binene kadar sürdü. Kornaya basarak
yanından ayrıldım.
Kızım
dedesini görmeyi istemiş servise gelmiştik. Babam dolandırılmanın şokunu
atlatmıştı. Damatlarından borç istemiş ancak hepsi hayırsız çıkmıştı. Bulan
hariç. O borç veremese de hastanenin ihalesini kazanmasına yardım etmişti. Ön
ödeme almış borçlarını kapamıştı. Komşu kırtasiyeci “Taman, fotokopi makinesi
yeni gibi olmuş. Teşekkürler,” deyip çırağıyla birlikte makineyi yüklendi.
Babam aldığı paradan torununa “Al bakalım,” diyerek harçlık verdi. “Kızım siz
misafir misiniz de otur dememi bekliyorsunuz,” diye sitem etti. Oturduk.
“Müşterilerinle aran çok güzel baba. Dükkânı büyütseydin sohbete vaktin
olmayacak, yardım da edemeyecektin,” dedim. Çocukken saçlarımı dağıtarak beni
sevdiği gösterirdi. Elleri saçlarımın arasına girdiğinde gülümseyerek
“Büyümekten vazgeçtim,” dedi.
Hasta
kabulüm sona ermişti. Eşyalarımı toplarken içeriye “Kulak burun boğazcı beni
size gönderdi. Muayene olmam lazım,” diyen bir adam girdi. Heyecanlıydı. İkinci
kahramanım kendi ayaklarıyla gelmişti. Asistanım “Lütfen çıkın. Acil serviste
muayene olun,” diyerek adamı kapı dışarı ediyordu ki durdurdum. “Sen
çıkabilirsin. Hastaya bakacağım,” dedim. Asistanım alındı. İyi akşamlar demeden
gitti. “Şikâyetiniz nedir?” diye sorup koltuğa işaret edip oturabileceğini ima
ettim. Adam nedeyse mutluluktan uçacaktı. Oturmadan ceketini çıkarttı. “Adım
Mentari, Kulaklarım ağır işitiyor. Müzik öğretmeniyim,” dediğinde “Kendinizden
biraz daha bahsedin,” diyerek işime yarayacak bilgilerin geleceği kapıyı açtım.
“Ağır işitmem mesleğimde sorun ama ben daha çok bestelerimi daha iyi hale
getirmenin yolu olarak tedaviyi düşünüyorum,” deyince ellerimi ovuşturdum.
“Yaklaşın,” deyip bilgisayarlı teşhis cihazının önüne oturttum. Muayene ettim.
“Sıkıntınız kulaklarınızdan değil beyninizdeki duyma merkezinizden
kaynaklanıyor. Ameliyat olmazsanız kalıcı sağır olabilirsiniz,” diye adamı
korkuttum. Teslim oldu. “Ne gerekiyorsa yapalım,” dedi. Önümüzdeki haftaya gün
verip gönderdim.
GSM
bayiinin bilgisayarı bozulmuş rica minnet tamire bırakmıştı. Kıramadım. Aynı
pasajda olmasak almazdım. Elimi çabuk tutup biran önce işimi bitirmeliydim.
Yoksa sık sık gelip bilgisayarını soracaktı. Ana kartı çıkarmıştım ki kapı
açıldı. Arkam dönüktü. “Yarın gel. Sabah alırsın,” dedim. İçeri giren “Bulan,”
deyince gelenin Doktor Waluyo olduğunu sesinden tanıdım. “Hangi rüzgâr attı,”
diyecek oldum bir şey demeden yanıma gelip laptopumda bir web sayfası açtı.
Bana çevirdi. Başımda dikiliyordu. Kendisine biyonik kol yapan kaynak işçisinin
videosu oynamaktaydı. Gözlerime inanamadım. Konuyla ilgili ne var kayıt
edilmişti. Bende oynuyordum. “Ne yaptın sen!” diye hesap sorar oldum lafı
ağzıma “Sitede üyelere özel program hazırladım. Bu programda farklı hayatları
olan insanları konu edindim. Üyelik ücretli. Bir konuda iyi olmak isteyen
insanların ilgili beyin merkezlerini bozuyorum. Onlarda bilgisayar parçalarıyla
yeni organlar yapıp hayallerine ulaşıyorlar,” diye tıkadı. Olup bitenden midem
bulandı. Dayanamadım ortaya kustum. Saçmalamaya “Daha iyi besteler yapmak
isteyen öğretmeni sağır edeceğim. Oda kendine biyonik kulak yapacak. Böylece
duymadığı sesleri de duyma imkânına sahip olup notalarını zenginleştirecek,”
diye devam ederken ellerimle “Yeter,” deyip ittirdim. “Ben yokum,” diyerek
dükkândan çıktım.
SIRA
SENDE;
Nasıl
bir pisliğe bulaştığımı aklım almıyordu. Pasajın garajına asansörle indim.
Dükkânı kapatmadığımı hatırladım. Ayaklarım dükkâna gitmedi. Arabama atlayıp
biran önce uzaklaşmak istiyordum. Arabamı gördüm. Yürürken anahtara basıp
kapıları açtım. Kapı kolunu tutmamla ağzıma bez kapatılması bir oldu.
Acil
serviste Bulan’ın girişini yaptım. Tekerlekli sandalyeye oturtup ameliyathaneye
çıkardım. El ve ayak bileklerini sandalyeye bağladım. Kendine geldi. Dehşete
düşmüştü. Sesi titriyordu. “Waluyo, ne yaptın sen. Bırak beni,” diye
yalvarırken şırıngaya narkoz çektim. “Muhteşem fotoğraflar çekmek istiyordun.
Fırsat ayağına geldi,” deyince Bulan “…” deyip…
Varoluşun
tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için ALINTIDAN esinlenerek kurmacaya devam et!
Yorumlar
Yorum Gönder