Beyaz
bir bulut rüzgâr nereye götürürse oraya sürüklenir, mücadele etmez. Her şeyin
üzerinde süzülür. Bir hedefe, bir yere ulaşmanın deliliğine sahip olduğun zaman
sorunlar çıkar. Yenilgin varoluşun doğasında vardır. Beyaz bulutun yolu
patikasız bir patikadır. Ben sana hiçbir ideal, hiçbir "olmalı"yı
öğretmiyorum. Her kimsen, onu öyle eksiksizce kabul et ki, başarılacak hiçbir
şey kalmasın. O zaman beyaz bulut olursun.
KURMACA;
Duş
almaya hazırlanırken gelen aramayla banyodan çıktım. Arkadaşın arabası
bozulmuş, havaalanına giderken onu da almamı istedi. Evi bana uzaktı. Kahvaltı
yapmadan çıkarsam ikimizi de işe yetiştirebilirdim. Apar topar giyinip yola
koyuldum. Arka yolları kullanıp trafiğe yakalanmadım. Bahçeli dublekste kız
arkadaşıyla yaşıyordu. Sık bahsetmese de sanırım evlenmeyle ilgili problemleri
vardı. Arabayı yola park ettim. Kornaya uzun bastım. Kapıya çıktığında yanında
Gerda vardı. Bir birlerine bağırıyorlardı. Aslında Espen bağırıyor, kız, başını
öne eğmiş susuyordu. Sabah sabah olacak iş değildi. Kayıtsız kalamadım. “Espen
rahat bırak kızı,” deyip arabadan indim. Duracağı yoktu. Yanlarına gittim. “Bu
evlilik olacak,” derken az kalsın kıza tokat atacaktı. Elinden yakaladım.
“Gerda, arkadaşın kusuruna bakma. Uykusunu alamamış,” deyip havayı azda olsa
yumuşattım.
Üç
gün süren ‘Rap Star’ yarışması sona ermiş, ödüller sahiplerini bulmuştu. Sahne
sökülüp tırlara yüklendi. Ekibimle beraber ses sistemlerini toparlamış
aracımızı bekliyorduk. “Merhaba Hannes,” diyen finalistlerden Ammar’dı. Yanıma
geldi. Oturduğum hoparlör sandığının dibine sırt çantasını bıraktı. “Buraya
kadarmış dostum,” deyip elini uzattı. Ayağa kalkıp sarıldım. Bu zamanda samimi
bir insana rastlamak zordu. Çantasından çıkardığı tespihi hediye verdi. “Pişman
mısın?” diye sordum. Çantasını omzuna attı. “Finalde kendi liriğimi söylediğim
için mi? Kesinlikle hayır,” deyip sırtını döndü. Yavaş adımlarla yürüdü. Kısa
sohbetimizi bittiğinde aracımız geldi. Ses sistemini yerleştirirken
kulaklarımda islamofobi temalı sözleri vardı. Jürinin favorisiydi. Finalde
kendi liriğini seslendirmeyle ilgili tereddüdünü paylaştığında ‘Her kimsen, onu
öyle eksiksizce kabul et ki, başarılacak hiçbir şey kalmasın. O zaman beyaz
bulut olursun,’ demiştim.
Havalimanının
en yoğun yolcu girişlerinin yapıldığı kapılarda güvenliği sağlamak kolay
olmuyordu. Xray cihazımız bozulmuş servis çağırmıştık. Cihazı servise
götürmemiz mümkün değildi. Teknisyenler malzemeleriyle geldiler. Arkamdaydılar.
Kapıyı görüyordum. Evden çıkarken hırsını alamayan Espen sinirlenmiş cihazı
tekmeliyordu. Teknisyenler şaşırdı. Cihazı parçalamadan onu durdurmalıydım.
Koştum. Belinden yakaladım. “Kendine gel,” deyip sandalyeye oturttum.
Teknisyenler cihazı açtılar. Bakım devam ederken Espen “Aaren, şöyle şunlara
ellerini çabuk tutsunlar,” diyerek yerinden kalktı. Teknisyenlerden iri yarı
olan elinde tornavida “Kaşınma,” deyip Espen’e döndü. Ortalık karışmadan
aralarına girdim. “Sen hava al,” diyerek arkadaşımı dışarı gönderdim.
Teknisyenler “tartışmayı kahve ısmarlarsan unuturuz,” dediler. Tatlıya
bağladık. Xray cihazını onarmayı başardılar. Faturayı bırakıp çıktılar.
Pencereden gidişlerini takip ederken Espen adamlara arkalarından saldırdı.
Yumruklar havada uçuşuyordu. Olan biten inanılır gibi değildi.
Otobüsümün
kalkmasına yarım saat vardı. Makyajımı tazelemeye lavaboya girdim. Morarmış
gözüm belli olmasın diye elimden geleni yaptım. Makyaj işe yaramadı. Sinirim
bozuldu. Espen’in attığı yumruğun acısı yüzümdeydi ondan uzaklara gitmek
istiyordum. Sigara yaktım. Kahve içmeliydim. Dışarıya servis yapan kahve
dükkânında bir masaya oturdum. Korkumdan polise gidemedim. İlişkimiz boyunca
şiddeti hiç bitmedi. Evlilik teklifini geri çevirince çıldırdı. “Aşkım benden
habersiz nerelere gidiyorsun,” diyen Espendi. Omuzlarımdan bastırdı. Karşıma
oturdu. “Gerda ben katoliğim evlenmek zorundayız,” derken sesindeki delilik
yüreğimi hoplattı. “Espen ilişkimiz bitti,” dediğimde ellerimi sıkıca tuttu.
Sıktı. Parmaklarım kırılacak sandım. “Ateist olman problem değil aşkım. Vaftiz
olduğunda evlenmemize engel kalmayacak,” dedi.
Havaalanındaki
sıkıntılı mesai sonrası oğlumun istediği topu almış eve geliyordum. Evimin
olduğu sokağa girdiğimde yorgunluğum kayboldu. Bahçemde çiçeklerim eşsiz bir
tablo oluşturmuşlardı. Garaj kapısının önünde eşim ve oğlum tartışıyorlardı.
Arabayla yanlarına yanaştım fark etmediler. “Anne takım seçmelerine
katılacağım,” diyen oğlum bisikletinin kilidini açmaya çalışıyordu. Topla
arabadan çıktım. Eşim “Sanat okuluna seni yazdırmaya ne kadar para döktük
unuttun mu?” diye oğlanın neredeyse tepesine çıkacaktı. “Britta çocuğu rahat
bırak,” deyip eşimi ellerinden tuttum. “Nereye Eiliv?” diye oğlana sordum.
“Claus’la buluşacağım,” derken kilidi çözmüş bisiklete oturmuştu. Topunu
verdim. Eşim “Aaren şımartma şunu,” deyip burnundan soluyarak eve girdi.
Antrenman
sona erdi. Çim sahada malzemeleri toplayıp soyunma odalarına yürüdük. Claus
mutluydu. Sigara çıkardı. Yaktı. Kokusu tuhaftı. “Ne marka?” diye sordum.
“Bildiğin sigaralara benzemez. Çocuk işi değil,” deyip derin bir nefes çekti.
Öksürüğe tutuldu. Sırtına bir iki vurdum. “Eiliv korkma. Ölmeyeceğim,” diye
güldü. “Nasıl bu kadar mutlusun?” diye sorduğumda “Dertlerin üstesinden
gelmenin farklı yolları var,” dedi. “Sana da sarayım mı?”
Daha
önce Kopenhag-Paris arasında hiç uçmamıştım. Kız kardeşimin durumu kötü
olmasaydı uçacağımda yoktu. Kocasını Paris’te yapılan terör saldırılarında
kaybetmişti. Sağlık sorunlarım sebebiyle cenazesine katılamadım. İnsan yaşlı olmaya
görsün günü gününe uymuyor. Hostes “Lütfen kemerinizi takın,” diyerek az önce
istediğim bir bardak suyu verdi. “Merhaba müsaade eder misiniz?” diyen genç cam
kenarına oturdu. Biletimi koridor tarafından almıştım. Uçarken bulutları
görmeye dayanamıyordum. “Adım Ammar,” diyerek kendini tanıştırdı. Şivesi
Ortadoğulularınkine benziyordu. Montu kabarıktı. Çantasını yukarı koymamış
yanına almıştı. Uçağın kalkışına 5 dakika kaldığı anons edildi. “Adınızı
söylemediniz,” diyerek bana baktı. “Berthe,” dedim. Gülümsedi. Arkasına
yaslandı. Sanırım Arapça bir şeyler mırıldandı. Kemerimi çözdüm. Kokpite gidip
pilotla konuşmaya karar verdim. “Nereye bayan,” diye önüme çıkan hostese
aldırmadım. Kapıyı çalmadan kokpite girdim. Pilotlar merakla baktılar.
“Terörist var,” deyince bir an donup kaldılar. Montundan çantasından bahsettim.
Hostesi çağırdılar. Yolcu bilgilerini incelediler. Hostes “Ammar Fas asıl
Fransa vatandaşıymış,” dedi. Endişelendik. Pilot güvenliği aradı. Ammar’ı
uçaktan indirmeye karar verdiler.
Hava
soğumuştu. Şehrin ışıkları nehre düşmüş dalgalanıyordu. Köprü ayaklarında,
konaklayan birkaç evsizin dışında kimse yoktu. Karanlık çökmüş etraf tekin
değildi. Meksikalılar teslimat yapmaya uygun bir yer bulmuşlardı. İki araba
arka arkaya nehrin kıyısına geldi. Farları kapamadılar. “Ferdinand gel,” diye
seslendiler. Geçen aldığım malın parasını zor toplamıştım. Eksik parayı
affedecek birileri değillerdi. Kaygıyla öndeki arabaya yaklaştım. Şoför inip
arka kapıyı açtı. “İyi akşamlar Miguel,” deyip bindim. Konuşmadan parayı teslim
ettim. Ön koltuktaki adam bir poşet mal verdi. Malları kontrol ederken Miguel
parayı sayıyordu. “Tamam,” dedi. Poşetteki mal her zamankinden fazlaydı. “Mal
fazla. Yanlış var,” deyince Miguel belinden silahını çıkarıp ağzına mermi
verdi. “Önümüzdeki hafta daha fazla çalış,” deyip omzumdan ittirip arabadan
dışarı çıkarttı. Kendimi yerde buldum. Patinaj yapan arabaların
tekerleklerinden savrulan çakıllar az kalsın yüzümü parçalayacaklardı. Çekip
gittiler. Üstü başımı temizlerken Claus bisikletiyle geldi. “Ferdinand otum
hazır mı?” diye sordu. Yerden poşeti alıp otunu verdim. “Claus haberin olsun
yeni müşteri getirirsen daha fazla malı daha ucuza alabilirsin,” deyip küçük
bir poşet toz uzattım. “Ot içmekten bıkmıştım,” diyerek poşeti cebine
sıkıştırdı. Buruşmuş paralar ve bozukluklarla ödeme yapıp bisikletine
atladı.
Güvenlik
odasına çağrıldığımda Kastrup Havalimanında bir şeylerin ters gittiğini
anladım. Olağanüstü bir durum olmasa kapı güvenliğinden kimseyi polis merkezine
çağırmazlardı. Odaya merakla girdim. “Aaren senin terörle mücadele geçmişin var.
Airfrance uçağından canlı bomba şüphesiyle indirilen genci ve malzemelerini
aramanı istiyoruz,” diyen polis merkezi şefiydi. Dosyaları masadan aldım. Şef
odadan çıktı. Gençle baş başa kaldım. Adının Ammar olduğunu dosyadan öğrendim.
“Ayağa kalk,” dediğimde direnmedi. Susuyordu. Montunu çıkardım. Kollarını ve bacaklarını açtırdım. Ayak
bileğinden yukarı doğru gerekli kontrolleri yaptım. Üzerinden uygun olmayan bir
şey çıkmadı. “Oturabilir miyim?” diye sorduğunda nazikti. Başımla onayladım.
Çantasını açmadan detektörle kontrol ettim. Metal sinyali almayınca açtım.
Eşyaları çıkarıp yere koydum. Dikkatle inceledim. Tehlikeli malzemeye
rastlamadım. “Toplayabilirsin,” dedim. Soğukkanlıydı. Eğilip çantasını
düzenledi. Pasaportunu verdim. “Teşekkür ederim. Vaktinizi aldım,” deyince
şaşırdım. Odadan çıkıp kaygıyla bekleyen şefin yanına yürüdük. “Şef genç temiz.
Yanlış anlama olmuş,” deyip dosyayı teslim ettim. Şef gülümsedi. Uçak biletini
elime tutuşturup “Ammar’ı uçağa yetiştirelim,” dedi. Bir sonraki uçak perondaydı.
Bavullar yükleniyor yolcu girişi yapılıyordu. “Sakinliğine hayran oldum,”
derken beraber koridorda perona doğru yürüyorduk. Bana baktı. Gözüyle bulutlara
işaret etti. “Beyaz bir bulut rüzgâr nereye götürürse oraya sürüklenir,
mücadele etmez,” dedi. Gençle yaptığım kısa yürüyüş ilham vericiydi. Kapıya
yaklaştığımızda vedalaştık. Durdum. Yoluna devam etti. Telsizime gelen çağrıyla
irkildim. Saha müdürüm “Aaren, Espen’in işten uzaklaştırıldığını unutma. Xray
cihazında bekliyoruz,” diye uyardı. Espen işten atılmanın sınırından döndü.
Yokluğunda iş yüküm artmıştı.
Espen
ve kız arkadaşı Gerda telefonlarıma cevap vermediler. İş çıkışı eve gitmeden
Espen’e uğramaya karar verdim. Moralinin bozuk olduğunu tahmin ediyor, ondan
daha çok kız arkadaşına endişeleniyordum. Arabaları ev önündeydi. Park ettim.
Biçilmemiş çimlere basarak hızla yürüdüm. Perdeler çekilmişti. Elim zile
gitmişti ki içeriden gelen bağırmaları duydum. Kulak kabarttım. Espen “Benimle
evlenmediği için seni öldüreceğim senin yüzünden cehenneme gireceğim,” dedi.
Gerda’nın sesi çıkmayınca pencereden odayı görmeye çalıştım. Kız eli ve ağzı
bağlı alı konmuştu.
SIRA
SENDE;
Polisi
ararsam zaman kaybederdim. Kendimi topladım. Arka tarafa geçip mutfak
kapısından eve girdim. Tezgâhtan büyük bir tava aldım. Salonda “Vaftiz olsan
evlenmemiz önünde engel kalmayacak,” derken Espen silahı sallıyordu. Kız
sandalyede bağlı ağlamaktan makyajı akmıştı. Espen saçmalarken arkasından
yaklaşıp tavayı kafasına yapıştırdım. Silahı düşürdü. Tekmeyle silahı kanepe
altına gönderdim. Espen “…” deyip…
Bir
elimde top bir elimde bıçak “sınav sonuçların geldi. Bir tane geçer yok,” deyip
Eiliv’in odasına girdim. Oğlan öfkeyle “güzel sanatlar lisesine zorla
göndermeseydin,” diyerek elimden topu almak istedi. Topu vermedim. Bıçakla
gözünün önünde patlattım. Kolumdan tutup odasından çıkarttı. Kapıyı suratıma
çarptı.
Kapıyı
yumruklarken Aaren eve geldi. “Şu notlara bak,” deyip kâğıdı verdim.
Annem
canımı çok sıktı. Elim ayağım titrerken Claus’u aradım. “Sana geliyorum,”
dedim. Sinirden konuşamadım. Biriktirdiğim paraları yanıma aldım. Kapıdan
çıkamazdım.
SIRA
SENDE;
Britta
oğlana çok kızmıştı. Burnundan soluyordu. Banyoya soktum. Elini yüzünü yıkadık.
Dolaptan kolonya aldım. Avucuma döktüm. Kokladı. Kendine geldi. Daha sakindi.
Not kâğıdını yırtıp çöpe attım. Klozetin kapağını kapatıp oturdum. Eşimi dizime
çektim. Britta “…” diyerek…
Varoluşun
tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için ALINTIDAN esinlenerek kurmacaya devam et!
Yorumlar
Yorum Gönder