Nusaybin’deki mezarın sırrı

ALINTI;  

Her yüzeyselliğin bir derinliği vardır. Okyanusun yüzeyi, okyanusun derinliği olduğu takdirde vardır. Her yüzeysel şey, derinleşebilir. Bu tamamen sana bağlı. Her geçici şey okyanusun içindeki bir dalga gibidir. Dalgayı hor görüp ayıplama. Aksi takdirde okyanusun ne olduğunu bilemezsin.







KURMACA; 

Mardin

Nusaybin Devlet Hastanesi

Sünnet cemiyetlerinde havaların ısınmasıyla birlikte iyi saklanmayan yemekler bozulup gıda zehirlenmesine sebep oluyordu. Acil servis kusma belirtisiyle gelenlerle tıklım tıklım dolmuştu. Beklemekten bunalan hasta yakınları doktorlarla tartışıyor araya girenler zorda olsa tarafları yatıştırabiliyordu. Acil servise baygın haldeki bir adamı koltuk altlarına girmiş iki kişi taşıyarak geldi. “Yetişin arkadaşımızı yılan ısırdı,” diyerek pansuman odasına girdiler. Yataklarda kollarına serum takılmış hastalar uzanıyordu. Buldukları bir sandalyeye arkadaşlarını oturttular. “Geçmiş olsun. Nesi var?” diyerek yanlarına gelen hemşire adamın sağ koluna taktığı tansiyon aletini şişirmeye başladı. “Tarlada kazı çalışması yapıyorduk. Mezarı açtığımızda onlarca yılan etrafa yayıldı. Biz hızlıca uzaklaştık ama Kemalin ayağı takıldı. Düştüğünde kalkmaya fırsat bulamadan yılanlar üstüne üşüştü,” diyen üstü başı toprak içinde orta yaşlı olan adam alnındaki boncuk boncuk terleri sildi. Nöbetçi doktor yılan ısırığı şikâyetiyle gelen hastayı duymuş vakit kaybetmeden pansuman odasına gelmişti. Tansiyon sonuçlarını görünce “tansiyonu çok düşmüş. Ateş yükselmiş.  Acil kan tahlili istiyorum,” diyerek teşhis sürecini hızlandırdı. Henüz yirmili yaşlarının başlarında olan Kemal yatağa yatırılmış durma noktasına gelen solunumu makinayla düzene sokulmuştu. Tahlil sonuçlarını değerlendiren doktor  “arkadaşınızı ısıran yılan bu bölgede nadir görülen bir tür. Yüksek ateşi düşecek. Bu geceyi burada geçireceksiniz. Kendine geldiğinde geçici unutkanlık yaşayacak endişelenmeyin,” diyerek hemşiresine hazırlattığı iğneyi damar yoluna yaptı. “Bedri abi; Kemal ölürse kendimi affetmeyeceğim,” diye ağlayan adamı orta yaşlı saçları iyice seyrelmiş Bedri “Fevzi sen kitabı tercüme ettin değil mi! Kemal’i uyardın. Mezarın Sümer kralı Lugazakis’in haznedarına ait olduğunu, bu tip mezarların tehlikeli olacağını bizden iyi biliyordu. Neyse ki ölüm tehlikesini atlattı,” deyip beti benzi atmış Fevzi’yi yanlarındaki yatakta uzanan hasta yakınından istediği kolonyayla bileklerini ovarak rahatlamaya çalıştı.   

Açıköy Mahallesi sakinleri tarlalarını sebze ekimi için sürüyorlardı. Tarlada çalışma yaşı geçmiş yaşlılar öğlen sıcağından kendilerini kahvelerde toplanıp çay içerek uzak tutuyorlardı.  Yaklaşan seçimi konuşurken hararetli anlar yaşanmıyor değildi. “Hasan abi bir çay da bana,” diyen Mahmut kahve müdavimlerince aylak olarak bilinir lafına değer verilmezdi. Kahveci Hasan en fazla çay sattığı müşterisi Mahmut’u ayrı severdi. “Mahmut askerden geleli beş yıl oldu. Abinler tarlada ekmek parası sen burada lakırdı peşindesin. Evlilik içinde yaşın neredeyse geçti geçecek,” diyen köyün tek gazi madalyalı amcası Lütfü zarları tavlaya yuvarladı. Mahmut çayını içerken bir yandan konuyu nasıl değiştireceğini düşünüyordu. “Duydun mu Lütfü dayı, Ahmet Cansüt tarlasını sürerken bir mezar bulmuş,” deyip lafı yarım bırakan Mahmut parmağını ıslatıp gazete sayfalarını çevirmeye başladı. Meraklanan gazi “Zındıklık yapmada anlat sonra ne olmuş,” diyerek tavlaya birkaç defa vurdu. Höpürdeterek çayından bir yudum alan Mahmut “Durum jandarma ekipleri aracılığıyla Mardin Müze Müdürlüğüne iletilmiş. Aralarında 3 arkeoloğun da yer aldığı 5 kişilik ekip tarlada incelemede bulunurken,” deyip sustu. Masanın ucunda duran tükenmez kalemi alıp gazetedeki bulmacalar üzerinde gezinmeye başladı. Lütfü olduğu yerden fırlayıp çay ocağına döndü.  “Şurada oturan gâvur dölüne boğazını sıkmadan bir limonata ver,” diye çaycıya işaret etti. Mahmut buz gibi bardağı tutup “Ne gerek vardı Lütfü dayı,” diyerek limonatayı kafaya dikti. “İnceleme yaparlarken mezarı açmışlar. Etrafa yılanlar dağılmış. İçlerinden birini yılan sokmuş hastaneye götürmüşler. Tarlaydı, mezardı deyip geçmeyeceksin, ne çıkacağı belli olmaz” diyerek lafını bitiren Mahmut “Haydi bana eyvallah,” deyip kahveden çıktı. Lütfü’nün rakibi “Koca gazi seni, delikanlıya kaptırdın limonatayı. Zarını oyna artık. Tavlayı da koltuğunun altına ben vereyim,” diyerek arkadaşının omzunu dürttü. Çaycı boşları almak için geldiğinde bir sandalye çekip masaya oturdu. “Ahmet’in tarlasında ki mezardan küçük kaplar ve bronz figürler çıkmış. Bizim damat; Nihat Erdoğan Mardin müze müdürü ondan öğrendim,” deyip boşları tepsiye koydu. Dağınık gazeteleri toparladı. Lütfü “Ahmet o tarladan hayır görmez artık. Mezarın etrafında başka mezar veya tarihi kalıntı olup olmadığını tespit etmek amacıyla bölgede kazı çalışmaları yaparlar,” diyerek kapı aldı.

Mahmut, babalarından hatıra tarla başındaki iki katlı ahşap evlerinin bahçesine, kulübesini yaptıkları köpekleri ‘Çomara’ kasaba uğrayıp aldığı kemikleri verdi. Çomarın havlamasıyla Mahmut’un geldiğini anlayan abisi Yusuf eşine “Sofraya bir tabak daha koy. Bizim hayta gelmiş,” diyerek kaşığını cacığa daldırdı. Mahmut neşeyle evdekileri selamlayıp sofraya bağdaş kurdu. Yeğenleri amcalarını sever, görür görmez sırtına tırmanırlardı. Yengesi nohut yapmış koca bir tabak doldurmuştu. Ekmeğini bandırdığında sofrada İsmail’in eksikliğini fark etti. “İsmail nerede yenge tarlada mı kaldı?” diye sordu. “İçeride yatıyor. Güneş çarpmış,” diyen yengesi küçük lokmaları çocuklara yediriyordu. Yusuf nohudu bitirmiş pilav için tabağını eşine uzatmıştı. Yusuf askerde nöbet dönüşü cinnet getiren arkadaşı tarafından başından vurulan Mahmut’a babasının emaneti olarak kol kanat germişti. “Anlat bakalım çavuş Mahmut neler yaptın?” deyip kardeşinin sırtını sıvazladı. Mahmut küçük bir çocuğun sevinciyle kahve macerasını ballandıra ballandıra anlattı. Sofradakilerin keyfi yerine gelmişti. Ancak Mahmut’un aklı yeğeni İsmail’deydi. Dayanamadı kalktı. Odaya geçti. Yeğeni ter içinde uyuyordu. Alnına dokundu. Yanıyordu. Çocuğu biraz sarstı. Gözleri açıldı. “İsmail ne oldu sana?” diye sorduğunda çocuk “Hatırlamıyorum,” diyerek tekrar uykuya daldı. Kardeşi ve oğlunun yanına gelen Yusuf “Biz tarlada çapa yaparken İsmail arkadaşlarıyla Ahmet’in tarlasına geçmişler. Mezar mı ney mi varmış ona bakıyorlarmış. Çocuklar top oynamak için ilerideki ağaçlara ip germeye gitmişler. İsmail orada oyalanırken mezarın başına yığılmış. Koşup yanına gelmişler. İsmail ne olduğunu hatırlamamış. Güneşin altında gezinirsen olacağı budur,” deyip yatağın başucuna oturmuş Mahmut’u omzuna dokunup içeri çağırdı.  

VE SIRA SENDE; Mahmut’un içine kurt düştü. Yeğenini kucakladı. Abisi “Abartıyorsun Mahmut” dediyse de Mahmut “…” deyip…    


Varoluşun tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için kurmacaya, ALINTIDAN esinlenerek devam eder misin?

Yorumlar