ALINTI;
Acının
ve mutluluğun tohumları insanın içindedir. Olan her şeyin sebebi sizsiniz.
İçsel nedenler temel, dış nedenler ikinci plandadır. Herkes cenneti ve
cehennemi, örümceğin ağını taşıdığı gibi içinde taşır ve nereye giderse orada
örer. Bunu anlamadan dönüşüm olanağı yoktur.
KURMACA;
Adam
evden çıkarken kapıyı sertçe çarpmış, kadın çarpmanın sesiyle irkilmişti. Gözyaşlarına
hâkim olamadı. Çocuk “Boş ver anne dengesizi. Onun dediği gibi yapar, fen
lisesine yazılırım,” diyerek odasına geçti. Kadın gözyaşlarını sildi. Banyoya
gidip elini yüzünü yıkadı. Kocasının tıraş kolonyasını derin derin içine çekti.
Kendine gelip yatak odasına adımladı. Tereddütsüz eşyalarını bavula koyarken “Hakan
oğlum, dedenlere gidiyoruz. Çantanı hazırla,” diye çocuğa seslendi.
Şehrin
yerli aileleri tarafından kurulan, halkın hizmetlerinden memnun olduğu
hastanede dönüm noktasına gelinmişti. Başhekim odasında devam eden toplantının
gürültü patırtısı koridordan duyulabiliyordu. “Muzaffer, ne demek ameliyat
ipini Çin malı alalım! Kalp cerrahı özellikle Çin malı almayalım diye uyardı.
İp kopuyormuş,” diyerek elindeki fiyat tekliflerini başhekim masasına fırlatan
adam, derin bir zihni yorgunluğun içinde koltuğa oturdu. Muzaffer dedesinden
miras kalan hastaneyi dünya devi hastaneler zincirinin Türkiye halkası olma
eşiğine getirmişti. “Basri, canımı sıkma! Şu teklifleri gözümün önünden al!
Dedelerimiz hastaneyi birlikte kurdular ama ufak bir detayı unutmayalım. Dedem
‘Nuri Ceydan’ hastanenin mayasına ilk sermayeyi ve bakanlıktaki nüfusunu koydu.
Aç kulağını; özel dediğin ip arada bir ya kullanılıyor ya kullanılmıyor,”
diyerek koltuğundan kalkan adam açtı ağzını yumdu gözünü. Zincire girinceye
kadar malzemelerin fiyatlarını düşük tutup kaliteden ödün verebileceklerini,
hastanenin karlılığını arttırmaları gerektiğinin altını çizdi. Basri,
Muzafferin hastanenin kuruluşu konusu açıldığında sürekli öne çıkarttığı
detaydan rahatsız oldu. “Muzaffer, ayıp ediyorsun. Dedende dedemi hep böyle
ezdi. Evet dedem ve kardeşleri fazla para koyamadılar ama hastanenin yapımında
bedenen çalıştılar. İlk sermaye dediğin rüşvetti. Dedem ise tüm varlığını
malzemeleri almaya harcadı,” diyerek ayağa kalktı “Tamam dediğin gibi olsun ipi
Çin malı alacağım,” Basri’nin kalbi bir
kez daha haddinin gösterilmesiyle kırıldı. Fiyat tekliflerini toplayıp odadan çıktı.
Hastane
kantini ameliyatta olan yakınlarını, test sonuçlarını bekleyenlerle dolmuş
taşmıştı. Daha fazla hasta muayene edebilme düşüncesiyle daraltılan kantin
alanına acil servis sıkıştırılmıştı. “Basri Bey dalmışsınız,” diyen kantinci
çayı masaya bırakıp bir sandalye çekti. Basri yaşadığı şokla konuşmuyor
kantinci gazete sayfalarını yavaş yavaş çeviriyordu. Doktor “Hakkâri’de dağ
yamacına yarı olimpik havuz yapmışlar,” diye masaya oturdu. “Basri Bey
Karadeniz’de gemileriniz mi battı,” Basri nezaketen gülümseye çalıştı. Ancak
yapamıyordu. “Kalp cerrahımız Mevlut Bey masamıza hoş geldiniz,” diyen kantinci
havuz haberinin olduğu sayfayı masaya yaydı. Uzun yıllar terör olayları ve
çatışmalarla gündeme gelen Çukurca'da, Çözüm Süreci ile sağlanan huzur ve barış
ortamının, bölgedeki farklı alanlarda yatırım ve etkinliklerin yapılmasının da
önünü açtı diye yazan haber, yaz mevsiminde sıcak havadan bunalan çocukların
havuza atlamasını resmeden fotoğrafla süslenmişti. Basri “Mevlut, senin ip ne yazık ki Çin malı olacak.
Muzaffer benim de hastanedeki yerimi gösterdi,” deyip dirseklerini masaya
dayayarak başını iki eli arasına aldı. Yüzünden düşen bin parçaydı. Mevlut tıp
fakültesinde hocayken Muzaffer’in kendisini bürokrasinin engellerinden
kurtaracağı vaadiyle fakültedeki kariyerine son verip hastane kadrosuna katılmıştı.
Muzaffer’in vurdumduymaz tavırlarına alışan Mevlut Basri’nin derdini anlıyordu.
“Demek ki neymiş; süreç olduğunda çözülemeyecek sorun yokmuş,” diyen kantinci,
tezgâh arkasından kendisine işaret eden çocuğa “geliyorum” diyerek masadan
kalktı. Mevlut kafasında çakan şimşekle önlük cebindeki telefonu çıkartıp eşini
aradı. Heyecan içindeydi. “İleri gittim
canım. Hakan istediği lisede okuyabilir. Akşam geldiğimde tekrar konuşalım,”
diyerek telefonu kapattı. Üzerinden büyük bir yükün kalkmasıyla tüy kadar hafiflediğini
hissedip rahatladı. Kantinde duyulan anonsta kalp cerrahı acil servise
çağrılıyordu. “Basri, ip Çin malı olmasaydı iyi olurdu. Olmaması dünyanın sonu
değil,” deyip apar topar acil servise yollandı.
Hastanenin
otoparkına beklenmedik misafirlerin aracı yanaştı. Bekçi araçtan inenlerin
giyim, hal ve hareketlerinden son günlerde kulağına kadar gelen dedikodularda
bahsedilen dünya devi hastane zincirlerinin yöneticileri olduğunu anladı.
Telsizle durumu Muzaffer’e bildirdi.
Acil
serviste can pazarı yaşanıyordu. Ters yöne giren araba kamyonun altına girmiş,
haşat olmuştu. İki yolcu ölmüş, ağır yaralı şoför ameliyata alınıyordu. “Mevlut
hocam adamın kalbi parçalanmak üzere,” diyen hemşire röntgen filmlerini
doktorun eline tutuşturdu. Doktor hızlıca filmleri inceledi. Korktuğu başına
gelmiş, atacağı dikiş için gerekli ip az önce Çin malı olsa da dünyanın sonu
olmaz dediği ipti.
Basri
odasında önemli bir karar vermek üzere asistanından hastane ortaklık
kayıtlarını getirmesini istemişti. Dedesi ve kardeşlerinin alın terleriyle
çimentosunu suladıkları bu hastaneden ayrılmayı düşünüyor, yeni bir başlangıç
yaparak tecrübelerini kuracağı hastanede değerlendirmeyi planlıyordu.
Başhekim
odasında Türk kahveleri içilmiş, hastanenin durumu perdeye yansıtılan tablolar
aracılığıyla inceleniyordu. Muzaffer ani yapılan baskınla boncuk boncuk
terlerken iki ayağı bir pabuca girmişti.
VE
SIRA SENDE; Kapı çalınmadan açıldı. Kan ter içinde Mevlut odaya daldı. Birden
bire konuşmalar durdu. Hızlı adımlarla Muzafferin yanına gelip “Muzaffer, acil
ip lazım. Çin malı olmamalı,” diye kulağına fısıldadı. Sekreterine ‘devam et’
anlamında el işareti yapan Muzaffer “O ip Çin malı olacak, adamlar kar zarar
tablolarına bakıyor,” dedi “Çık git sonra konuşuruz.” Mevlut, Muzaffer’in
koluna yapışıp “…” diyerek…
Yorumlar
Yorum Gönder