MALZEME;
"Şimdi"
de gerginlik yoktur; gerginlik gelecekle ilgili olasılıklardan kaynaklanır. Böylece
olanla, olması istenilen arasında sürekli bir gerginlik olur. Ancak olanı
tümüyle kabullendiğimizde gerginlik olmaz. Kabullenme yegâne mucizedir. Hayal
gücünüz “bu ana” odaklanmışsa, varoluşunuzu bir şiir gibi görmeye başlarsınız.
Hayal gücünüz bir arzu, istek yaratmaz; onu “bu an” da yaşamak için
kullanırsınız.
KURMACA;
Bursa
Osmangazi
Uludağ’dan
esen bahar rüzgârı tülleri havalandırıyordu. Odası rüzgârın taşıdığı ıhlamur
kokularıyla doldu. Derin bir nefes içine çekip kamış kalemini hokkaya daldırdı.
Büyük bir nezaketle kalemi çıkartıp kâğıda ‘Elif’ harfini yazdı. Kalemi kâğıdın
yanına bırakıp sandalyesine yaslandı. ‘Elif’in kıvrımları boyunca gözleri
gezinirken dalgınlığını açılan kapı bozdu. “Fethi amca bu bey sizi görmek
istiyor,” diyen yeğeninin sesine doğru baktı. “Merhaba Fethi Bey. Ben
Aleksandar Lazarević,” diyerek kendini tanıtan orta yaşlı adam tanışmak için
elini uzattı. Fethi sandalyesinde kalkıp “Hoşgeldiniz,” diyerek elini sıktığı misafirini
şark köşesine buyur etti. Fethi’nin yeğeninin getirdiği Türk kahveleri
içilirken derin bir muhabbet devam ediyordu. “Fethi Bey ziyaretimin sebebi
babamdan miras kalan şu el yazmaları,” diyen adam parşömenleri masaya bıraktı.
Hattat tahrip olmuş el yazmalarından gözlerini alamıyordu. Bir kulağı “Maharetinizi
duydum. Tarihi yazıların eksik harflerini var olan parçalardan yola çıkarak
tamamlayabiliyormuşsunuz. Sizden istediğim benim için manevi değeri büyük el
yazmalarını tamamlamanız,” diyen adamın anlattıklarındaydı. Fethi “Yazmalar
bende kalsın Bay Lazarević. Adresinizi bırakın. İşim bittiğinde yazmaları ben
teslim edeceğim,” deyip parmaklarını yazmaların üzerinde gezdirmeye başladı.
Zafer
Plaza AVM
Düğün
mevsiminin gelmesiyle alışveriş hızlanmıştı. AVM havaların güzel olmasına
rağmen dolup taşıyordu. Restoran önlerinde siparişlerini sabırsızlıkla bekleyen
müşteriler uzun kuyruklar oluşturmuş hemen her masada atıştırma sonrasında
nerelere bakılacağı konuşuluyordu. “Aysun anne bir alt katta Fırat’a beğendiğim
damatlık var. Bakarız değil mi?” diyen genç kız pizzasının son lokmasını
afiyetle yedi. İhtiyar kadının kafası başka yerdeydi. Alışveriş boyunca ağzını
bıçak açmamış müstakbel gelininin sorduklarına zoraki cevaplar vermişti. Kadın
“Olur Büşra kızım,” diyebildi. Kız bitmez tükenmez enerjisiyle çantaları bir o
eline bir bu eline aldı. Kadın “Çocuk daha yeni işe girdi. Kredi kartının
limiti şimdiden doldu,” diye kendi kendine fısıldarken kız “İki bir şey aldık,
gözünüze mi geldi,” deyip suratını ekşitti. Kızın düğün öncesi nişanı
atabileceği düşüncesiyle korkan kadın kızın gönlünü öyle yaptı böyle yaptı
aldı. Kalktılar. Damatlığın satıldığı kata inip dükkâna girdiler. Kız büyük bir
iştahla damatlığın her parçasını anlatıyordu. Oğlunu düşünen kadın “Anlat anneni
desem bu kadar anlatamaz,” diye aklından geçirdi. Sonunda laf döndü dolaştı
fiyata geldi. Kızın “İki bin liracık,” demesiyle kadın “Ödenir kızım ödenir,”
diyerek kendini mağazadan dışarı zor attı.
Selamet
mahallesi.
Büşra’dan
ayrılan kadın çantalardan kurtulmanın verdiği rahatlıkla manava uğramış mevsim
sebzesi meyvesi ne varsa poşetlere yarımşar kilo doldurmuştu. Evin babası
öldükten sonra geçim yükü Fırat’ın omuzlarındaydı. Askerden yeni dönen kardeşi
de iş arıyordu. Son iki gündür olanlar aklında çıkmıyordu. ‘Fırat işinden olur
mu?’ sorusunu düşünmeden edemiyordu. Derken poşetlerine yapışan ellerle
irkildi. Ödü kopuyordu. Arkadan sessizce gelen küçük oğlu Tarık’tı. Tarık sokağa
girerken annesini görmüş evde ekmek olmadığını hatırlayıp bakkaldan ekmek
almıştı. Kadın oğlunun eşek şakasına kızsa da kendini gülümsemekten
alıkoyamamıştı.
Fırat
fabrikada vardiya değişimi olmadığı için işten erken gelmişti. Kapıda
ayakkabılarını çıkartırken kızartma kokusuyla mest oldu. Annesinin enfes
kızarmış patatesleri gözlerinin önüne gelince hızlı hızlı çaldı zili. Oğlunu
kapıda gören kadının yüreği ağzına geldi. Annesinin “Oğlum neden erken geldin,”
sorusuna “Dünde anlatmıştım anne. Ne sendikamız nede işverenimiz sendika değişikliği
ve ücret artışı talebimize cevap vermeyince bizde üretimi durdurduk,” diye cevap
veren Fırat vakit kaybetmeden mutfağa dalıp patateslerin başına çöreklendi. Fırat’ın
erken gelmesine şaşıran Tarık “Abi solcuların sendikasından sana ne! Seçim
öncesi kargaşa çıkarmaya çalışıyorlar,” deyip sofraya oturdu. “MESS açıklama
yapmış. Neymiş efendim işyerini terk etmeme ve topluca iş bırakma şeklindeki
eylemlerle birlikte olaylar yasa dışı bir boyuta ulaşmış,” diyen Fırat’ın
rahatlığına köpüren kadın “Ahmak oğlum sizin sözleşmeniz üç yıl değil mi?
Talepleriniz haklı bile olsa sözleşmenin bitmesini beklemeliydiniz. Kim bu aklı
sana verdiyse Allah ta onun…” diyecekken tövbe çekerek beddua okumaktan
vazgeçti. Fırat kardeşi ve annesinin üzerine gelmesinden rahatsız oldu. Birkaç patatesi
daha ağzına tıkıştırıp kalktı. “Ben derneğe gidiyorum,” demeye çalıştıysa da
ağzının doluluğundan kimse bir şey anlamadı. “Anne abimin kafasını karıştıran
zibidileri tanıyorum. Dernek diye gittiği o yerde Mert adında biri var. İşi
gücü sendika muhabbeti. Hak hukuk deyip kafa karıştırıyor,” diyen oğlunun
tabağına kızarmış patlıcanları sıra sıra dizip sarımsaklı yoğurdu boca eden
kadın “Tarık, abin koca adam oldu. Düğün alışverişini yapıyoruz. Sen kendi iş
aramana bak. Abin ne yapacağını bilir,” diyerek aklı evvel oğlunun yanlış işler
yaparak başını yakmasının önünü kesmek istedi.
Balabancık
kalesinin geçmişle bugünü birleştiren surlarının dibine kurduğu masasında on
altı parça parşömenin sonuncusunun da yazılarını tamamlamıştı. Yeğeni İsmail’e
incelettiği el yazmalarının Çekçe yazıldığını öğrenince şaşırmıştı. Anlamlarını
merak etmiş, yabancı dillere meraklı bir arkadaşına az da olsa tercüme
ettirebilmişti. Korkunç şeyler yazıyordu. Şeytandan nasıl yardım isteneceğiyle
ilgili karanlık bilgilerdi. Yeğeni araştırmaya derinleştirdiğinde el
yazmalarının Kodex Gigas'ın (Devasa Kitap'ın) ya da popüler adıyla Şeytan
İncili'nin kayıp sayfaları olduğu 1200'lü yıllarda Çek Krallığı'nda yazıldığı
ortaya çıktı. Fethinin aklından kitabın hikâyesi çıkmıyordu. Efsaneye göre, 13.
yüzyılda Pozlazice Manastırı'nda bulunan bir keşiş, işlediği ağır bir suçtan
dolayı canlı canlı duvarın içine gömülme cezasına çarptırılmış.
Benedikten
tarikatına mensup keşiş kurtulmak için bir gecede, manastıra zafer getirecek ve
günahlarını affettirecek bir başyapıt yazmaya söz vermiş. Sözünü
gerçekleştirebilmenin imkânsızlığını fark edince şeytandan ruhunu satma karşılığında
yardım istemiş. Takdir etmek için de, kitapta 'ona yardım edenin' resmini
yapmış. Aradan bir asır geçtikten sonra Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt’ın
sol kanat komutanı olan Sırp Prensi Stefan Lazarević savaşı kazanmak için
Yıldırım Beyazıt’tan habersiz Pozlazice Manastırı'nda korunan kitabın on altı
sayfadan oluşan ‘Şeytanla Arkadaşlık’ kısmını çaldırmıştı. Ancak ayin esnasında
hata yaptığını fark eden Stefan, şeytanı geri göndermek istese de başarılı
olamamış komutasındaki askerler girdikleri sinir krizi sebebiyle savaşamaz hale
gelmişti. Savaşın kaderi sol kanatın çökmesiyle değişmiş Ankara savaşı
kaybedilmişti. Amcasının başını iki elinin arasına alıp kara kara düşündüğünü
gören İsmail “Amca el yazmalarını tamamlamışsın. Evde seni bulamayınca burada
olacağını tahmin ettim. Yanılmamışım,” diyerek masaya oturdu. Fethi yeğenine
hiçbir şey demedi. Susmaya devam etti. İsmail “Yazmaları tamamlamanı isteyen Aleksandar
Lazarević şeytanın kilisesine giden bir Lusiferistmiş. Dünyanın şu anki
halinden Tanrıya inanları sorumlu tutup şeytanın hâkimiyetini sağlamak için
çalışıyorlarmış. El yazmaları geçen hafta dükkânında kalp krizi sonucu ölen bir
sahaftan alınmış,” diye anlatırken Fethi yazmaları dosyaya koyup “İsmail, Çek
Cumhuriyeti Konsolosluğuna gidip yazmaları teslim edeceğim. ” diyerek masadan
kalktı.
OYAK
Renault Otomobil Fabrikası girişinde buluşan Birleşik Metal-İş Sendikası
üyeleri durum değerlendirmesi yapıyordu. Fırat “İşbirlikçi ve dayatmacı toplu
sözleşme düzenine karşı, düşük ücret sistemine, sermaye denetiminde sahte sendikaya
karşı metal işçileri isyan ediyor arkadaşlar,” diyerek kafa karışıklığı yaşayan
işçilere destek oluyor, yaşam ve çalışma koşullarının iyileşme mücadelesine
taraftar kazanmaya çalışıyordu. Mert “Fırat kardeşim mücadelemizin özünü çok
iyi anlamışsın. MESS ve Türk-Metal Sendikası'nın emekçilerin zihnini
bulandırmasına müsaade etmemeliyiz,” deyip getirdiği kumanyayı dağıttı.
Bilardo
salonunda tartışma hararetlenmiş, salon sahibi yaklaşan kavganın ayak seslerini
duyunca tartışanları dışarı çıkarmıştı. “Abimi Mert zehirledi. İki ay olmuş işe
başladığı. Yaza düğünü var. Sizin emek memek muhabbetinizden işsiz kalacak,”
diyen Tarık’ı arkadaşları zor tutuyordu. Karşı gruptan birisi “Ücretlerde
iyileştirme yapılsın, işten atılma olmasın, işçilerin seçtiği temsilciler
yönetim tarafından tanınsın, sahte sendika ve temsilcileri iş yerlerine
sokulmasın diyen Mert mi abini zehirliyor yoksa insanları asgari ücretle
köleleştirenler mi zehirliyor,” dediğinde Tarık’ı tutanlardan biri “duyuyor musun
Tarık dilleri ne kadar uzun, bunların başını ezmeli,” deyiverdi. Tarık oktan
çıkan yay kadar hızla adamı yakalayıp yere yatırdı. “Düğün öncesi işsiz kalacak
diyorum sen ne zırvalıyorsun,” diye diye adamın suratına yumruk yağdırdı. Zor
ayırdılar. Tarık ilk gördüğü dolmuşu “Mert köpeği seni nerede bulacağımı biliyorum,”
deyip durdurdu.
Fethi
son bir saattir Aleksandar Lazarević ten gelen aramalara cevap vermemişti.
Dolmuştakiler rahatsız olmasın diye telefonu sessize aldı. Konsolosluk görüşme
talebini kabul etmiş terminale özel bir araç göndereceklerini söylemişlerdi.
Dolmuşun sert freniyle elindeki dosyayı düşürdü. Yere eğilen bir genç aldığı
dosyayı uzattı. Yanındaki boş yere oturdu. Fethi “Teşekkür ederim,” dediyse de
genç fark etmedi. Kendi kendine konuşuyor trafik sıkıştığında küfür ediyordu.
Fethi dayanamadı. Gencin halini hatırını sordu. Tanıştılar. Tarık abisini, sendikayı,
OYAK Renault’taki iş bırakmayı, bilardo salonundaki kavgayı ve fabrikaya
gitmede ki amacını anlattı.
VE
SIRA SENDE; “Babamın öldüğü daha bir sene olmadı. Abim bize bakıyor. Yakında
evlenecek. Yengem evimize gelin gelecek. İşsiz kalırsa ne yer ne içeriz. Bende
işsizim,” diyen Tarık’ın gözleri doldu. Fethi büyük bir anlayış ve merhametle
tebessüm ederek “…” deyip…
Varoluşun
tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için kurmacaya, MALZEMEDEN esinlenerek
devam eder misin?
Yorumlar
Yorum Gönder