MALZEME;
Sizce
otoriteyi yaratan nedir? Kafası karışık, endişeli ve ne yapacağını bilmez bir
haldeyken bir rahibin, bir öğretmenin, bir ebeveynin veya başka birinin yanına
gidip bizi bu karışıklıktan kurtarmasını bekliyor, güvende olmayı, ne yapmamız gerektiğinin bize söylenmesini
istiyoruz, bu yüzden bir otorite oluşturup basit bir köleye, çarktaki bir
dişliye dönüşüp hiçbir düşünme ve yaratma kapasitesini hayata geçirmeden
yaşıyoruz.
KURMACA;
Ankara
Atatürk
Orman Çiftliği
Lacivert
takım elbiseli iki adam Atatürk Evi’nin çevresinde geziyorlardı. “Rıfat çiftliğe
gelirken kavşakta dinozor maketini gördüm,” diyen siyah atkılı, sabah seriniyle
üşüyen ellerini ovuşturarak ceplerine soktu. “Hakan söylentiye göre belediye, birkaç
parça heykele on milyon lira harcamış. Mühür kimdeyse parayı ne zaman nereye
akıtacağına hükmeder. Şaşılacak bir şey yok,” diyerek saatini kontrol eden
bastonlu “gecikti,” diyordu ki ikiliye arkalarından yaklaşan delikanlı “Rıfat
abi beklettiysem kusura bakmayın,” deyip yağmurluğunun kapüşonunu çıkartarak
adamlarla tokalaştı. “Hoş geldin Bora. Bizde senden önce geldik. Babana
önümüzdeki seçim sonrası vekil olma yolunu açacak teklifimizi sunduk. İlk adım
olarak da il yönetimine sokmayı önerdik,” deyip delikanlının koluna giren siyah
atkılı “Ancak baban sıcak bakmadı. Hastane ve cami derneğindeki faaliyetleri
sebebiyle siyasetin içinde yer almasının gerekmediğini söyleyip konuyu
değiştirdi,” diyerek az ilerideki ürün satış yerini işaret etti. “Bora buradaki
ballar nefistir. Gelmişken birer kavanoz alalım,” diye söze giren bastonlu
“Hastanenizdeki hizmetiniz eşsiz. Diğer illerdeki insanların hizmet kalitenizle
buluşmasını istemez misin? Her ilde bir şubeniz olsa fena mı olur? Baban
hastaneleri yönetirken oğlu da hastanelerin malzemelerini tedarik eden bir
firma kurup hastanelerin masraflarını azaltır,” deyip raflardaki balları
inceler gibi yapıyor göz ucuyla da hayallere dalan Borayı takip etmekteydi.
Delikanlı gelecekti hastaneleri için yaptığı karlı satın alma anlaşmalarını
görürken Rıfat aldığı bir kavanoz balı eline tutuşturdu. Hakan “Bora bunlar
tatlı hayaller değil mi? Gerçekleştirmenin yolu,” diye lafını yarım
bıraktığında Bora “Nerden geçer?” diyerek yemi yuttu. Rıfat “Babanın il yönetimine
girmesinden geçer,” deyip Truva atını hazırladı. İhtiyar kurtlar bir yandan
alışveriş yaparken bir yandan da demiri tavında dövüyorlardı. Buluşma sona
ermiş Boradan ayrıldıktan sonra AOÇ’un otoparkında durum değerlendirmesi
yapılıyordu. “Bora babasını ikna eder il yönetimine sokarsa Ankara B.B elimize
geçer,” diyen Rıfat marşa bastı. Hakan “Delikanlı önce hastanelerine mal
satacak sonra biz ona kolay yoldan devlet hastaneleri nasıl soyulur
göstereceğiz. Böylece itibarlı bir adamı oğlu üzerinden rezil ederek iktidarı
itibarsızlaştıracağız,” deyip zorlanarak açtığı kavanozdan bir parmak balı
yalar. Rıfat “Hakan bakıyorum da bal tutan parmağını yalıyormuş,” diyerek arabayı
yola çıkarır.
Kılıç
hastanesinde olağan bir gün devam ediyordu. Poliklinik önlerinde sırasını
bekleyen hastalar, endişeli hasta yakınları uzun bir günün habercileriydiler.
Başhekimle görüşmek için bekleyen Halime nine boşalan odaya girdi. “Doktor
oğlum,” diyerek başladı lafa… Ağrıyan kemiklerini, az duyan kulaklarını
özellikle iki gözüne inen kataraktları anlattı. “Mehmet’im açacaksın değil mi
anacığının gözlerini,” diyerek az daha içmese soğutacağı çayını alıp yudumladı.
Halime nine mahallenin fakirlerindendi. Doktor Mehmet birçok muhtaca ücretsiz
yardım elini uzatmıştı. “Anne göz doktorumuz seni bekliyordu. Ameliyatın için
çoktan hazırlandık,” deyip telefonla hemşireyi çağırdı. Kadına sarılıp başından
öperek operasyona uğurladı. İhtiyar gelmeden önce ilgisini çeken bir habere göz
atmaya devam etti. Web sitesinde haber ilk sıradaydı. Manşette ‘Einstein'in
beyninden 46 dilim sergileniyor’ diyordu. Bitki çayını karıştırırken kendini
detaylara bıraktı. ‘Albert Einstein'ın yıllardır saklanan beyin parçacıkları
ndan 46 tanesi Philedelphia'daki bir müzede sergilenmeye başlanmış, 1955'te
ölmeden önce "Kimse kemiklerime tapmasın" diye cesedinin yakılmasını
istemişti. Bilim adamının isteği yerine getirilmiş ve külleri ABD'nin
kuzeydoğusundaki Delaware Nehri'ne savrulmuştu.’ Mehmet ‘Ancak Einstein'in
yakılan bedeninde beyni ve gözlerinin olmadığı sonradan anlaşıldı,’ yazılı
satırı okuduğunda heyecandan nefesini tuttuğunu fark edip derin bir nefes aldı.
Haberin sonu başından daha fazla şaşırtıcıya benziyordu. ‘Einstein'in naaşının
bulunduğu Princeton Üniversitesi Hastanesi'ne izin almadan giren patalog Thomas
Harvey, Einstein'in beyninin bir parçasını alıp dilimlemiş. Bu dilimler şimdi
Philedelphia'daki Mutter Müzesi'nde sergileniyormuş,’ diye metin sona
erdiğinden Mehmet açılan oda kapısıyla haberin gizemli dünyasından gerçek
dünyaya döndü. “Baba AOÇ’den sana bal getirdim,” diyen Bora kavanozu masaya
bıraktı. Oğlunun geliş nedenini tahmin ediyordu. Reddettiği il yönetim kurulu
üyeliği yakasını bırakmayacaktı. Bora “İl yönetim kurulu üyeliğiyle ilgili
kararını verdin mi?” deyip cevabını bildiği soruyu sordu. Mehmet soruyu “Oğlum
siyaset bana göre değil. Kendi alanımda insanlara yardım ediyorum. Daha fazla
bu konuyla ilgili konuşmayalım,” diye başından savuşturacak olduysa da Bora
“Hastaneyi çok güzel yönetiyorsun. Aynı güzelliği il yönetimine girerek
Ankara’nın yönetimine getirmek istemez misin? Böylece şikâyet ettiğin konularla
ilgili bir şeylerde yapabilirsin. Hem sen bana içinde olmadığın bir yerin
yönetimiyle ilgili konuşmamı yasaklamamış mıydın?” diyerek ustaca bir hamle
yaptı. Mehmet’in kafası karıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu ki cami derneğinden
gelen yardımcısı “Mehmet abi halılar yıkamadan geldi. Ödemeyi yaparsak iyi
olur,” dediğinde “ Bora konuyu tekrar düşüneceğim, hadi gel Basri muhasebeye
geçelim” deyip arkadaşıyla çıktı.
Mehmet
hastaneden ayrılmadan önce son bir kez her katı gezer nöbetçi personeliyle
sohbet ederdi. Çamaşırhaneye geldiğinde hararetli bir tartışmanın ortasında
buldu kendini. Temizlikçi kadınlar AOÇ’nin kavşağına konan dinozor maketini
ağızlarına dolamış bağrışıyorlardı. Mehmet, kadınlardan biri “On milyon lirayı
robotlara, maketlere vereceklerine ODTÜ’de okuyan öğrencilere verseydiler
öğrenciler robotların gerçeklerini yaparlardı,” dediğinde başından vurulmuşa
döndü. Kadınlar adamı fark ettiklerinden çıkardıkları çıngardan utandılar. Özür
dileyeceklerdi ama Mehmet hiçbir şey demeden çamaşırhaneden çıktı. Kadının
dedikleri kulaklarından gitmiyordu. İl yönetiminde yer alırsa kadına ne
diyebileceğini düşündü. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Merdivenleri nasıl çıkıp danışmaya
geldiğini fark etmedi bile. Yarım ağızla hemşirelere “İyi nöbetler” diyebildi.
Hastaneden ayrılmakta olan beyin cerrahı Fuat arkadaşının durumundaki garipliği
anlayıp “Mehmet seni evine son model arabamla bu gece ben bırakayım mı” diyerek
şakayla karışık sordu. Mehmet teklifi kabul ederek arabaya geçti. Sesi
çıkmıyordu. Yola koyuldular. Fuat konuşmak için konu arıyordu ki aklına Albert
Einstein'ın yıllardır saklanan beyin parçacıkları geldi. Konuyu şakalarla
süsleyerek anlattı. Mehmet iki arada kalmıştı. İl yönetiminde yer alsaydı
dinozorlara verilen on milyonla ilgili bir şey yapabilecek miydi? Fuat “Princeton
Üniversitesi Hastanesinde bir deney yapılacakmış. Einstein’ın beyin parçaları
gönüllülere nakil edilecekmiş. İnsan beyninin kullanım kapasitesinin
arttırılması hedefleniyormuş. Kim bunu kabul eder ki?” diye sorduğunda Mehmet
“Ben ederim, üniversiteye ulaşır mısın?” deyip bakışlarını Fuat’ın gözlerine
çevirdi. “Neden başkasının beyin parçasını isteyesin ki?” diyen Fuat bir yandan
da yolu kontrol etmeye çalışıyordu. Mehmet “İçinden çıkamadığım bir durum var,”
diyerek pencereyi açtı.
VE
SIRA SENDE; Fuat Mehmet’in şaka yapmadığını anladı. Arkadaşını üniversiteden
beri tanıyordu. Biraz sıkıştırınca içinden çıkamadığı durumu öğrendi. “…” deyip…
Varoluşun
tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için kurmacaya, MALZEMEDEN esinlenerek
devam eder misin?
Yorumlar
Yorum Gönder