Varoluş
İçin Kurmacalar
“Magna
Carta’nın iskeleti”
MALZEME;
Bir
şeyden özgürleşmek en iyi ihtimalle kelepçelerini kaldırır. Bir şey için
özgürlük manevi bir boyuttur çünkü bilinmeyenin içine giriyorsun. İlki görünür
haldedir: ayaklarında zincirler, ellerinde kelepçeler. Bunlardan özgürleşmek
istenir fakat sonra ne olacak? Özgürlüğünle ne yapacaksın? Siz kölelikte nasıl
yaşayacağınızı biliyorsunuz. Özgürlükte düzeni sürdürme sorumluluğunun sizin
olacağını biliyor musunuz?
KURMACA;
İngiltere.
Cambridge üniversitesi St John Koleji. Kazı alanı.
Sert
esen rüzgârla kazı alanı toz toprağın içinde kaldı. Kazı alanıyla ilgili haber
yapan ekip oldukça zorlanıyordu. Muhabir, kameramanın yayındayız işaretiyle
söze başladı. “Arkeolog Craig Cessford ve öğrencileri St John Koleji’ne ait arkamda
gördüğünüz tarihi binanın altında dev bir ortaçağ mezarlığı buldular. Detayları
kazı sorumlusu Bay Cessford’dan öğreniyoruz.” diye sorumluya döndü. Kamera
ışığından rahatsız olan Bay Cessford “Koleje ait bir amfinin restorasyonu
sırasında keşfettiğimiz mezarlıkta 13 ila 15'inci yüzyıldan kalma bin 300
iskelet bulduk. Mezarlığın bölgede olduğunu biliyorduk ancak tam yerinden
habersizdik. Bu gerçekten müthiş bir buluş.” diyerek ekibi kazı alanının
girişine götürdü. Muhabir büyük bir merak içinde “Mezarlığın geçmişi hakkında
bilgiye sahip misiniz?” diye sordu. Katıldığı çeşitli konferans ve
seminerlerden meraklı insanların meraklı sorularına alışkın olan Bay Cessford “St
John Koleji aynı isimdeki tarihi bir hastanenin yerine inşa edilmişti. Mezarlığın
da bu hastaneye ait olduğunu düşünüyoruz. İskeletleri inceleyerek
İngiltere’deki Orta Çağ hayatı ile ilgili birçok önemli bilgi elde edeceğimize
inanıyoruz.” diyerek hocalığının hakkını verdi. Duyduklarıyla yetinmeyen
muhabir “Bay Cessford, mezarlığı gezebilir miyiz?” deyip kamerayı mezarlığa
çevirtti. En iyi öğrencisini yanına çağıran hoca “David, haber ekibini kazı
alanını gezdirir misin?” diyerek ekiple ilgilenme işinden kurtuldu. “David kazı
çalışmasını yöneten öğrencimdir. O size rehberlik edecek. Bu konularda ondan
iyisi yoktur.” diyerek David’in koltuk altlarını da kabarttı.
Cambridge.
Tren Garı.
Ellerindeki
biletleriyle binecekleri trenleri arayan insanların arasında, yolcu olmadığı
her halinden belli bir adam elinde telefonu “Adamm’ı arıyorum. Londra’ya giden
tren henüz kalkmamış. Gördüm onu. Adamm Adamm….” diye seslendi. Telefonunu
kapattı. Tarlada avını gören şahinin hızıyla gence yöneldi. Bir hışımla gencin
omuzundaki çantayı çekti, aldı. Genç çantasını askısından yakaladı. “Bırak
peşimi. Londra’da inşaat mühendisliği okuyacağım.” diyerek adımını vagon
merdivenine attı. Adam inatçının tekiydi. Genci bırakacağı yoktu. Elinden
tuttuğu gibi merdivenden aldı. “Adamm, bu kararı vermek sana düşmez.” deyip
işaret parmağını tehditkârca gence salladı. Genç üzerindeki baskıya dayanamadı.
Sert bir yumruğu adamın omuzuna patlattı. “Hayatımla ilgili kararları
veriyormuşum gibi konuşma baba.” bağırarak çantasını aldı. Garın çıkışına doğru
yürümeye başladı. “Adamm, Miller’lar yüzyıllardır arkeolog oldular. Sen geleneğimizden
büyük değilsin.” diye oğlunu yola getirmeye çalıştı. Babası kadar inatçı olan
genç “Sen ve senin geleneklerin; ayağımdaki zincir elimdeki kelepçe oldular.”
diyerek itirazını babasının kulağına soktu. Oğluna “Abin David’e bak.” diye
bilmişlik taslayacakken, genç “Bakıyorum. Güzel sanatlar okumak isterken
arkeoloji okuyan, tozun toprağın içinde kaybolmuş bir insan görüyorum.” diye
lafı babasının ağzına tıkadı.
Öfkesini
kontrol edemeyen adam “Ukelalık yapma. Tüm paranı keserim. Şimdi eve
döneceksin.” deyip oğluna tokadı bastı. Dünyası başına yıkılan Adamm, bütün
öfkesini yutarak “Seninle…” diye sözünü kesip koşarak gardan çıktı.
St
John Koleji. Kazı alanı.
Mezarlık
alanından yükselen bağrışlar Arkeolog Cessford’ub dikkatini dağıttı. Muhabir “Bay
Cessford yetişin David kameramanımı öldürüyor.” diye yardım çığlığını
yükseltti. Çığlığın geldiği yerde Arkeolog Cessford gördüklerine inanamadı.
David ve kameraman alt alta üst üste kavga ediyorlardı. David eline geçirdiği
kaval kemiğiyle kameramana vuracakken Arkeolog Cessford “David bırak adamı.”
diyerek David’in elinden kemiği zor aldı. “Lahit mezarı çekme dedim. Biz
haberciyiz istediğimizi çekeriz deyince… Sonrasını hatırlamıyorum.” diyerek
kavgayı açıklamaya çalışan David, yorgunluktan kuru kafaların üzerine oturdu.
Kameraman toz topraklanan üstü başını temizlerken “Öğrenciniz kafayı yemiş.
Altı üstü eski bir mezardı.” diye tüm suçu kuyumcu hassasiyetiyle David’e
yıkmaya çalıştı. Kırılan kamera parçalarını yerden toplayan Arkeolog Cessford “David’le
konuşurum. Bugünlük çekimlerinize ara verirseniz sevinirim.” deyip tatsızlığın
üstünü hızlıca örtüyordu. Sonunda haber ekibi araçlarıyla kazı alanından
uzaklaştı. David boynu bükük “Hocam kazı alanı benim sorumluluğumda. Kimse kafasına
göre hareket edemez.” diye Hocasının yanına geldi. İhtiyar hoca eski bir
iskemleyi çekti ve oturdu. David’e oturması için işaret etti. Hemen
karşılarında çay içen öğrencilerinden iki bardak çay istedi. Ortamı
yumuşatıyordu. “David, kalıntılarını bulduğumuz mezarlığın hangi yüzyılda
kullanıldığını biliyor musun?” diye sordu. David derin bir oh çekti. “On ikinci
yüzyıl.” dedi. “Mezarlıkla Magna Carta arasında sence nasıl bir ilişki
olabilir?” diye sorularıyla ihtiyar hoca öğrencisini bir şeye hazırlıyordu.
David tarih bilgisini hocasının sorusuna fırlattı “Magna Carta 1215 yılında
imzalanmış bir fermandır. Kral ilk kez yetkilerini kısıtlamış ve halka bazı hak
ve özgürlükler tanımıştır.” diyen David özgüven patlaması yaşadı. Öğrencisinin
mağrur rüzgârını yelkenlerine dolduran hoca “39. madde fermandaki en önemli
ifadelerden biridir. -Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke
kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden
tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun
dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun
zarara uğratılmayacaktır.- Şimdi, kameramanla aranda geçenleri…” diye devam
ederken, leb demeden leblebiyi anlayan David “Kameramanla aramızda geçenleri 39.
maddeye göre değerlendireceğim.” dedi. Kaşla göz arasında verdiği dersin
keyfiyle ayaklanan hoca “Evine git ve dinlen. Yarın daha erken gelir eksik
kalan işlerini tamamlarsın.” diye David’e yol verdi.
Cambridge. Gümüş caddesi.
David kafasının bir köşesinde hocasının
dersini değerlendirirken evine geldi. Zili çalmaz kapıyı anahtarıyla açmayı
severdi. Annesinin yaptığı yemeğin mis gibi kokusunu içine çekti. Mutfağa hızlı
bir dalış yapıp annesini fırının önünde kıskıvrak yakaladı. Sarıldı. Annesi yaramazı
kepçeyle kovaladı. “Adamm, neredesin? Kazı alanının çok güzel fotoğraflarını
çektim. Gel de göstereyim.” diye elinde telefonuyla odalarda dolandı. Kardeşini
göremedi. Annesi “Baban Adamm’ı tren garında yakaladı. Eşyalarını toplamış
Londra’ya gidiyordu.” diyerek dertli dertli salondaki kanepeye oturdu. “İnşaat
mühendisliği okumak istiyor. Üniversite Adamm’ı kabul etti. Gitse ne olur?”
diyen David, montunu Molotof kokteyli yaptı, büyük bir öfkeyle duvara attı.
Annesi oğlunun acısını yüreğinin derinlikerinde, Miller olmanın lanet
geleneğinin ağırlığını omuzlarında hissederek “David, Miller’lar…” diye devam
edecekken “Biliyorum anne. Bütün erkekler arkeolog oldu. Tarih Miller’lardan
sorulur. Vesaire vesaire.” diyerek Annesinin kelimelerini boğazına dizdi. “Bana
bilmişlik yapma. Kardeşinle konuş. Geldiğinden beri odasından çıkmadı.” diyen
kadın mutfağa doğru adımladı. “Bakarım.” diyen David kapıyı tıkladı.
Sonsuzluk caddesi. Meşe Pub.
Oğluyla işler yolunda gitmeyince soluğu pubda
alan adam, “Arkeologların kralı Ragnar Miller, aramıza katıldılar.” diyen
arkadaşlarınca karşılandı. Göbekli bir adam “Kök biran benden.” diyerek Ragnar’ı
tabureye oturttu. “Ufaklık canımı sıktı. Bira kalsın.” diyerek başını, masaya
koyduğu kollarının üzerine bıraktı. Oğluyla yaşadıkları gözlerinin önünden
geçerken omuzuna dokunan bir elle kendine geldi. “Televizyonda ki David değil
mi?” diye arkadaşları kendi aralarında konuşuyorlardı. “Ragnar, senin ufaklığın
abisi kameramanı fena benzetmiş.” diye yükselen alaycı gülüşmelere söyleyecek
bir şey bulamadı. Yerin dibine girdiğini hissetti. Kendi kendine “Magna
Cartayla kardeş olan hastane mezarlığında yapılacak şey mi! Abisi ayrı kardeşi
ayrı bela bunların.” diye söylenerek utancından pubdan nasıl çıkacağını
şaşırdı.
Gümüş caddesi.
Tıklattığı kapı açılmayınca David kardeşi
Adamm’ın odasına girmeye karar verdi. Neyle karşılaşacağını bilmediği için
yüzüne derme çatmada olsa bir gülücük yerleştirerek “Adamm yanına geliyorum.
Silahsızım.” diye adımını içeriye attı. Yatağında uzanan Adamm “Abi konuşmak
istemiyorum.” diyerek yorganı kafasına çekti. Yorganı bir ucundan yakalayan
David, kardeşiyle birlikte yorganı yere düşürdü. “Az çok olanlardan haberim
var.” deyip kardeşini neşelendirmeye çalıştı. “Babam sanki kralımız.” diyen
Adamm dolabında giyecek bir şeyler aramaya başladı. “Sakin ol. Kralımız değil
ama…” diyerek kardeşini rahatlamaya çalışan Davidin suskunluğuna kardeşi “Söylenecek
bir şey bulamadın değil mi?” diyerek devam etti. Konuşmaya kendilerini kaptıran
çocuklarının çalan zili duymadıklarını anlayan anneleri “Çocuklar babanız
geldi.” diyerek yanlarına geldi. İki kardeş annelerine aynı anda “Tamam
geliyoruz.” dediler. Hızlıca eşofmanlarını giyen Adamm “Abi bütün krallar
devrilir.” diyerek önden çıktı. Yanlış bir şeylerin olduğunu anlayan David “Adamm
belinde ne var?” demesiyle birlikte…
Salon.
Salonda sinirden gözleri kızarmış babalarıyla
yüz yüze geldiler. “Millerların yüz karaları. Biri televizyonda diğeri garda
rezalet çıkardı.” diyen adam oğullarını iterek duvara yastladı. Kocasının
belinden kemerini çıkardığını gören kadın “Ragnar, ikisi de hatalarını
anladılar. Yemekleri soğutmadan mutfağa geçelim.” diyerek konuyu değiştirmeye
çalıştıysa da “Sen karışma Ravendra.” diyen Ragnar kemerini çıkardı. Kendisine
engel olmaya kalkan karısını ittirip düşürdü. Annesinin haline daha fazla
dayanamayan Adamm “Anneme dokunma.” diyerek belinden silah çıkarttı. “Adamm
bırak silahı.” diyerek kardeşini engellemeye çalışan abisini “Karışma David.
Çeksin tetiği de görelim.” diyen Ragnar, namluya başını dayadı. “Sen despot bir
pisliksin. Ölülerin arasında mezarlıklarda yaşamımızı istiyorsun.” diyen Adamm,
silahın emniyetini açtı. “Beğenmiyorsan topla eşyalarını defol git evimden.
Okul masraflarını da dilenerek ödersin.” diyen Ragnar, yangına körükle
gitmekten vaz geçmedi. Yumruğunu sıktı. Yüzünden patlayacak yumruğu gören
Adamm, horozu kaldırdı.
VE
SIRA SENDE Adamm’ın silahını tutup babanın elini havada yakalıyorsun…
St John Koleji. Kazı alanı.
Kazı alanında Arkeolog Craig Cessford’un
gözetiminde öğrenciler çalışmalarına devam ederken, haber ekibi Lahit
mezarlıkta çekim yapıyordu. David alana geldi. Ekibin aracını gördü. Etrafına bakındı.
Malzeme dolabından bir levye aldı. “David misafirlerin kazı alanındalar.
Kimseyi hırpalamak yok bu sefer.” diyen Cessford
endişeliydi. David “İçiniz rahat olsun Bay Cessford.” dese de hocanın yüreğine
su serpilmemişti. “Lahit mezarı açabilecek misiniz?” diyen Muhabir, beklemekten
sıkıldı. Angarya işten yorulan öğrenci “Deniyorum bayan. Ancak bana mısın
demiyor.” diyerek ekibin vaz geçmesi için elinden geleni yaptı. Muhabir,
kamerasıyla oynayan arkadaşına “Daly, kamerayı bırakıp öğrenciye yardım eder
misin?” diyerek işi hızlandırmak istedi. “Kristena, radyo televizyonu mezar
taşı ittirmek için okumadım.” diye nazlanan kameraman “Hey arkadaşım bana da
yer aç” diyen sesin sahibini tanıdı. Soğuk soğuk terlemeye başladı.
VE SIRA SENDE levyeyle…
Yorumlar
Yorum Gönder